Düşünülen hava sıcaklığının aksine Mayıs ortasında uzak geçmişte kalan bir ilkbahar sabahıydı. Pencereden insana huzur ve enerji veren hafif esinti Sandras dağından geliyordu. İşte bu motivasyonla günün başlangıcında kurulamak için havluyu yüzümde masaj yaparcasına gezdirirken;“Tutturdun bir film diye, o tarafa dön film bu tarafa dön film. Senden başka film diyen var mı? Bak etrafına…” diyen bir cazgır sesi. Nasıl ama, anlatamam. Havluyu yüzümden çekince anladım ki aynadaki ben bana saydırıp duruyordu.
Bense, daha uykulu halimi üzerimden atamamış vaziyette ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordum. Böyle güzel bir günde bu da yapılır mı yani… Hala nefes almadan saydırıyor; “Sen kaçıncı yüzyılda yaşıyorsun? Dijital diye bir şey duymadın mı? El alem çağ atladı sen hala yok film çekcem, banyo etcem diye debelenip dur. Eline ne geçiyo? Bir de milleti yoldan çıkarmak için film fotoğrafçılığı hakkında yazılar yazıyorsun. Kim dinliyo ki seni? Eline ne geçiyo? Koca bir hiiiiiç.” Aynadaki ben hızını alamadı ki elini bana sallayıp “adamlar yapay zekaya geçti. Oturdukları yerden fotoğraf yapıp duruyorlar. Ne habeeeer… Sen uğraş dur, nal topla…” diye resmen giydirmeye devam ediyordu.
Ağzımı açacağım ama buna laf yetiştirilmez ki. Makineli tüfek gibi nefes bile almıyor. Neyse bir ara ne olduysa (bu arada ettiği bazı cümleleri paylaşmaya terbiyem müsaade etmiyor. O kadar yani) soluklanınca lafı kaptım; “bak, sen şimdi dijital kullan falan derken satır arasında sürüye katıl mı demek istiyorsun?”. Aynadaki ben, bir yutkundu öyle kalakaldı. Fırsat bu fırsat devam; “Yani bir işi farklı yapmanın ne sakıncası var ki? Herkes istediği teknolojiyi kullanır. Hem benim de iki tane dijital fotoğraf makinam var.” Bu dediklerime söyleyecek bir şey bulamayınca aynadaki ben yarım ağız, biraz da sesi kısılmış “ama dijitalleri sürekli kullanmıyorsun ki.” dedi. Ben; “Ne yani sen de sürekli baklava börek mi yiyorsun?” dedim. Kaldı mı öylece. Verecek cevap yok. devaaaam; “Yapay zeka diyorsun. Zekanın yapayı mı olurmuş hiç? Kim uydurdu bunu? Yani yapayı varsa doğal olanı da köylü tereyağı gibi mi oluyor? Zekâ zaten nesneler üstü zihnin oluşturduğu soyut bir şey. Ha insanda olmuş, ha hayvanda bitkide olmuş ha bilgisayarda olmuş.” Topu doksana takmıştım. Neşem ve keyfim gittiği yerden döndü. Ama aynadaki ben illa saydıracak; “Bir de tutturdun filmlerin özellikleri, renkli film banyoları. Yeter gari. Dinleyen yok seni. Böyle uğraştığını gördükçe beni kaşıntı tutuyor, engellemek için yanıp tutuşuyorum” dedi ve o an kafam dank ediverdi; “yoksa benim F100 arka kapak kilit pinlerini kıran sen miydin?” Kıpkırmızı kesildi ama saydırmaktan vazgeçmedi, bağırıyor bir taraftan; “senin makinana ne diye elimi süreyim, gördüm mü başımı çeviriyorum. İftira atıp durma…”
Nikon F100 arka kapak kilit pin problemi
Olay şuydu; Nisan ayında Hollanda’ya giderken analog makinayı da yanıma alıp birkaç makara film çekme hevesindeydim. Makinayı çantaya koydum, filmi de yanına. Bir de ne olur olmaz diye bir dijital makinada çantada yerini aldı. Seyahat boyunca çanta kâh sırtımda kâh elimde kâh uçağın kabindeki bagaj yerinde kâh kahve molasında sandalyenin üstünde seyahat etti. Yan döndü düz durdu… Lafı uzatmayayım, üçüncü gün kaldığımız şehrin merkezine gezmeye giderken F100’ü almak istediğimde makine çantadan arka kapak açık çıktı. Filmi takmadan “ne olmuş” diye bakıp kapatmaya kalktığımda kapanmadı. Tekrar dene. Bir daha dene. Kapanmıyor. Biraz daha dikkatli inceleyince kapaktaki iki kilit pinin yerinde olmadığını fark ettim.
Muhtemele kırılmışlardı. Bunu görünce hatırladım, en son Datça’da makinayı kullanırken kapak esniyor ve bana tam kapanmıyor gibi gelmişti. Demek ki olayın öncesi varmış. Tabii elimde delil olmadığı için aynadaki beni direkt suçlayamıyorum. Ama bunun için öyle bağırarak konuştuğuna göre -bence- o yaptı.
Yapacak bir şey yok. El mahkûm kaldık mı dijital makinaya ve cep telefonuna.
Ama içim içimi yiyiyor. Bu sorun nasıl çözülecek? Akşamları internette bakınıp duruyorum. Olay bana özgün değilmiş. Bizimki kırmış olsa bile birçok fotoğrafçının da başına benzer problem gelmiş. Bir kısmı nasıl çözdüklerini anlatmış. Yapılabilir de Allah’ın gavur memleketinde alet edevat olmadan imkânsız. Bu çözümleri görmek beni rahatlattı. Dönünce halledebileceğim.
Not: daha önce de Nikon yazılım mühendislerinin kulaklarını epey çınlatmıştım. Şimdi de mekanik tasarım mühendislerini anmaya başladım. Üstelik bu durum başka birkaç modelinde de söz konusuymuş. Nikon’un bunu bilmiyor olması imkânsız. İlginç olan ben, N50, N90S, F801S (iki tane) ve F00 kullanmış olmama rağmen sadece F100 de bu problemi yaşadım. Daha da kötüsü, problemi bilmelerine rağmen bunu kökünden çözecek bir çözüm üretmemiş olup sessiz kalmış olmalarıydı.
El diyarlarında analog fotoğraf konusunda takip ettiğim iki mağaza var. Biri Berlin Almanya’da “Foto Impex”, diğeri de Hollanda’da “Kamera Express”. Bu mağazanın küçük bir şubesi kaldığımız şehirde var. Önünden geçerken oluşan hava akımı beni mağazanın içine atınca elimde biri “Agfa APX 100” diğeri “Fomapan 200 profi line” iki makara filmle kendimi tekrar sokağa döndürdüm. Nasılsa arka kapak problemini halledecektim. Başka yolu yoktu.
Gelmemize yakın hızımı alamayıp yine bu problemi internette araştırırken bir fotoğrafçının üç boyutlu yazıcıda bir plastik parça yaptığını ve bunun problemi çok ama çok sağlıklı bir şekilde çözdüğünü anlatan yazısını okudum.
Yaptığı parçanın hem resmini hem de 3B dosyasını paylaşmış bu dosya ile parçayı yazıcıda direkt bastırabiliyorsunuz. Sanırım havaya zıplamışım… Evdekiler öyle diyor.
Şimdi merak ediyor olabilirsiniz; bu parça nerede bastırılacak? Ne yazık ki Hollanda’da yakın civarda 3B yazıcı kiralayan yer bulamadım. Çözümü direkt ülkemde arayacaktım. Sevgili arkadaşım Cem İnam fabrikaya (ARCAN MAKİNA) 3B yazıcı aldıklarından bahsetmişti. Ona başvurdum. Çizimi istedi. Ertesi günü parçayı göndereceği adresi istedi. Ama ben hala Hollanda’dan dönmemiştim.
Arka kapak kilit pini tamiri
Bu andan itibaren yapılacak şey parçayı hemen yapıştırarak denemek olmalı diye düşünebilirsiniz. Ancak önce sadece parçanın yerine oturup oturmadığı test edildi. Buna sanayi deyimi olarak “pilot run” diyoruz. Videoda görüldüğü gibi kapak açıldığında parça yan çıkıyor. Bu da parça üzerinde düzeltilmesi gereken yerlerin olduğunun işaretiydi.
Bu işlemler yaklaşık olarak iki saatlik bir süre içinde tırnak törpüsü ile büyüteç altında ve zaman zaman fotoğrafını çekip inceleyerek bir kuyumcu işçiliği titizliği ile yapıldı. Yapıştırıcı olarak hızlı bir tip seçildi. Kuruması için bir süre bekledikten sonra arka arkaya birçok kere açma kapama yapılarak parçanın alışması sağlandı.
Son durumu ise aşağıdaki videodan izleyebilirsiniz
İlk deneme filmi
Her şey yolunda görünüyor olsa da -acaba- kapak doğru bir şekilde kapanıyor muydu? İçeri ışık giriyor muydu? Objektif tarafından içeri bakıp görmeye çalışsam da bir şey anlaşılmadığı için bunu çekim yapmadan tespit etmek mümkün olmayacaktı. Hollanda’da kullanamadığım film vardı ya, kısmet Köyceğiz ikinci el pazarınaymış.
Manşette yer alan fotoğrafla birlikte bu fotoğrafta herhangi bir ışık sızıntısı olmadığı aşikâr. İşlem 3B yazıcıda mükemmel bastırılan parça ile iyi bir işçilik (ellerime sağlık) sonucu tam da olması gerektiği gibi.
Not: Film elimde kalan, tarihi geçmiş Kentmere Pan 400 idi. Fotoğraflar Epson V800 ile 4800 dpi olarak yine Epson’ın 3.9.3.5 versiyon yazılımı ile “16 bit Gri” modunda tarandı. Basit kontrast, ışık ve kadraj haricinde başka ayarlama yapılmadı. Dosya boyutu “6624 * 3952, 300 pixel/inch” olarak elde edildi. Burada ilginç olan boy – en oranının 1,67 gibi olmasıdır. Altın oranın “1.618” olduğu düşünülürse dijital makinalarda kullanılan sensörler biraz kandırmaca gibi. Dolayısıyla film kullanıldığında dijitaldeki “3:2” oranından daha geniş bir kompozisyon elde ediliyor. Bu sakıncayı gidermenin yolu var mı? Kesinlikle evet. Çekilecek kompozisyon belirlendikten sonra iki adım geri gidilirse daha sonra fotoğrafı 1.65 oranında kırpma yapmak mümkün olabilecektir.
Fomapan 200
Nasıl bir performansı olduğunu merak ettiğim bu filmden bir makara Hollanda’dan aldığımı söylemiştim. Katalog teknik bilgileri hem Kodak Tmax 100 hem de Agfa APX 100’den biraz daha aşağıda. Ama fiyatı oldukça makul seviyede. İlk fırsatta bu filmi kullanmayı aklıma koymuştum.
Ne zaman olduğunu hatırlamasam da Zafer Gazi ile yaptığımız sohbetlerde filmi makinaya takarken birkaç karenin heba olduğundan bahsediyorduk. Bu sefer filmi makinaya ucuna eklenti yaparak takıp bir iki kare fazla çekmeye bakacaktım. Arka kapak oldu ya artık fantezi zamanı… Şöyle yaptım:
Maske bandı ile işe yaramayacak bir filmden yaklaşık 10 cm kadar yeni filme ek yaptım.
Çekilen pozların sayısını takip ederek 36 ya geldik. Sonra 37. Sonra 38. Sonra 39. Burada “eyvah” dedim, “galiba film yapıştırdığım yerden ayrıldı ve sarmadı. Hiçbir şey çekemedim” diye düşündüm. Makinada hala “film bitti” anlamına gelen “end” yazısı çıkmadı. “Bir tane daha çekeyim gene çıkmazsa karanlık odada açık bakarım” dedim. Umutsuz bir şekilde vazo içindeki yapma çiçekleri çekmek için deklanşöre bastım ve çekti ve ekranda “end” yazısı yanıp sönmeye başladı. Ben de derin bir “Ohhhh”… En başta da bir kare öylesine çekmiştim. Yani toplamda 40 kare ve sokakta net 38 kare fotoğraf çekebildim.
Sanırım Fomapan filmi diğer firmalardan daha uzun sarıyor olabilir. Deneyip mukayese edeceğiz.
Ve İzmir’de birkaç gün
Doktor kontrolü zamanı geldiği için İzmir’e yol göründü. Şahsi detayları atlayıp direkt 17 Mayıs 2024 Cuma gününe gelmeliyim; Sebahattin ile buluştuk. Arkasından Beyhan Hoca (Özdemir) ve Cem’le (İnam) bir araya geldik. Geleneksel rotamız Basmane-Çankaya-Kemeraltı-Konak oldu.
Ne zaman çay ve kahve için bir yere oturup sohbete başlasak konu film fotoğrafçılığına gelince hem Sebahattin’in hem de Cem’in gözlerinde bana acıyan ifadeleri okumak mümkündü. Herhalde içlerinden de “Allah kurtarsın ya da Allah akıl fikir versin” diyorlardı. Zaten Cem çok önceden “analog ile hiç işim olmaz” diye kırmızı çizgiyi çekmişti. Sebahattin’in de niyeti olmadığını biliyorum.
İzmir’e giderken Nikon Z6 II yanımda olmasına rağmen sırası gelmedi. Hem Cem hem de Sebahattin ellerindeki Iphone 15 Pro ile bana nispet yapıp durdular.
Bir ara Cem telefonu gözüme sokup; “şimdi sen çekeceksin, ne zaman banyo yapacağın belli değil. Bekle dur. Bak çek fotoğrafı hemen gör sosyal medyada paylaş” diye serum niyetine damardan girmeye çalışıp durdu. Ama damar yolunu açamadı…
Kemeraltı’nda bir kare
Önce kızlar bana “fotoğrafımızı çek” diye laf atarken “para verirsen” diye ilave etmeyi de unutmadılar. Yandan esnaf “ne parası, bak meşhur olacaksın” diye reklamları girdi araya.
Sebahattin bir iki adım geride kalmıştı. Ben orta yol bulmaya çalışırken meğerse Sebahattin telefonla çekimleri yapıyormuş. Akşamına çektiği fotoğrafı bana gönderdi. Nispet yapıyor. Gerçekten telefonun performansı inanılmaz. Benimse çektiğimi henüz zihnimde imge. O da üzerine başka fotoğraflar geldikçe silikleşecek, soluklaşacak bir imge. Ama bende laf bol, maşallah dil de fırıncı küreği gibi olunca hemen yazdım; “çok güzel bir fotoğraf. Ama bendeki gerçek siyah beyaz…” Cevap gülen bir emoji olarak geldi.
Filmi bitirmek 26 Mayıs 2024 Pazar günü gene Köyceğiz ikinci el pazarına nasip oldu.
Kısaca yine Fomapan 200
Firmanın kendi verdiği teknik bilgisine göre başka markalardan daha dar bir renk tayfı ve daha düşük MTF değer vermiş olsa da elimdeki fotoğrafların kontrastı, gri skalası ve keskinliği beni ziyadesiyle tatmin etti. Üstelik 4 kare de fazla çektim. Fiyatı da ehven.
Benden aynadaki Bana
Bütün bunları bağırıp çağırmadan sakin bir şekilde aynadaki bene anlattım. O da -nasıl olduysa- sessiz sakin dinledi. Sanırım benden umudunu kesmişti ki “herkes bildiği gibi yapsın. Allah sana akıl fikir versin. Bana ne sen uğraşmak istiyorsan uğraş.” diye kestirip attı.
İkimizde haklıydık. Sürüde olmamanın değişik yollarını bulup yürümek gerek. Üstelik “The journey is the destination-Dan Eldon” yani yolculuk asıl varış noktamız değil miydi? Sürekli yolda olmanın, üstelik farklı yollarda olma keyfinin yerini ne alabilirdi ki?
Diğer yandan bir problemin çözümünde sabırlı olmanın ve olabildiğince bilgi toplayıp, bu bilgileri analiz ederek en uygun olanını bulmanın ne kadar önemli olduğu arka kapak tamir sürecinde kendiliğinden işledi. Bunda uzun yılların tecrübesinin oluşturduğu mühendislik ve yönetim kültürünün katkısı yadsınamaz. Hızlı olmakla acele etmeyi karıştıran, “hele bir başlayalım arkası gelir” diyen bir coğrafyada bu tarz bir davranış tembellik ya da iş bilmezlik olarak yorumlanabilir. Geçmişte böyle ikazları aldığım da oldu. Ama sonunda haklı çıkan ben oluyordum.
Bunları artık aynadaki benle paylaşmanın anlamı yoktu. Zaten o da beni kendi halime bırakıp muhtemelen geri dönmemek üzere gitmişti.
Köyceğiz, Mayıs 2024