Sabah erken çıktı evden. Sıcak bir gün olacağı daha o andan belliydi. Arabasını çalıştırdı, yola çıktı. Uzun yol için hazırladığı şarkı listesinde yer alan sıradaki şarkı, akşam yarım kaldığı yerden çalmaya başladı, Zaz – Je veux (istiyorum);
Ritz Hotel’de bana bir süit verseler istemem,
İstediğim Chanel’in mücevherleri de değil,
Bana bir limuzin verseler neye yarar,
Kurmaylığı teklif etseler, neye yarar?
Neuchatel’de bir köşk, bana göre değil.
Eyfel’i sunsalar neye yarar?
Ben dolu dolu bir ruhu, aşkı ve sevinci istiyorum.
Beni mutlu edecek şey, senin paran değil.
Kalbimin üzerine uzanan bir el ile ölmek istiyorum.
Haydi beraber olup özgürlüğümü ortaya çıkartalım.
Sıyrıl bütün önyargılarından.. Hoş geldin aslıma!
Senin görgü anlayışından gına geldi,
Bunlar bana göre çok fazla uçuk.
Ben yemeği ellerimle yerim, ben böyleyim.
Ben yüksek sesle konuşurum ve açık sözlüyüm, kusura bakma.
Haydi bu riyakarlığa bir son verelim, ben bu işte yokum.
Kelime oyunlarından yoruldum.
Bak bana, sana kızgın bile değilim.
İşte ben böyleyim.
İşte ben böyleyim…
Güzel bir gün olacaktı, hissediyordu!
Ataşehir, Kozyatağı, Göztepe Köprüsü… Acelesi yoktu, sakin sakin sürüyordu. Hedef Kadıköy’dü. Her geldiğinde yeni bir şeyini keşfediyordu Şehr-i İstanbul’un. Oysa 25 yıl yaşamıştı buralarda, çok yerini avucunun içi gibi bilirdi. Bu şehri terk ettikten sonra, her yeni gelişinde İzmir’e döndüğü için kendisine teşekkür etmişti. Acaba bu sefer de aynısı olacak mıydı? İstanbul’un yaşaması mı, yoksa tatil için arada gelişleri mi güzeldi, karar veremedi.
Kadıköy sahilde İsPark’a park etti arabasını, fotoğraf çantasını omuzuna astı, Karaköy iskelesine doğru ilerledi. Bu onun en sevdiği nostaljisiydi; Kadıköy’den Şehir Hatları vapuruna binmek, Sirkeci’de inmek, Eminönü, Mısır Çarşısı, Tahtakale, Bab-ı Ali yokuşundan Sultanahmet. Ardından her defasında farklı sokaklardan Karaköy’e yürümek, balık ekmek, sonrasında Güllüoğlu’nda fıstıklı baklava eşliğinde havuç dilimi ziyafeti ve şehir hatları ile tekrar Kadıköy’e dönüş. Bazen Karaköy’de balık ekmeği pas geçip, Kadıköy’de kokoreç ve midye tava tercih ettiği olurdu. Bu arada bolca fotoğraf elbette. İstanbul onu hiç üzmemişti, hep en güzel fotoğraflarını veriyordu ona.
İskeleye geldiğinde Karaköy vapuru uzaklardan seyirtmişti. Demek ki 10-15 dakikası vardı. Her zaman yaptığı gibi, mis kokan Kadıköy simidinden aldı iki tane. Biri kendine, diğeri martılara. Turnikelerden geçti, boş banklardan birine oturdu. O sırada cep telefonuna bir mesaj düştü. Mesaj uzaklardaki kuzenindendi. Babasının eski fotoğraflarını karıştırırken onun bir fotoğrafını bulmuş, cep telefonuyla çekip ona göndermişti. Uzun uzun baktı fotoğrafa, daldı gitti. Cevap yazacak oldu, eli varmadı! Gözleri buğulanmıştı…
Vapurun yanaştığını, içerideki yolcuların hareketinden anladı. Yerinden kalktı, vapura doğru yürüdü. Aklı hala telefondaki fotoğraftaydı. İskele ile vapuru birleştiren tahta rampadan vapura bindi. Her zamanki gibi en üst katın arka tarafındaki açık alana çıktı ve uzun bankların en ucuna, denize en yakın yerine oturmak istedi. Bankın üzerinde az önce inen yolcuların bıraktıkları boş meşrubat kutularını ve çöp poşetlerini aldı birkaç metre ötedeki “boş çöp kutusuna” attı ve oturdu. Fotoğraf makinesini çıkardı, birkaç poz çekti. Vapur yavaş yavaş dolmaya başlamıştı. Tam karşısına elinden tuttuğu 4-5 yaşlarında bir erkek çocuğuyla genç bir anne oturdu. Eski fakat çok temiz giyimleri yaşam mücadelelerinin önemli ipuçlarını veriyordu; kanaatkar ve ailesine düşkün genç bir anne ve oğlu. Çocuğun hafif uzun, dalgalı, tertemiz ve özenle taranmış saçları hafif rüzgarda uçuşurken, iri açık kahverengi gözleri kucağındaki kameraya kilitlendi, Nikon D850 ve 70-200mm objektif! Çocuk kameradan arada sırada gözünü ayırıp ona bakıyordu. “Acaba ne düşünüyor” dedi içinden çocuğa gülümseyerek. Çocuk bu ilgiden utanarak annesinin mantosunun altına gizlenmeye çalışıyordu. Annesi, çocuğun rüzgardan dağılan saçlarını elleriyle düzeltiyor, arada yanağını okşamayı da ihmal etmiyordu.
Vapur hareket etmişti, Kadıköy rıhtımdan ayrılıp biraz açığa geldiğinde, aldığı simitlerden birinden bir parça koparıp ısırdı. Çocuğun bakışlarının bu kez elindeki simide kaydığını farketti. Bir parça daha koparıp ona uzattı, “Simit ister misin?” Çocuk utangaç tavrını sürdürerek annesine baktı. Bakışlarındaki “Alabilir miyim” sorusu öylesine netti ki! Annesi “olur” anlamında başını çocuğa doğru salladıktan sonra ona döndü “Teşekkür ederiz“. Çocuk simiti alıp hemen bir ısırık aldı.
O, ikinci simitten büyükçe bir parça kopardı, sonra küçük küçük parçalara bölüp vapurun etrafını sarmış martılara atmaya başladı. Bu ziyafetten haberdar diğer martılar çoğalarak an’ın tadını çıkarmaya başlamışlardı. Çocuğa döndü “sen de atmak ister misin?” Çocuk elindeki simidi göğsüne doğru sıkıca bastırdı. Anlamıştı, çünkü soru yanlıştı. Martıların simidinden bir parça koparıp “bunları atmak ister misin?” diyerek soruyu tekrarladı. Şimdi olmuştu. Gülüşüyle, biraz önce sıkıntıdan pembeleşmiş yanaklarının her iki yanındaki gamzeler daha da belirginleşen çocuk hemen yerinden kalktı ve o da martı ziyafetine katıldı. Martılar yemeklerini daha havadayken her kaptığında annesine dönüp gösteriyordu “Anneee gördün mü?” Bankın üzerine dizilmiş küçük simit parçalarını teker teker alıp martıları sevindirirken, arada kendi simidinden de ısırık almayı ihmal etmiyordu. Elindeki parçaları çok uzağa atamadığından bazen martılar çok yakınına kadar geldiğinde korkuyor, annesine doğru kaçıyor, sonra aldığı zevk ağır basıyor tekrar devam ediyordu. Çocuk, simitler bittiğinde annesinin yanına tekrar oturdu;
– Anneee nasıl yedirdim kuşlara, gördün mü?
– Gördüm!
– Anne, yine o oyuncakçıya gidelim mi?
– Oradan geçeceğiz zaten.
– Ama ben o yerde takla atan arabaya bakmak istiyorum.
– Tamam bakarsın.
– Anneee bizim çok paramız olunca alır mıyız ondan.
– Şşşşş, böyle şeyler konuşulmaz, ben sana ne demiştim?
– Tamam!
“Tamam” sözünden sonra çocuğun boynunu büküp başını annesinin göğsüne dayaması, onu alıp yine çok eskilere götürmeye yetmişti. Acaba dedi içinden, çocuğun sözünü ettiği yer onun tahmin ettiği yer miydi; Sirkeci iskeleden, Yeni Cami meydana çıkan alt geçit? Oradan her geçişinde böyle oyuncaklar gözüne çarpardı. Bir ipe asılı, havada daireler çizerek kanat çırpan kuşlar, yerde bir yere çarptığında takla atan ama her defasında dört tekerleği üzerine düşen arabalar, daha neler neler… “İnşallah öyledir” diye dua etti içinden. Vapur uğradığı Karaköy’den Sirkeci’ye doğru kalkmıştı, umutlandı. Kalabalığa kalmamak için hemen yerinden kalktı, iniş kapısına doğru ilerledi. Sirkeci iskeleye yanaştığında vapurdan indi ve uzak bir yerden onları beklemeye başladı. Birkaç dakika sonra işte görünmüşlerdi. Ve evet, tahmin ettiği gibi o alt geçide doğru ilerliyorlardı. Hızlandı ve alt geçidin merdivenlerini hızlıca indi. Üç dört dükkan sonra çocuğun sözünü ettiği arabalar yerde hareket ediyorlardı. Merdiveni gözlemeye başladı. Merdivenin başında göründüler, geliyorlardı. Yanında duran satıcı esnafın kulağına bir şeyler söyledi. Esnaf, önce şaşkın bir bakışın ardından “tamam” dercesine kafasını salladı. Görünmemeye ve dikkat çekmemeye çalışıyordu, aynı zamanda endişeli gözlerle nasıl olacak diye olanları takip ediyordu.
Çocuk takla atan arabaları uzaktan gördüğünde annesinin elini çekiştirerek dükkanın önüne kadar sürükledi. Kadın yanına geldiğinde esnaf her zamankinden farklı olarak daha kısık bir sesle bağırmaya başlamıştı, “Haydi çocuklarınızı sevindirin, siftahı yapandan sondaki sıfırı almıyoruz, kaçırmayın bu fırsatı, yirmibeş yerine ilk alana ikibuçuk lira, haydi abla kaçırma fırsatı, ilk sen alırsan ikibuçuk lira“.
Boşuna burada esnaf olmamış diye geçirdi içinden, bu kadar mı pratik çözüm bulunabilir? Kadın birkaç kez sordu fiyatını, yanlış anlamadığını anlayınca yüzündeki gülümsemeyle cüzdanından üç tane elli kuruş, bir tane bir lira çıkarıp uzattı. O, çocuğa kilitlenmişti. Çocuk annesinin bacaklarına sarılmıştı “Alıyor muyuz anne?” Evet cevabını aldığındaki çocuğun olduğu yerde sevinçten zıplamaya başlaması, çocuk sevinmesi diye bir şeyin varlığını derinlerinde tekrar hatırlamıştı işte ona. Esnaf, kutusundaki yeni oyuncağını çocuğun eline tutuşturdu. Anne ve oğlu oradan uzaklaşırken, cebinden çıkardığı yirmibeş lirayı esnafa uzattı. Kelimeler düğümlenen boğazından zor çıktı “Teşekkür ederim dostum“. Esnaf da karşılığında elindeki ikibuçuk lira bozukluğu ona uzattı. Aldı ve oradan ayrıldı.
Yeni Cami meydana çıktığında boş gördüğü bir banka oturdu. Telefonunu çıkardı. Kuzeninin gönderdiği, beş yaşlarındaki, tek katlı ve tek odalı evlerinin bahçesinde tulumbadan su çeken dalgalı sarı saçlı çocuğun fotoğrafına bir daha baktı ve mırıldandı; “Nerdeeen, nereye!”
Kalktı. Tüm hücrelerinde hissettiği o sonsuz huzurla Mısır çarşısına doğru yürürken elindeki bozukluklara şöyle bir baktı ve gülümsedi. Dönüşte martıların simit parası çıkmıştı! İçinden mırıldanmaya başladı:
Beni mutlu edecek şey, senin paran değil.
Kalbimin üzerine uzanan bir el ile ölmek istiyorum.
Haydi beraber olup özgürlüğümü ortaya çıkartalım.
Sıyrıl bütün önyargılarından.. Hoş geldin aslıma!
İşte ben böyleyim.
İşte ben böyleyim…
Galiba İstanbul’un arada tatile gelmesi güzel diye geçirdi içinden…
İstanbul’dan …
Sebahattin bey
Yalnız teknik konularda değil böyle konularda da çok başarılı bir stiliniz olduğu gördük..Depremler nedeniyle içinden geçtiğimiz bu durumda çok dersler çıkarılacak bir yazı bu.. Hepimizin yapabileceği bir şeyin var olduğunu hatırlattınız bize…insanları kırmadan ve incitmeden herkes kendince yapabilecek çok şey bulabilir..
Teşekkürler yüreğinize sağlık..
Teşekkür ederim Neslihan hanım,
İnsan;
Bir: Çok iyi bildiği şeyleri iyi anlatabiliyor ve yazabiliyor,
İki: İçinden gelen, gerçekten samimi hislerini!
Bu ikisi varsa gerisi kendiliğinden geliyor.
Saygılar.
Çok değerli Sebahattin hocam. Bu sefer yüreğinize sağlık. Neslihan hanımın yazdıklarına tamamen katılıyorum. Sizler gibi iyi insanlara her zaman ve her yerde ihtiyacımız var. Sayenizde içimizde az kalan umutlar tekrar yeşeriyor.
Emre bey merhaba,
Bahsettiğiniz iyilik hepimizin içinde var emin olun.
Arada serbest bırakmak gerekiyor yalnızca.
Saygılar.
etkileyici yazi
ince mesajlarla dolu
tebrikler
Serkan bey,
Amacım mesaj vermek değildi.
Hepimizin yapabileceği bir şeyi kaleme dökmekti yalnızca.
Saygılar.
Yazının başından sonuna, sanki sessiz bir gölge gibi izledim sizi. Sanki yanınızdaymışımda, olup biten her şeye bizzat şahit olmuşum gibi canlandı gözümde yazdıklarınız. Bu kadar etkileyici olabilirdi ancak.
Çok teşekkür ederiz Sebahattin bey, yüreğinize sağlık.
Bu arada Elazığ depremi vesilesi ile herkese geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum. Maddi manevi kayıpları olanlara Rabbim yardım etsin. Bir daha böyle felaketler göstermesin. Amin.
Selam ve saygılarımla…
Öner bey,
Tıpkı sizin “5 Fotoğraf ile evimizdeki minik canlar” yazınızda olduğu gibi, içinizden geldiği gibi olunca, bu karşınızdakine hemen geçiyor. Samimiyetle yapılan her şey karşılığın buluyor. İçimizdeki vicdan eksik olmasın yeter ki!
Selamlar, saygılar.
Sebahattin bey, duygu yüklü bir yazı olmuş. elinice sağlık. yakında fotoğraflar sonrası edebi yazılar, üretimler görürsek şaşırmayacağım.
Teşekkür ederim Önder bey eksik olmayın.
Edebi yazılar yazmak haddime değil, onu ustalara bırakmak daha iyi.
Benimkisi kalem oynatmak gibi kalır yanlarında.
Beğenmenize sevindim.
Selamlar.
Sayın Sebahattin Demir,
Yaklaşık olarak 8-9 ay gibi kısa bir zaman önce amatör olarak fotoğraf çekme merakım başladı. Tesadüf sitenize ulaştım, epeydir takip ediyorum sizi yazmak bu güne kısmetmiş. Benim gibi yeni başlayan birisi için bilgi çok önemli ve değerli maalesef ki internette çok sağlıklı bilgiler bulamadım. Sizin siteniz benim fotoğraf konusundaki bilgi açlığımı gidermeye çok faydası oluyor. Fotoğrafçılık ile ilgileri bilgileri bu kadar ilgi ve alaka ile talip etmemde sizlerin faydası tartışılmaz .Hele abone olanlara mail olarak bildirim gelmesi harika oldu artık hiç bir şeyi kaçırmıyoruz. Kitap okumak gibi bağımlı oldum sitenize çok ama çok teşekkür ederim böyle bir site kurduğunuz ve bilgilerinizi okurlarınız ile paylaştığınız için kalın sağlıcakla selamlar.
Sayın ÇETİNBİLEK,
Biz Arthenos’u bir paylaşım platformu olarak kurduk. Amacımız, bugüne kadar bildiklerimizi herhangi bir maddi beklenti olmaksızın paylaşmak ve bilmediklerimizi siz değerli okurlarımızla birlikte karşılıklı olarak öğrenmek. Bugüne kadar her geçen gün büyüyen bir topluluk haline dönüşmemiz, doğru yolda olduğumuzun en önemli göstergesi. Sizler gibi değerli takipçilerimiz sayesinde daha da motive oluyoruz. Eksik olmayın. Biz de size teşekkür ederiz.
Saygılar.
Çok güzel hikaye. Fotoğrafta zaten iyisiniz. Edebiyatı da boş geçmeyin böyle kısa hikayelerinizi paylaşmaya devam edin derim. Tebrik ve teşekkürelr paylaştığınız için.
Teşekkür ederim Hüseyin bey,
Güç verdiniz, eksik olmayın.
Saygılar.
Simit,martı ve çocuk öyküsü bana Kemalettin Tuğcu öykülerini anımsattı.Fotoğrafla da güzel kaynaştı.Elinize,zihninize sağlık.
M. Zeki bey,
İlgi ve motive edici izlenimleriniz için teşekkürler.
Kemalettin Tuğcu’nun öykülerinde gerçek yaşanmışlık var mıdır bilmiyorum, ama bu yazıda geçenler, yazarı tarafından birebir yaşanmıştır.
Selamlar, saygılar.