Düşünün, öyle bir yerde yaşıyorsunuz ki; otomobil yok, motorlu taşıtın hiçbiri yok. Yaşadığınız evlerin dört bir yanı küçük su kanalları ile çevrili. Evinizin kapısından çıkıyorsunuz, 3 adım sonra su. Yan komşunuza ziyarete gitmek isteseniz kapınızın önündeki sandala binmelisiniz. Sandallar ya kürekle kullanılıyor ya da elektrikli motorları var.
Evinize posta gelse, postacı evinizin önüne sandalıyla yanaşıyor ve posta kutunuza bırakıyor. Küçücük bir yer, 2.600 kişi yaşıyor, ama 90km’yi bulan kanalları var.
Yani ne bir gürültü, ne bir stres ne de hava kirliliği var. Ne dersiniz böyle bir yer olabilir mi?
Var, öyle bir yer var, Giethoorn.
Giethoorn, Hollanda’nın Overijssel Bölgesinde yer alıyor ve Steenwijkerland Belediyesine bağlı bir yerleşim yeri. “Kuzeyin Venedik’i” diyorlar burası için. Tahminen 1200’lü yılların başında Akdeniz civarından gelen sığınmacılar tarafından kurulmuş. O zamanlar köye yerleşen sığınmacılar meydana gelen tufanda ölen yabani keçilerin boynuzlarını bulmuşlar ve bu bölgeye “keçi boynuzu” anlamına gelen Giethoorn adını vermişler.
Buranın bir film seti olduğunu sananlar var.
1958 yılında Hollandalı film yapımcısı Bert Haanstra, ünlü komedi filmi Fanfare’yi burada çektikten sonra Giethoorn yerel düzeyde şöhret kazanmış ve ardından ünü tüm dünyaya yayılmış.
Burada motor ya da korna sesi duymak mümkün değil. Duyabileceğiniz bütün sesler doğaya ait. Gökyüzünde uçan kuşların, kanallarda yüzen ördeklerin, rüzgârın sesi…
Dolayısıyla zihniniz doğanın sesiyle huzur bulurken, gözleriniz de yeşilin her tonuyla aydınlanıyor.
Giethoorn tam anlamıyla bir su köyü ve Overijssel Bölgesi’ndeki kanalların tam merkezinde yer alıyor.
Gözlerinizi bağlayıp haber vermeden sizi buraya getirip, gözlerinizi açsalar; böyle bir yerin gerçek olamayacak kadar güzel olduğu izlenimine kapılabilirsiniz.
Giethoorn’un kendisini meşhur eden kanalların toplam uzunluğu 90 km! Kanallarında kano veya teknelerle gezinti yapmak ne kadar zevkli olsa da, dar yürüyüş yollarında minik şirin köprülerinde zaman geçirmek, muhteşem güzelliği doyasıya seyretmek ayrı bir zevk. Kanalların üzerinde ise 180 tane köprü bulunuyor.
Gelen turistlerin bu kanallarda bot veya kayık kiralaması da en gözde etkinliklerden biri.
Unesco Dünya Mirası Listesinde yer alan Giethoorn küçük kanalları, biribirinden değişik güzellikte şirin köy evleriyle belki de dünya üzerinde görüp görebileceğiniz en huzurlu, en sakin yerleşim yerlerinden biri.
Kanallar arasında sandallar ile gezinirken bizler gibi acemi sürücülerin ne kadar çok olduğunu, birbirlerine hafifçe çarpan, adeta bir lunaparktaki çarpışan arabaları andıran teknelerin çokluğundan anlıyoruz.
Eğer sizin de birgün yolunuz bu harika yere düşerse selamımızı söylemeyi unutmayın.
Aklımız Giethoorn’da kaldı.
İLİŞKİLİ İÇERİKLER
E-POSTA ABONELİĞİ
Yorum Politikamız: Arthenos.com ekibi olarak tüm okuyucularımızı tartışmalara aktif olarak katılmaya teşvik etsek de, Davranış Kurallarımıza uymayan veya yayınlanan materyalin editoryal standartlarını karşılamayan herhangi bir içeriği Silme / Değiştirme hakkını saklı tutarız.
yazınız sabah sabah içimi ısıttı. gerçekten çok güzel yerlermiş yazıyı okuyunca gitmiş gibi oldum. resimler hayal gibi devamını bekliyoruz 🙂
Teşekkür ederiz Aynur hanım.
Yakında Sevgili Okyar’ın Köln seyahatindeki Dom yazısı yayında olacak.
Saygılar.
evde canım sıkıldıkça özellikle böyle sıkıcı havalarda sizin gezi günlüklerinizi okuyorum. kaçıncı defa okduğumu hatırlamıyorum… çok güzel yerler ve resimler… insanin içi açılıyor
Okuduğunuzda böyle hissediyarsanız, gerçekten oralarda olduğunuzu düşünün bir de. Tamam bizi ülkemizde de çok güzel yerler var ama ne yaşayanlar tarafından buralar kadar güzel korunuyor ne de onların onda biri kadar saygımız var doğaya ve insanlara.
Bu yaz yine çok güzel bir gezi turu planladık, güzel yerler ve yazılarım için sabırsızlanıyorum şimdiden.
Teşekkür ederim.
Harika kareler… Ama sondan ikinci, üstten sekizinci kareyi hangi lens (ve gövde) ile çektiğinizi çok merak ettim… O ne güzel bir kare öyle… En öndeki kayık uzak olmasına rağmen net ama arkasındaki herşey birden flu olmuş… Hangi lens ve pozlama değerlerinde çekildi çok merak ettim… en açık f olsa gerek ama yinede makineyi, lensi ve ayarlarını çok merak ettim… Ayrıca netlemeyi en öndeki kayığa göre mi yaptınız yoksa başka bir yere göre mi… f gerçekten en açık ayarda mı… Umarım baş ağrıtmadım 🙂
Saygılar, kolay gelsin abi…
Teşekkürler Osman bey,
Bu kare için bu soruyu soran ilk kişi değilsiniz, hatta aynı fotoğrafı instagram hesabımda gören yakın bir arkadaşım “çok iyi photoshop!” demişti. Keşke bir fotoğrafa bu kadar iyi manipülasyonlar yapabilecek kadar bilseydim Photoshop’u. Kendisine NEF halini göndermiştim, ikna oldu 🙂
Arşivime bakmak zorunda kaldım.
Bu fotoğrafı Nikon D810 gövdem ve AF-S Nikkor 70-200mm f/2.8G VRII lensimle çekmiştim.
Pozlama değerleri;
– Diyafram: f/2.8
– Enstantane : 1/500s
– ISO: 64
Çekim modu: Manuel
AF Modu: AF-C
AF Alan Modu: Grup Alan AF
Öndeki kayığa netlemiştim ve takip etmiştim, tam kadrajımda istediğim yerde olunca çekimi tamamlamıştım. Böyle durumda seri çekim modunu kullanırım ve çektiğim 4-5 kare içerisinden en iyisini seçerim.
Yukarıdaki net olan dallar ile takip ettiğim kayık, tam pozlama esnasında aynı izdüşüme denk geldikleri için çok net çıkmışlar, bunu ben özellikle ayarlamadım, tesadüf olmuş, ama güzel olmuş. Tele’nin ve açık diyaframın verdiği süper etkiyle de arkada kalan herşey istediğim gibi flu çıkmış.
Selamlar.
Teşekkürler… Eğer bu karede Photoshop olsaydı üzülürdüm… Çünkü doğal fotoğraftaki optik ilüzyonların Photoshop’u tokatladığını düşünürüm 🙂 Zaten fotoğrafı ilk gördüğümde aklıma zerre Photoshop gelmedi… Ki zaten kaliteli tele lens ve ff gövdenin zaferiymiş 🙂
Ayrıca son günlerde bayıldığım bütün fotoğraflar ya Nikon 70-200 G ya da Canon 70-200 L ile çekilmiş… Beni FF gövde almaya davet ediyorsunuz :)… 750d ve Em10m.2’yi satıp tek bir FF gövde mi alsam yanına da 70-200 bir lens… Cidden düşünmeye başladım bunu şimdi; yazarken canlı canlı 🙂
Hadi üstada sorayım, Nikon FF fiyat/performans oranı iyi hangi gövdeyi önerirsiniz, ilk aklıma gelen d610 veya d750… yoksa d800 hala alınır mı bu ikisi yerine… Hatta d810 mu… Malum elimdekileri satarsam 6000 ₺ civarı yapar… Kolay gelsin…
Yurtdışı da dahil tüm seyahatlerimde yanımda mutlaka bulunan, hatta neredeyse tüm seyahatim boyunca FF gövdemde takılı olan lenstir 70-200mm. Onun yanında boynumda asılı duran ve geniş açılı hızlı bir objektif takılı bir Olympus OM-D E-M1 MII veya Fuji X-T1 aynasız gövde mutlaka olur. Sırtımda en az bir FX geniş açı (muhtemelen Nikon 14-24mm f/2.8 Nano) ve Sigma 35mm f/1.4 ART objektif olan bir çanta.
Bahsettiğiniz gövdelerden D610 ve D800 almazdım. Bütçem yetiyorsa D810, yetmiyorsa D750 alırdım. Fiyat/performans ölçütü bana göre çok doğru bir kıstas değil. Kime göre, hangi performans? Bana göre çok önemli olan bir özellik bir başkası için listenin sonundayken, tersi de olabilir. Üstelik aradığınız tüm özellikleri tek bir kamera gövdesinde bulma şansı ne yazık ki çok çok düşük. Bulsanız dahi astronomik fiyatlara hazır olmalısınız!
Tekrar selamlar.
Hala almadıysanız Nikon D 850
Gezdiğiniz yerler gerçekten çok güzel. Bu yazılarınızdaki yorumların birinde iki tane makine ile gezdiğinizi yazmıştınız. Zor olmuyormu bu ben küçük bir makineyi bile zor taşıyorum bazen
Bu arada … anlatım stiliniz ve fotoğraflar harika … tebrikler
Uzun zamandır yurtiçi ve yurtdışı gezilerimde böyle gezdiğim için alışkınım sanırım. Bir de iyi şeyler için bazı zahmetlere katlanmak gerek 😊
Teşekkürler