Benim fotoğrafçılıkla tanışmam, gideceğim İngilizce yaz kampında hatıra olur düşüncesiyle fotoğraf çekme hevesi ile başladı. Orta ikinci sınıfta olduğuma göre, yıl 1968 olsa gerek. İlk temel fotoğrafçılık dersini de Salihli’de dönemin tanınmış fotoğraf stüdyosu Foto Teknik’e yaptığım ziyaretlerde aldım. Diyafram nedir, Enstantane ne işe yarar, mesafe ayarı nasıl yapılır ve film nasıl takılır… Kamp seyahatim öncesi kameraya benim adıma ilk film takıldı ve babamla Kastamonu’nun Abana ilçesine doğru yola çıktık, sabahın ilk ışıklarıyla Ankara’ya vardık. Kızılay’da indik, oradan Samanpazarı’ndaki Anadolu garajına geçtik. Öncesinde Kastamonu otobüsü ve arkasından Kastamonu’dan Abana’ya giden minibüs.
Elimde babamdan kalma Kodak Retina. Kahverengi deri kılıf. İçinde siyah-beyaz forte film takılı. Bu kadar kesin nasıl hatırlıyorum diye düşündüğümde, Forte filmin civciv sarısı bir plastik kutusu vardı, oradan hatırlıyorum. Dört haftalık dönemde birinci film bitti. Artık öğrendim ya fotoğrafçıdan satın aldığım ikinci filmi ben taktım. Fotoğraflamaya devam…
İngilizce kampının dönüşü İstanbul’aydı. Ben, Abana’dan, annem, halam, kardeşlerim ise Salihli’den gelecek ve İstanbul’da annemin dayısını ve diğer akrabaları ziyaret ederek ikinci bir tatil dönemi geçirecektik. Bir akşamın ilerleyen saatlerinde beni Taksim meydanındaki zamanın en tanınmış bir otobüs firmasının terminalinde karşıladılar.
Bu benim ailemden ilk uzak ve uzun ayrılığımdı. Bana uzun gelmiş miydi? Hatırlamıyorum. Geçirdiğim eğlenceli günler zaman kavramını bana düşündürtmemişti. Kampta Salihli’den sınıf arkadaşım Zübeyde’nin de olması benim için bir avantajdı. Ancak o nedense İstanbul’a değil de Ankara’ya dönmüştü, herhalde ailesi ile orada buluşmuştu. Kampta iki hemşeri olarak yakınlığımız daha sonra Salihli’de de devam etti. Daha sık görüşür olduk. Birlikte bisiklete binmek ya da Zübeyde’lerin evinin arka bahçesinde ferforje ayaklı mermer masada pingpong oynamak çocukluktan aklımda kalanlar. Her halde bu dönemde erkek arkadaşlarımdan uzaklaşma isteğim vardı. Zübeyde’lere giderken bana travma geçirten bir olay da, evlerinin ana cadde üzerinde olması ve geniş caddenin karşısında yer alan kahvelerin önüne sıralanmış sandalyelere oturanların beni süzmeleriydi.
Annemin dayısının evi Eyüp’teydi, ve ben de ona annem gibi Abdurrahman dayı diye hitap ediyordum. Fotoğrafa meraklı olması hatta basit plastikten bir agrandisör ile fotoğraf basması birlikte geçirdiğimiz günlerde fotoğraf üzerine epey konuşma yapmamızı sağladı. Nedense kampta bitirdiğim filmi banyo edip basmayı düşünmemiştik. Benim makinamda da hala film vardı ve bir türlü bitmek bilmiyordu. Ha babam çekiyordum. Babamın amcasına, Samet amcalara gittik. Karagümrük’te oturuyorlardı. Evleri Karagümrük’ün küçük meydanına açılan bir sokağın üzerindeydi. Nalbur dükkanları da meydandaydı. Şimdilerde “arasta” diye burnumuzun direği sızlayarak gezdiğimiz zamanın durduğu bir çarşı görünümündeydi meydan. Benimle yaşıt oğlu Erol’la gezmeye gidiyorduk. Tabii fotoğraf makinası da elimde. Bir gün eve dönüşte dolmuştan indik. Yanlış hatırlamıyorsam Edirnekapı tarafından geliyorduk. Dolmuş yoluna devam etti. Bir anda elimde makinanın olmadığını fark ettim. “Erol fotoğraf makinasını dolmuşta unuttum” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Erol da bana bağırıyordu unutkanlığımdan dolayı. Dolmuşun arkasından koşmaya başladım, arkamdan da Erol. Karagümrük’den başlayıp Atikali’ye kadar süren bir koşu. Trafik şimdiki gibi sıkışık değil ki arada yakalayalım dolmuşu. Yaz sıcağı. Ter içinde kaldık. Makine dolmuşun arka camının içinde duruyordu. Sevinçle aldım. Erol’dan laf yiye yiye eve döndük.
Salihli’ye dönüşte büyük hevesle Foto Teknik’e gittim. Elimdeki filmi verdim. Dükkan sahibi makinada bir türlü bitmeyen filmi çıkarmak için karanlık odaya girdi. Çıktığında “bu film takılamamış” dedi. “Nasıl yani?” dedim. “Yani filmi makaraya takamamışsın. Dolayısıyla film sarılmamış ve hiç şey çekilmemiş” dedi. Gene de banyo etti. Sonuç tamamen şeffaf çıkan bir negatif. Onun öncesinde çıkardığım diğer filmden de alacalı bulacalı, açık koyu bir sürü kareden tek tük tesadüfen ortaya çıkan fotoğraflar. Makine iyi fotoğraf çekmiyor. Elden geçirilip düzeltilmesi gerek. Elime aldığım tornavidalarla sonunda bir naylon torba içinde dağılmış bir fotoğraf makinası parçaları. İyi fotoğraf çekemezse olacağı bu tabi. Üniversiteye kadar derin bir sessizlik döneminin başlangıcıdır bu. Yani Bin Dokuz Yüz Yetmiş Üç yılına kadar. Beş yıl.
Üniversite yıllarında ilk refleks makinemi almamla, karanlık odada siyah beyaz fimle ve baskı işleriyle fotoğraf bende daha ciddi bir uğraş haline geldi. Başlangıç makinam “Mamiya TTL 1000” idi. Öncelikle film banyosunu plastik kap içinde kart baskısını da projeksiyonla duvara yansıtarak yapıyorduk. Üstelik film ziyan olmasın diye kare kare kesip uğraşırdık. “Biz” dememin sebebi, bütün bu işleri aynı evde kaldığım Tanju (Tunca) abiyle birlikte yapardık. Buradan dönüp geçmişe baktığımda işin karanlık oda tarafında fazla zaman geçirmişim. Geriye hatıra fotoğrafı çekimleri kalıyor. Eş, dost, akraba, okulda ve öğrenci yurdunda arkadaşlar, bebek doğumları, nişanlar ve düğünler. En önemli üç şeyden ikisi zamanın fotoğraf dergisinde yayınlanan iki fotoğrafım.
Bu fotoğraflardan birisi Gültekin Çizgen’in hazırladığı çocuk albümünde tam sayfa olarak yer aldı. Her nasılsa o albümün bir kopyası bende var. Ve daha önemlisi o fotoğraf hala elimde.
Salihli’de 1975 yılında 23 Nisan çocuk bayramında çekilmiş bir karedir bu.
Ve Bayrampaşa Şehir Tiyatrosu’nun sahneye koyduğu “İstanbul” adlı oyun için çektiğim fotoğraflar. Bunlar tiyatroda kaldı. Bu işe ön ayak olan kişi kaldığım yurtta “Ali abi” dediğim aynı zamanda bana masa tenisini de öğreten kişiydi. İstanbul Üniversitesi Hukuk ya da Siyasal da okuyordu. Aynı zamanda da Bayrampaşa Şehir Tiyatrosu’nda amatör oyuncuydu. Teklif ondan geldi ve ben de seve seve kabul ettim. İki rulo Kodak slide alıp verdiler. Oyunun içeriğine bağlı olarak iki hafta sonu Beyoğlu, Fener, Balat semtlerinde fotoğraf çektim. Teslim ettikten sonra Ali abinin bir provasını izlemeye gittim. Bugün gibi hatırlıyorum; provada üçüncü sırada oturuyordu. Oyunun yönetmeni Muhsin Ertuğrul’du. Ben de hemen arkasında provayı izledim. Benim için tarihi bir andı. Açılışa davetliydim. Oyun başladı. Muhsin Ertuğrul ön sıradaydı. Arkalarda hareketlenmeler oldu. Ne oluyor derken, karşıt siyasi görüşe sahip grubun tiyatroyu basmak üzere hazırlık yaptığı haberi alınmış. Koltukların altından sopalar çıkmaya ve dağıtılmaya başladı. Korkmuştum. Allahtan bir şey olmadı. Bu fotoğraflardan elimde sadece iki kare var. Bir tanesi Fitaş Pasajı’nın karşı kaldırımında kıyafetinden gayrimüslim olduğu anlaşılan bir kadının portre fotoğrafıdır. Ara sıra bakar, o kareden sonra nasıl bir yaşam sürdü diye merak ederim.
Nebil (Topuzlu) amca. Sınıf arkadaşımın babasının fotoğrafçılık mesleği ve tanışmamla birlikte karanlık oda faaliyetlerimiz, Nebil amcanın yüksek kaldırımda pul koleksiyoncularının arasında yer alan hem oturduğu hem de stüdyo olarak kullandığı dar üç katlı mekâna transfer oldu. Fırsat buldukça kaçar, zaman zaman sabahlara kadar süren fotoğraf işlerini birlikte yapardık. Linhoff marka bir makine kullanırdı. Aynen sokakta fotoğraf çeken şipşakcı tabir ettiğimiz esnafın kullandığı ahşap gövdeli bir şeydi. Özel plakalara çekim yapardı. Fabrikaların, şirketlerin ve ürünlerinin tanıtım fotoğraflarını çekerdi. Bir makinanın “tilt” objektif özelliğini ve bir mercek sisteminin netleme çizgisinin düz olmadığını ilk defa Nebil amcadan dinledim. Siyah beyaz çalışırdı. Tabii ben de. Kendi çektiğim fotoğrafları sadece agrandisör ve sistemleri kullanma adına cüz’i bir bedel karşılığı kendim yapardım.
TRT’de geçen günlerime ne demeli? Sanatçılar spotlar altında karşımızda dururken sadece seyretmişim. Elimde tek bir kare bile yok. Bu telafisiz bir kayıptır. Hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor hala. Ancak kendime de şunu sormadan edemiyorum; hadi seni yönlendiren olmadı, sen neden gözünü açıp etrafa daha seçici bakmadın ki? Bir Cumartesi günü Nükhet Duru’nun çekimi vardı. Ben de sahne aydınlatmasından sorumluydum. Çekime başlamadan önce sahne ışıkları altında bol bol fotoğrafını çekmiştim. Elimde bir tane var mı? Hayır.
Askerlik sonrası özel sektörde çalışmaya başlamamla fotoğraf iyice arka plana gitti. Sadece aile fotoğrafları ve yapılan iş ve tatil seyahatlerinde çekilenlerle sınırlı kaldı. Bu dönemde en önemli aşama daha çok “slide” çekmeye başlamış olmamdır.
1998 yılında Hong Kong’a yaptığım bir iş seyahatinde ilk dijital fotoğraf makinamı aldım. 640×480 çözünürlüklü 3x zoom olan bir modeldi. Nihayet 2004’de Panasonic Lumix FZ20 ile tekrar fotoğrafa döndüm. Artık karanlık oda bilgisayar içine girmişti. Kimyasallarla uğraşmak yoktu. 2003 – 2004 yıllarında dijital SLR makinaların gelişmesinde çok aşama sağlandı. 2005 de ilk dijital SLR makinamı aldım.
Artık iş seyahatlerinin içine fotoğraf bölümünü resmen eklemiştim. Tatiller zaten fotoğraf çekilecek yere göre ayarlanıyordu. Fotoğraflarımı birçok internet fotoğraf sitesinde yayınlamaya başladım. Bunların arasında günün fotoğrafı seçilenler, karma sergiye girenler oldu. Bu vesile ile fotoğrafa gönül vermiş insanlarla tanıştım ve yazıştım.
Hala sokak fotoğrafçılığına devam ediyorum. Fotoğraf için tanıştığım onlarca insan var. En keyifli anlar çektiğim fotoğraflarını aradan geçen süreye rağmen tekrar yanlarına gittiğimde insanlara vermek oluyor.
Tekrar görüşmek üzere…
Yorumlarınızı aşağıdaki “Yorumlar” kısmından benimle paylaşın.
Merhaba Okyar bey, hoşgeldiniz.
Yazılarınızın devamı ile, engin bilgi birikimi ve tecrübelerinizi bizimle paylaşmanızı sabırsızlıkla bekliyoruz.
Bu işe gönül vermiş sizin gibi değerli insanları bir arada görebilmek, onlardan bir şeyler öğrenebilmek ne güzel.
Çok teşekkür ederim.
Selam ve saygılarımla.
Çok sağ olun. Deneyimlerimizi kaleme alıp hem eğleneceğiz hem de karşılıklı bilgilerimizi artıracağız. Bizim için yorumlarınız çok kıymetlidir. Teşekkürlerimle..
Güzel , sempatik bir yazı 👍özellikle gençlerin okuması iyi olur , fotoğrafçılığa teşvik edici olur kanaatindeyim.
Teşekkürler
Sevgili Mehmet, çok teşekkürler. Ferahlatıcı, gülümsetici kolay okunacak tarzda yazmaya çalışıyoruz. Beğendiğinize sevindik. Bir yere ayrılmayın.
Mehmetçiğim,
Teşekkürler, beni bilirsin; paylaşmayı seviyorum. Sevgili Okyar ile paylaşılacak şeyler katlanmış oldu.
Sevgiler
Okyar Bey Merhabalar ;
Yazınızı oldukca samimi ve içten buldum. (Muhtelif sayıda kedi ile sürekli temas halindedir.) 😊 Devamını bekliyoruz. Yaşasın fotoğraf severler 🙂
Söylediklerinizin üzerine, benim de çok sevdiğim şu birkaç cümleyi paylaşmak isterim.
” İnsanlar ağaçlardan ders almalıdırlar. Çünkü onlar ne üzerlerinde barınan kuşların, ne gölgelerinde yatan insanların ne de verdikleri yemislerin hesabını tutarlar ! “
Tuğba hanım harikasınız. Cümlenize imzamızı atıyoruz. İnsan doğadan ders almalı ve saygılı olmalıdır. Yeni konularda görüşmek dileğiyle. Sevgiye saygıyla… Yaşasın fotoğraf ve fotoğrafa gönül verenler…
Sevgili Okyar Atilla Merhaba Ne kadar mutlu oldum. Kalemindeki akış, yazında bile mütevazı duruşun; çok beğendim. Herşey gönlünce ve gönlünüzce olsun. Saygı ve sevgimle Ahmet Tevfik Ceritoğlu
Sevgili ATC (bunu sevdim NBC ya da HCB gibi oldu) çok teşekkür ediyoruz. İltifatına ayrıca şahsen teşekkürler. Görüşmek dileğiyle. Selam ve sevgiler.
Ne güzel ne eğlenceli anlatmışsınız.Keyifle okudum yazınızı elinize yüreğinize sağlık..
Selma hanım çok teşekkürler. Bir yere ayrılmayın. Ayrıca fotoğraf kısmındaki yazılarımızda ilginizi çekecektir. Hadi bi de üye olu sitemize. Görüşmek dileğiyle.
not: 18 Ekim 2018 Perşembe İFOD da Tayfun Kocaman’ın fotoğraf değerlendirmesi var. Güzel olacak. Mutlaka gelin derim.
Değerli dostum,
Aramıza hoşgeldin.
Çok güzel ve dokunaklı bu yazı için çok teşekkür ederim.
Bunu başlangıç sayıyoruz, devamını dört gözle bekleyeceğiz.
Kalemine ve gönlüne sağlık.
Sevgili dostum,
Öncelikle yoğun emekle hazırladığın bu güzel, bilgi dolu web sitende bana yer açtığın için çok teşekkür ederim. Fotoğraf bizi tanıştırmış ve yakınlaştırmıştı. Şimdi birlikte yürümeye devam edeceğiz. Benim için gurur verici. Eminim çok özgün işlere imza atacağız. Paylaştıkça büyüyor ve gelişiyoruz. Ne güzel…
güzel yazı tebrikler. bu siteyi başından beri takip ediyorum. sebahattin hocam yine çok güzel bir iş çıkarmış bizim için. sizin gibi ustaları okumak zevk veriyor. devamını bekleyeceğiz..
Çok teşekkür ederiz. Yaşadıklarımızı ve yaptıklarımızı paylaşıyoruz. Beğendiğinize sevindik.
“tam zamanlı yönetici, gerçek zamanlı fotoğrafçı” sevdim bunu… İzniniz olursa kullanmak isterim. Trt yıllarına yazık olmuş gerçekten. Şimdi elinizde çok değerli bir belgesel havuzunuz olurdu. Ben bile üzüldüm 🙂 Tebrikler.
Noolur hatırlatmayın… Ancak genlerimizde olan “geçmişe takılıp kalma” hastalığının -nedense- Sebahattin ve bende olmaması avantajımız var. Hiç bir zaman “mışlı” zamanda kalmıyoruz. Ders çıkarıp geleceğe gidiyoruz. Profesyonel yöneticiliğin de en güçlü tarafı budur. Hayat ileri doğru yaşanır. Deyim oğlum bana uygun gördüğüdür. Ben de seviyorum ve instagram sayfamda da kullanıyorum. Kullanabilirsiniz. Görüşmek dileğiyle…
Abiimm gurur kaynağımız ,iyi ki varsın başarıların daim olsun.Seni seviyorum.
Yaz tatillerimizde Salihli’de kiler odamızda beni de tanıştırmıştın agrandisör ve siyah beyaz filmlerinle…..asistan olarak💕
Sevgili kardeşim, sanat böyle bir şey. Değerli insanlara bir araya gelmemize yardım ediyor. Ve birlikte 1+1>2 olduğunu gerçekleştirip duruyoruz. Amacımız gençlere ışık tutmak… Allah yolumuzu açık etsin.
🙏🙏
Film seridi gibi olmus, gencligimi hatirladim .. 19 yasta almanyaya gelmistim hala burdayim .. beyoglunun o halini dun gibi hatirlarim .. sag olasiniz .. sebahattin hocamada tesekkur yine en iyisini yapmis …
Siz de sağ olun. İyi ki varsınız.
Değerli Arkadaşım Okyar,
Seni bu yönünle tanımış olmak beni çok mutlu etti. Çalışma arkadaşlığı yaptığımız dönemde, ışe yoğunlaşmaktan başka bir düşüncemiz yoktu. Yazdıklarını okurken bu gerçeği daha da iyi anladım.
Sanat ile ilgilenmenin ne derece önemli ve değerli olduğunu çok güzel anlatmışsın. Seni yürekten kutluyor, çabalarının ve başarılarının devamını diliyorum.
Hasan İsmail Andiç
Sevgili İsmail, okuyup düşüncelerini paylaştığın için sevindim. Çok teşekkürler.
Okyar Bey, yaşamınızın fotoğrafçılık bölümünü anlattığınız dilimini bir nefeste okudum…Sizin özellike siyah-beyaz fotoğraflarınız eminim insanları çok duygulandıracaktır…Birgün beni geçmişe götürecek serginizle buluşabilmek umuduyla….Selamlar…Sevgiler.. MEHMET MOHAN
Sevgili Mehmet,
Uzun zaman sonra sesini duymak güzel. Beğendiğine sevindim. Bir yere ayrılmayın. Burada güzel şeyler oluyor. Görüşmek dileğiyle…
not: İzmir’e gelirsen ara görüşelim.
bu siteyi bu nedenle seviyorum. her şey kaliteli ve tadında. seviye yüksek. yazılar dolu dolu. okyar bey hoş geldiniz. çok güzel örnek bir yazı. tebrikler
Çok teşekkür ederim. Değerli yorumlarınız okudukça cesaretim artıyor. Yeni yazılarda buluşmak dileğiyle selam ve sevgiler.
waaaaw. ne zamandir girmemistim. neler oluyor neler. cok iyisiniz. ekip harika. hos geldiniz okyar usta. selamlar
Hoş bulduk ve teşekkürler. Sevgili dostum Sebahattin beni kendi yoluna çekti. Burada güzel şeyler oluyordu. Devam edecek. Selamlar…
Hoşgeldiniz Okyar bey
Çok özgün içten bir yazı tebrik ederim. Burada zaten kötü bir yazı çıkmaz ki. Renk kattınız. Sizin gibi ustalardan öğreneceklerimiz çok.
Selamlar.
Hoş bulduk. Kucakladığınız için teşekkürler.Bize olan güveninizi boşa çıkartmamaya çalışacağız. “ustalarda öğrenmek” konusunda valla kimseye bir şey öğretmeye çalışmıyoruz. Sadece paylaşacağız.Bu ifadeyle beni yıllar öncesine götürdünüz; Alsancak’ta genç bir sürücü -sanırım başka birinden kaçarken- benim arabama çarptı. Şikayetçi olup polis kontrolünde kan vermeye gittiğimizde polis bana şöyle dedi:”yaralanma yok bir şey yok, uğraştırma bizi”. Ben de saf saf şunu dedim: “Bu gence ders olsun, öğrensin diye”. O genç ne dedi biliyor musunuz? Şöyle ortaya elini sallayarak “ben istemedikten sonra bana bir şey öğretemezsin”. Hayatta aldığım önemli derslerden biriydi. Çocuk çok haklıydı. Eğer öğrenmek isterseniz okuduklarınızı, gördüklerinizi başkalarının tecrübelerini içselleştirir öğrenirsiniz. Bizde zorlama yok. 🙂
sevgiyle kalın… Görüşmek dileğiyle.
Biz öğrenmek istiyoruz Okyar bey problem yok 🙂
Selamlar
Okyarım eline yüreğine kalemine sağlık harika bir anlatım. Rahmetli Tanju ile karanlik oda maceraları unutulacak gibi değil. Yolun açık olsun nice başarılara inşallah.
Ferda ablacığım, Erol abiye de bulaştırmıştık. Tele objektif diye takmış ve almıştı. Çok güzel günlerdi. Sevgiyle kucaklıyorum.
Okyar bey aramıza hoşgeldiniz. Bilgilerinizi paylaşmanıza devam etmenizi rica ediyoruz. Sabahattin bey kendinden beklenileni yapmış zaten kaliteli siteyi daha da kaliteli hale getiriyorsunuz. Bu siteyi o nedenle takip ediyorum. Yazım dilini çok akıcı anlaşılır ve samimi buluyorum.
Çok teşekkür ederim. Sizinle birlikte olmak heyecan verici. Sebahattin Dostum bana yeni bir yol açtı. Paylaşarak yürüyeceğiz. İyi ki varsınız.
Merhaba Okyar dost!
fotoğraf öykünüzü zevkle okudum.
Benimkiyle ne çok paralellik var!
sevgimle…
Değerli Gönenç Dostum, sizi burada görmek benim için büyük mutluluk. Bizi dost yapan benzer hikayelerimiz, benzer düşüncelerimiz ve hayat anlayışımız değil mi? Ne güzel. Bu arada Humberto ile instagram üzerinden ara sıra yazışıyoruz. sanırım 28 mm’i kullanmaya başladı. Görüşmek dileğiyle.
Modern hayatın bir saklama kılavuzu olarak bilinse de fotoğraf çekmek, bazıları için ise hayatı ebedi bir şekilde tutabilmektir. Okyar abi ise için bu gerçek “zamanı bilgece tutan adam” olmalı.
Bir fotoğraf karesinde anlatılanları değil, yaşanılanları okutan bir bilgedir Okyar abi. Edindiği bilgi hazinesi, yıllara rağmen hala en güncel haliyle hiç bir soruyu geri çevirmemesi, bir gölge kadar eğilen alçak gönüllülüğü, tanımadığı insanların heyecanına umut olan biridir Okyar abi.
Muazzam bu yazı için öncelikle, Kalemine, gönül ve akıl gözüyle baktığın hayata teşekkür ederim. Sen baktıkça öğreniyor, umut ediyoruz.
Kalemin hiç tükenmesin.
Bursa’dan bir tanıdığın.
Sevgili Hasan, güzel düşünce ve duyguların için çok teşekkürler. Bilgilerimizi paylaşarak oluşturduğu mutlu ve neşeli ortam bizi fazlasıyla motive ediyor. Bilgilerin işe yaradığını görmek bizi sevindirdiği gibi tarafınızdan ürettiğiniz farklı fikirler, düşünceler ve uygulamalar da bizim öğrenmemizi ve gelişmemizi sağlıyor. El ele, fikir fikre yürüyüp gidiyoruz işte. Görüşmek dileğiyle.