Doğadaki her şeyin kendine has bir dokusu vardır ve bunların çoğu her an gözümüzün önünde öylece durmaktadır. Cep telefonumuzda veya elimizde tuttuğumuz bir fotoğrafta gördüğümüz kayalıkların üzerindeki kıvrımları ve dikenli çalıları fiziksel olarak hissedemeyiz. Gerçek yaşamda dokuyu “o şeyin bize nasıl hissettirdiği” olarak tanımlayabiliriz; granitin yüzeyini pürüzsüz ve kaygan, zımpara kağıdını pürüzlü ve iç gıcıklayıcı gibi… Fotoğrafta doku, bu şölenin görsel yönüyle ilgilidir.
“iPhone Günlükleri” ve doku fotoğrafçılığı fikri nasıl başladı?
Her şey, üzerinde çalıştığım ve yakında yayına alacağım yeni yazımda kullanacağım bir fotoğraf seçmek için arşivlerimin yüklü olduğu harici hard disklerimde tarama yapmak istediğimde başladı. Disklerime erişemiyordum! Kısa bir süre önce çalışma masamın düzeninde kapsamlı bir değişiklik yapmıştım ve disklerimin yerlerini bu yeniden düzenleme sırasında değiştirmiştim. Hızlı birkaç deneme sonucunda problemin USB kabloda olduğunu farkettim ve kabloyu oturduğum koltuğun üzerine koyup iPhone 13 Pro cep telefonumla konnektör bacaklarının çok yakından fotoğrafını çektim. Amacım, sökme takma sırasında oluşması muhtemel basit bir pin oynaması varsa onu düzeltebilmekti. Çektiğim fotoğrafı cep telefonumda açtığımda gözüm direkt olarak koltuğun kumaşındaki dokuya kaymıştı. Pencereden süzülen yumuşak ışık koltuğun üzerine öyle bir açıyla vurmuştu ki, çok etkileyici bir sahne oluşturmuştu fotoğrafta. Telefonumla benzer birkaç deneme daha yaptım, sonuçlar oldukça etkileyiciydi!
Fikir böyle oluştu. Adını “iPhone Günlükleri” olarak belirledim ve ilk çalışma konusunun “Fotoğrafta doku” olmasına karar verdim. Tamam, belki proje adı olarak çok yaratıcı olmayabilir ama aklımdaki içeriği gerçeğe dönüştürebilme düşüncesi beni heyecanlandırdı. Sizin yorum ve düşünceleriniz ne olacağını merak ediyorum.
Doku sürecinde öğrendiklerim
Üç boyutlu bir nesneyi fotoğrafladığımızda, baskı da alsak bilgisayar ekranımızda da açsak onu iki boyutlu bir biçimde görüntüleriz. Bu da genellikle görüntünün oldukça düz ve cansız görünmesini sağlar.
Nesnede kendi gözlerimizle gördüğümüz şekil, biçim ve doku, bir fotoğraf karesinde genellikle donuk ve sıkıcı görünür. Bunu ortadan kaldırmanın yolu dokuyu öne çıkarabilecek fotoğraflar çekmekten geçiyor. Doku, dokunma hissi uyandırma gücüne sahip olduğundan, fotoğrafımız doğru bir teknikle çekilirse seyirciyi çeker ve parmaklarını fotoğrafımızdaki doku üzerinde gezdirme isteği uyandırır.
Dokuları, onlara dokunmadan, gözlerimizle fark etmeyi öğrenmek biraz pratik gerektiriyor. Bu, bir fotoğrafçı olarak geliştirilmesi gereken temel bir beceri olduğundan, henüz bu işin çok başında biri olarak söyleyebilirim ki; buna biraz zaman ayırmaya kesinlikle değer.
Paslanmış, boyası kalkmış bir metale dokunduğumuzda verdiğimiz tepki, pofuduk bir golden yavrusunun tüylerine dokunmaktan çok farklı olacaktır. Bir yaprağın kadifemsi narin dokusunu hissetmek, yıllanmış bir ağacın sert kabuğuna dokunmaktan farklı bir tepki uyandıracaktır.
Bunu olabildiğince çok farklı dokuyla deneyimleyince, kumsalda yürürken fark etmeden üzerine bastığınız minik çakıl taşlarının kum üzerinde oluşturduğu dokuları fark etmeye başlıyorsunuz.
Bir kadife kumaşta, bir şeftalinin kabuğunda, metruk bir yapının duvarlarındaki soyulmuş boyada, bir kayanın yüzeyinde, yıpranmış bir ciltte, bir insanın yüzündeki yılların izlerini taşıyan karizmatik kıvrımlarda, paslı bir metalde… ve bunlar gibi sayılamayacak türde dokular fark edersiniz.
Eski bir binanın dış cephesindeki duvar uzak mesafeden bakıldığında bir anlam ifade etmiyordu. Ancak yeterince yakınlaştığımda aşağıda göreceğiniz gibi, yıllara karşı koyduğu mücadelede aldığı yaraların ve geçen zamanın bıraktığı derin izlerin ipuçlarını veriyordu.
Ben, metruk bir yapı gördüğümde, zamanında burayı paylaşan insanların yaşanmışlıklarını, onların o zamanki yaşam koşullarını hayal etmeye çalışırım. “Acaba şu odada kimler yaşadı” diye düşünür, oynayan çocukların gülüşmelerini, yeni doğan bir bebeğin ağlamasını duyarım.
Bir ören yerindeysem, surları oluşturan duvar taşlarına dokunur, onu bu şekle sokan taş ustasının yerine koyarım kendimi. “O zamanın olanaklarıyla, hangi zorluklarda çalıştı ve emeğini ne pahasına harcadı” diye hayallere dalarım.
En iyi dokular genellikle çoğu izleyicinin kolayca fark edemeyeceği küçük ayrıntılarda gizlidir; bir kumaşın dokumasındaki incelikler, ağacın kabuğundaki desenler veya eski bir mobilyanın yüzeyindeki soyulan boya veya aşağıdaki fotoğrafımda gördüğünüz dalını terk etmiş bir çınar yaprağı gibi…
Bu fotoğrafı sitemizin otoparkında çekmiştim. Işık, çimlerin üzerindeki çınar yaprağını çok güzel aydınlatmıştı ve yaprak tüm gece yağan yağmurun etkisiyle ve çevresindeki diğer bitkilerle çok güzel görünüyordu. Buradaki detayları yakalamak için olabildiğince yakınlaşmam gerekmişti.
Ayrıntıları en iyi şekilde yakalamak için AF/AE odağını kullanmak
Doku fotoğrafçılığı, adından da anlaşıldığı gibi doku oluşturan küçük ayrıntılara çok fazla önem verdiğinden, işin temeli görüntünün keskin ve odaklanmış olmasını sağlamaktır. iPhone’da bunu yapmanın en doğru yolu, parmağınızı ekranda kameranın odaklanmasını istediğiniz yerde birkaç saniye basılı tutarak odak noktasını kilitlemektir. Bunu yaptığınızda odak noktasının etrafında sarı bir kutu belirecektir.
Yakın plan çekim yaparken deklanşöre dokunurken telefon sarsıntısını engellemek için bir cep telefonu üçayağı kullanmak bu gibi durumlarda oldukça yardımcı oluyor. Aksi durumda telefon elimizde olacağından, çok hafif bir el titremesinin netliği bozması sürpriz olmayacaktır.
Farklı açılardan çekim yapmak
Her doku benzersizdir, bu nedenle etkileyici sonuçlar elde etmek için en iyi kareyi yakalayana kadar farklı mesafelerden ve açılardan çekimler yapmaktan kaçınmamak gerek. Her zaman yakından değil, bazen uzaklaşmak da gerekir.
Farklı açılardan çekim yapmak ışığın dokulara çarpma şeklini ve bunun yanı sıra bakış açımızı da değiştireceğinden, sonucunda sıradışı görüntüler elde etmek çok sürpriz olmayacaktır.
Sonuç
Bir noktada iyi fotoğraf fikirleri bulmak konusunda sıkışıp kaldıysanız ve fasit bir döngüye kapıldığınızı hissediyorsanız, dokular için hemen yanınızdaki nesnelere bu gözle bakmayı deneyin. Yaratıcılık çarklarınızın nasıl yeniden dönmeye başladığını hissedeceksiniz!
Umarım bu makale, pandemi döneminin mirası üzerimize çöken ataletin duraksattığı fotoğraf hevesinizin yeniden canlanmasına vesile olur.
Aşağıdaki “Yorumlar” kısmından bu konudaki bilgi, deneyim ve görüşlerinizi bizimle paylaşmaya ne dersiniz?
Telefon “can” dır… Yeter ki görmesini bilelim.
Merhabalar, öncelikle bu güzel yazınızı bizimle paylaştığınız için size teşekkür etmek isterim. Benim yazıyı okurken konu dışında başka bir durum dikkatimi çekti ve sadece bunu paylaşmak istedim. Profilinizde Türkçe yazım kurallarına uymayanlarla aranızın iyi olmadığını belirtmişsiniz o nedenle ben de sizin yazınızda gördüğüm hataları belirtmek isterim. ‘fark etmek’ ayrı yazılır, direk değil ‘direkt’, -da/-de bağlacı hiçbir zaman -ta/-te olarak yazılamaz, ‘terk etmek’ ayrı yazılır. Bunlar benim dikkatimi çeken yazım hatalarıydı.
Mücahit bey merhaba,
Öncelikle beğeniniz için, ardından dikkatiniz ve nazik uyarınız için teşekkür ederim. Yazımda gerekli düzeltmeleri sayenizde yapmış oldum.
Saygılar.
Güzel örneklerle her zamanki gibi ilham verici bir yazı. Teşekkürler.
Teşekkür ederiz Ayşenur hanım.
Saygılar.
Sebahattin beyciğim,
Fotoğraf çekmek için değişik fikirlerin nasıl bulunabileceğine dair çok iyi bir makale okudum az önce. Var olun.
Selamlarımla.
Hüseyin bey merhaba,
Teşekkür ederiz.
Dost selamlarımızla.
İster ev ortamının konforunda, ister sokakta, ister doğada. Sonsuz seçeneğin olduğu bir fotoğraf konusu.
İlham verdiğiniz için çok teşekkür ederim Sebahattin bey.
Selam ve saygılarımla.