Fotoğraf: Adnan Ataç (@adnanatac.prof)
Geçenlerde ciddi bir belgesel kanalı izliyordum sevgili Mikdat, kayısı konusunu inceliyordu.
Belgesel denilince, benim için akan sular durur. Bir şeyler öğrenmek, eksiğim varsa gidermek, yanlışım varsa düzeltmek açısından değer verdiğim için özel ilgi gösteririm.
Öyle ya, senaryo gereğince merakımızı artırarak bizi ekran başına kilitleyen, yayıncıların, yapımcıların ve reklam verenlerin gelirini artırmak amacıyla yayınlandığına inandığım kurgu dizilerden birisini izleyip vaktimi öldüreceğime, belgesel izler bir şeyler kapmaya çalışırım daha iyi.
İşte böyle bir yapımı izlerken kaysıdan yapılan ürünler gösterildiği sırada konu reçele gelmişti. Reçel üretimi için ileri teknoloji bir tesis olduğu görüntüsünü hissettiren bir fabrikadaki üretim seçilmişti. Kaysının şeker şurubu ile karşılaştığı pişirme kazanı görüntüsü dikkatimi çekti. Kazana renksiz, berrak ve kıvamlı bir sıvı akıyordu. Anlatan bunun “sıvı şeker” olduğunu açıkladı.
İşte konunun hassas noktası burada yatıyor. Şekerin kayısı ile karıştırılıp reçel yapıldığı bir görüntü ortada yoktu, “sıvı şeker” olarak adlandırılan ürün kayısıya katılıyordu.
Mikdat “sıvı şeker” diye bir şey var mı? Reçel üretiminde meyve ile birlikte toz şeker kullanılır değil mi? Öyle bir ürün gösterilmediğine göre ve onun yerine farklı bir isimle aslını çağrıştıran ürün devreye giriyorsa, dikkatli olmalısın. Muhtemelen bu sıvı mısır şurubudur.
Sevgili Mikdat insan türünün geçmişi, milyonlarca yıla tarihleniyor. Başlangıçta avcı ve toplayıcıydık, ne bulursak onunla besleniyorduk. Bunlar çoğunlukla sebze ve meyveler, biraz da av hayvanlarıydı. Organizmamız da onları sindirecek şekilde gelişti. Yakın geçmişte değiştik.
On bin sene önce tarım yapmayı öğrendik, yerleşik yaşamı benimsedik ve yoğun şekilde tahıllarla beslenmeye başladık. Çünkü kurutulup saklanabiliyor ve her mevsim erişilebiliyordu. Peki, bu on bin sene zarfında buğdaya uyum sağlayabildik mi? Hayır. Yarımız glüten hassasiyeti yaşıyor. Başta diyabet ve geçirgen barsak sorunları olmak üzere çeşitli hastalıklarla boğuşup duruyoruz.
Zamanla devreye şeker (sakkaroz) girince, metabolizmamız allak bullak oldu ve hâlâ alışamadık.
Daha kötüsünü ise çağımızda yaşamaya başladık. Mısır nişastasından elde edilen glikoz ve früktoz şurubu devreye girdi. Bu ürün çok lezzetli ve ucuz, beğenerek yiyoruz.
Avcı-toplayıcı zamanımızda tükettiğimiz meyvedeki, gerçek glikoz ve früktozu tanıyıp yakılması için insülin salgılayan pankreasımız, yeni nesil glikoz ve früktozu tanımıyor. Peki, ne oluyor? Yakılmayan yapay şeker kanımızda dolaşıp başta beyin hücreleri olmak üzere, tüm hücrelerimizi bozuyor. Hormon dengesinin ve karaciğer fonksiyonlarının bozulmasına yol açarak vücut direncini düşürüyor. Diyabet, kalp ve damar hastalıkları, kanser, yangı/iltihaplanma gibi birçok rahatsızlığımızın temelinde yer alıyor. Acıkma hissi ve bağımlılık yaratarak bizleri şişmanlatıyor.
Peki, mısır şurubu sadece reçele mi girmektedir? Hayır, hazır yiyeceklerin çoğunda bulunabilir.
Peki, ne yapabilirsin? İnsanları yoğun reklamların etkisinden koparmak zor. Sadece doğru ve yararlı olanı konuş, alan alır… Sen kendine bak Mikdat. Kelebekler gibi ol, doğal yaşamaya bak, dağlarda ormanlarda dolaş, çokça hareket et, az ve organik beslen… Hadi kal sağlıcakla…
Mikdat Besni