Bu yazı dizimizde portre fotoğrafçılığı ve portre fotoğrafçılığı için lens tercihi konularına değineceğiz. “Portre fotoğrafçılığı” kelime anlamı olarak bakıldığında; kişinin yüzünü ya da bel üstü fotoğrafını çekmektir. Bu, portre fotoğrafçılığı için çok genel ve yetersiz bir tanımlamadır. Derinlemesine bir tanım kullanacaksak, portre fotoğrafçılığı; fotoğrafı çekilen kişinin duygularının, yaşantısının, bazen de toplum içerisindeki sosyal konumunun fotoğraflanmasıdır. Fotoğrafı izleyen kişinin zihninde bir hikaye oluşmamışsa bu bir portre fotoğrafı değildir.
İyi bir portre fotoğrafçısı, fotoğrafladığı modelin yüzünü değil,
o yüzün hikayesini fotoğraflayabilen fotoğrafçıdır.
Fotoğrafçılık alanında birçok terim bazen bilerek, bazen kullanım kolaylığı nedeniyle birbirinin yerine kullanılmaktadır. Örneğin 100mm ve üzeri objektifler için dar açı terimi, değişken odaklı objektifler için (14-24mm, 24-70mm, 70-200mm vb) zum lens tabiri kullanılırken, bazı durumlarda dar açı objektifler için de zum lens tanımı kullanılabilmektedir. Ben de burada dar açı objektifler için zum lens tanımını kullanacağım.
Portre fotoğrafçılığı için lens tercihi konusunda birçok farklı görüş vardır.
Ancak ben bu görüşlerden ziyade kendi tecrübelerimden yola çıkarak açıklamalarda bulunacağım.
Fotoğrafçının elinde, kullanacağı ekipman ve bir insan vardır, ama
ANLATILMASI GEREKEN KOCAMAN BİR HİKAYE SİZİ BEKLEMEKTEDİR.
İşin zorluğu tam da burada başlar.
Öncelikle fotoğrafçı modelinin hikayesini bilmeli ya da sezinlemelidir. Sonrasında bu hikayeyi en etkili anlatabilecek unsurları bir araya getirmek kalır fotoğrafçıya. Bu yazımızda o unsurlardan biri ve en önemlilerinden olan lens tercihine değineceğiz.
Her zamanki gibi en iyi sonuçları sabit (prime) lensler ile alırız. Elbette fotoğrafçılığın her alanında olduğu gibi ISO, Diyafram, Perde hızı, Alan derinliği, Pozlama kavramları de çok önemlidir. Bunun teknik detayına burada girmek sıkıcı olur. Ben burada daha çok odak uzaklığı üzerinde durmak istiyorum.
Modelimizin fotoğrafını düz bir arka plan önünde çekeceksek en doğru tercih 50mm ile 100mm arasındaki lensler olacaktır. Çünkü arka planda bir hikaye yoktur. Tek yapmamız gereken modelin yüzündeki hikayeyi ortaya çıkarmaktır, ki bu en zorudur. Arkada bir hikaye olmadığı için genişaçı lens kullanmaya gerek yoktur, ya da arkada istemediğimiz bir hikaye olduğu için zum lens kullanarak arka planı öldürmeye de gerek yoktur.
Zum lens etkisinin olmadığı ama zum da olmayan lens aralığı buradaki en doğru tercihtir, bu da 80-85 mm aralığıdır.
Peki, örneğin stüdyoda düz arka zeminde 200mm ile portre çekersem ne olur?
Birgün stüdyoda 200mm ile çektiğim portrede kulakları biraz büyük (kepçe) olan bir modelin kulaklarının daha da büyüdüğünü gördüğümde bunu öğrenmiştim.
Zum lenslerde (100mm üzeri, örneğin 200mm), perspektif etkisinden dolayı netlik aldığımız gözlerin arkasında kalan kısımlarda (kulaklar, saç, varsa modelin eli vb) normalinden farklı bir büyüme gerçekleşir. Oluşan bu durum fotoğrafınızda istenmeyen görsel bozulmalara neden olacaktır.
Geniş açı lensin arka plana kattığı geniş alan görünürlüğü de işinizi zorlaştıracaktır. Burada geniş açıdan kastım tabii ki 35mm ve daha geniş açılı (24mm, 14mm vb) lenslerdir.
Aşağıdaki fotoğraflar 80mm, 85mm ile çekilmiş portre örnekleridir.
Bazen modele çok yaklaşmamanız hatta ona hiç görünmemeniz gerekebilir.
İşte bu durumda zum lens kaçınılmazdır, örneğin 200mm bu fotoğraflar için uygun bir lens olacaktır. Bu tarz fotoğraflar zaten bir hikayenin içindedir. Yani modelin o an içinde bulunduğu ortam da hikayeye dahildir. Bir üstte bahsettiğim perspektif etkisi burada bizi rahatsız etmez. Çünkü model ile arka plan aynı hikayenin içindedir. Ve büyüme modelle birlikte arka plana doğru devam eder. Bu gerçek dışılık izleyeni rahatsız etmez. Fotoğrafçı ile modelin göz teması kurduğu fotoğraflarda da zum lens tercih edilebilir. Zum lensin fotoğrafa kattığı etki bir tercih sebebidir. Ama ortaya çıkan görüntü insan gözünün gördüğü gerçeklikten uzak olacaktır.
Aşağıdaki örnekler bu açıklamaları daha iyi pekiştirecektir.
Bir çok portre fotoğrafçısından ‘’50mm portre lensidir’’ sözünü işiteceksiniz.
Aslında olayın özü şudur: 50mm insanın görüş açısına çok yakın bir fotoğraf verdiği için fotoğrafın gerçekliği ve inandırıcılığının kuvvetli olmasıdır. Daha açıkçası fotoğrafı izleyenler sanki izlediği fotoğrafı gerçekte görüyormuş gibi hisseder. Bunu bir 200mm’de veya 24mm’de hissedemezsiniz. Çünkü bu lensler fotoğrafa insan gözünün gördüğünden farklı bir fotografik etki katarlar. Özellikle belgesel nitelikli portrelerde 50mm aralığı fotoğrafın gerçekliğine katkı sağlayacaktır. Bu lenste, fotoğrafçının bakışı (lensi) değil insanın bakışı esastır. Yani evrensel olandır. Çektiğimiz portrede de o anki gerçekliği veriyorsak işte size en iyi fotoğraf.
Bazı portrelerde arka plan hikayenin bir parçasıdır.
İşte bu durumlarda arka plan fotoğrafa ne kadar girerse hikaye o kadar güçlü olacaktır. Bu durumda en iyi odak aralığı 24mm ile 35mm aralığı olacaktır. 35mm daha tercihimdir. Çünkü 24mm de oluşabilecek bükülme ve eğilmeler (distorsiyon) modelin yüzünü bozabilir. 35mm’de ise iyi bir lens markası tercihi ile en aza indirgenmiş bir distorsiyon olacaktır, bu da kısmen düzeltilebilir. Arkadaki hikaye güçlü ise, portre fotoğrafını daha iyi dramatize eder ve fotoğrafçının işini kolaylaştırır.
Bu yazdıklarım bir kural değildir.
Zaten fotoğrafçılıkta kurallara bağlı kalmak da yaratıcılığınızı sekteye uğratabilir. Bazen genel kabul görüşün dışındaki yaratıcı işler özgün ve dikkat çekici olur. Ancak evrensel görsel öngörüleri bizi bu tercihlere doğru itiyor.
Şunu hiç unutmayalım ki,
En iyi portre fotoğrafı,
izleyicisinin zihninde o fotoğrafın hikayesini yazabildiği fotoğraftır.
Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…