Öncelikle filmi geriye sarıp geçmiş zamana kısa bir yolculuk yapalım ki anlamlı ve samimi bir sohbet atmosferi oluşsun. Malûmları olduğu üzere kaleme aldığımız metinler kısa sayılmaz, çoğunlukla sayfalar süren uzun metinlerdir. Uzun metinlerin nedeni, meramımızı yazılı metin aracılığıyla yekpare anlatabilmenin yolunun bundan geçmesidir. Mamafih uzun metinlerin okuyucusu sınırlıdır. Ancak bu vaziyet bizi hiç mi hiç rahatsız etmiyor. Çok okunan biri olmak derdinde değiliz çünkü. Sınırlı sayıdaki okuyucunun ağız tadıyla metni okuyabilmesi için ise, metinlerin akıcı ve anlaşılabilir olması icap eder. Bundan ötürü sohbet atmosferi oluşturmaya gayret etmekteyiz.
Öteden beri söylenegelir: “Önce söz vardı.” Genel geçer hale gelmiş kalıpla (klişeyle) başlayıp onun çevresinde ufuk turu yaparsak, dil meselesini daha rahat irdeleyebiliriz.
İnsan evladı önce işaretlerle, yani vücut diliyle iletişim kurdu. Fakat ilk insanın sağır ve dilsiz olduğunu iddia eden ve/ya böyle bir savı kanıtlayacak veri sunabilen hiçbir bilim insanı çıkmadı bu güne dek. İnsan doğasını dikkate alınca, bağırıp çağırmak suretiyle seslerden de yararlanmış olacağını düşünmek pekâlâ mümkündür. Bu bilgiden yola çıkınca, “insanlığın başlangıcında en ilkel haliyle hem işaret dili, hem de fonetik vardı” denebilir. İnsanın taklit kabiliyetini dikkate alınca, kuşların, böceklerin, çeşitli memelilerin seslerini taklit ederek yol aldığını, doğadaki seslerden de yararlandığını düşünmek yanlış olmasa gerektir.
Zaman insan lehine, insandan ötürü diğer canlıların aleyhine ilerleyen bir sürece girdi. Çünkü insan türü olağanüstü kabiliyetler geliştirdi. Kelimeler, sözcükler, cümleler üretti, alet edevat yaptı, hayvan evcilleştirdi, tarım yaptı, barınak inşa etti. Özetle, insan evladı üretim yeteneği geliştirdi.
Doğal olarak ilkin fiziki ihtiyaçlarını karşılamaya çalıştı. Beslenme, barınma, güvenlik ve sağlık gibi hayatta kalabilmenin olmazsa olmazlarını karşılama olanaklarını gün be gün geliştirdi. Yaşamın devamı için elzem olanlar konusunda küçük bir konfor sağladıktan sonra da hayatın akışı içerisinde kendiliğinden kültürel ihtiyaçlarını karşılamaya yöneldi. Yiyecek stoklayarak güvenli beslenme koşulları hazırlayan ve boş zaman yaratan insan, kaygısız zamanlarda kültürel ihtiyaçlarını gidermeye yöneldi.
Gözlem yaptı insan evladı. Gözlemlerinden sonuçlar çıkarttı ve yaşamını buna göre düzenledi. Masal uydurdu, önceki kuşakların avlanma yeteneklerine ve cesaretine dair hikâyeler anlattı. Çizime, yontuya merak sardı. Yaptığı işi kolaylaştıran, daha fazla üretmeyi sağlayan alet edevat için zihinsel etkinliğe yöneldi, denemeler yaptı. Hastalanan veya yaralananlar için şifalı bitkiler topladı.
Sabit mekân inşa etmenin ve yiyecek stoklamanın belli bir evresinden sonra insan evladının ortak üretim, paylaşma, yardımlaşma, dayanışma yeteneği zayıflamaya yüz tuttu ve bu serüven, daha fazlasına sahip olabilmek arzusuyla kavgaya, çatışmaya kadar vardı. Yerküre üzerinde ne zaman ki arazi sahiplenme başladı, o zaman kavga da büyüdü. Aynı alanı paylaşan topluluklar büyüdükçe, takas (mübadele) daha yüksek hareket kazandı. O da kayıt tutmayı zorunlu hale getirdi. Çeşitli semboller içeren yazı dili böyle bir zorunluluk sonucu ortaya çıktı.
İnsanın doğası, iletişim ve bilgi için işaret dili, söz (yani konuşma dili) ve yazı dili üretmeye elverdiği için, birbirinden çok uzak coğrafyalarında çeşitli insan toplulukları birbirlerinden habersiz şekilde hem lisan geliştirdiler, hem de yazı ürettiler. Lisanlar aynı değil, yazı formları aynı değil ama lisan her toplulukta, en naif haliyle işaret dili (semboller) her toplulukta, yazı olduğu kanaatine yol açacak nitelikteki dil ise pek çok toplulukta var.
Henüz konuşma yeteneği kazanamamış küçük bir çocuğu nemli toprağın, ıslak kumun üzerine bırakın ve izleyin. Muhakkak çamurdan, kumdan çeşitli formlar yaparak vakit geçirecektir. Şimdilerde popüler olan kavram ‘fıtrat’ olduğu için, ona atfedelim. Evet, insan evladının fıtratında bu var. Yapma, etme, üretme kabiliyetine haiz bir canlı türüyüz.
Ancak insan evladının fıtratında olumlu-olumsuz başka şeyler de var. Diğer canlılarda iyi-kötü kavramı yokken, insan türü için bu kavramlar düşünürlerin masasından hiç eksik olmadı.
Yin-Yang, Habil-Kabil, … Kültürel hayat böyle söylenceler üzerine biçimlendi.
Avcı toplayıcı süreçte iken insanlık azami ölçüde dayanışma hali yaşıyordu. Sonraki evrede ise Şef, Büyücü, Savaşçı üçlüsü topluluğa egemen oldu. Güvenlik ihtiyacı için savaşçıya, sağlık için büyücü-şifacıya, eşgüdüm ve yönetim için Şef’e gereksinim vardı. Ve tabii ki çalışıp üretecek insan lazımdı. Böylece sınıflar doğdu ve Komünal toplumdan Köleci topluma geçişi sağlayan süreç bu şekilde inşa edildi.
İnsanın serüveni, o zamandan başlayarak Feodal Derebeyliklere, Krallıklara, İmparatorluklara, Monarşi’ye yol aldı, sonra Kapitalizme ve İleri Kapitalist Sisteme erişti. Geride kalan binlerce, onbinlerce yıl boyunca sürekli acı, ıstırap üretildi. Üstelik insan, kendi türü için ürettiği acının, ıstırabın yüz mislini, bin mislini diğer canlılar için üretti.
Kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş olan insanlık macerası bundan sonra iyiye evrilir mi? Çok zor. Muhtemeldir ki çok daha zor ve acımasız koşullara doğru yol alıyoruz.
İnsan evladı bu çok uzun yolculuğu sırasında, her aşamada durmaksızın üretti, inşa etti.
Maddi üretimi bir kenara bırakalım, kültürel üretimi konuşalım demek isterdik ama diyemiyoruz. Çünkü her türden maddi üretim, kendisiyle birlikte kültürünü de inşa ediyor. Toplumun farklı kesimleri, sosyal sınıflar kendi kültürlerini inşa ediyorlar. Köle sahibi kendi kültürünü, Köle kendi kültürünü üretti. Aristokrat kendi kültürünü, Uşak-Hizmetkâr kendi kültürünü, Serf kendi kültürünü üretti. Burjuva kendi kültürünü, Küçük Burjuva kendi kültürünü, Proleterya kendi kültürünü inşa etti.
Meslek grupları dahi, bir meslek kültürü inşa ederler. Çiftçiler kendi kültürlerini, Hekimler kendi kültürlerini, Akademisyenler kendi kültürlerini, Medya mensupları kendi kültürlerini, Marangozlar kendi kültürlerini inşa ederler.
Sanat ortamında da durum böyledir. Şairler, ressamlar, sinemacılar, tiyatrocular, yontucular, edebiyatçılar, dansçılar, müzisyenler, …bulundukları ortamın kültürünü üretirler.
Fotograf teknolojisi ve sinema teknolojisi kendi kültürünü üretmedi mi? İnsan evladının inşa ettiği köyler, kasabalar, kentler kendi kültürlerini üretmediler mi? Tarım, Sanayi kendi kültürünü üretmedi mi? Yönetenler kendi kültürlerini, yönetilenler kendi kültürlerini üretmediler mi? Ağalar, Beyler kendi kültürlerini, Halk kendi kültürünü üretmedi mi?
Hepsi ama hepsi, kendine has çok çeşitli diller aracılığıyla kurulur ve sürdürülür.
Zanaatı bir kenara bırakalım, sanatı konuşalım demek isterdik. Ama diyemiyoruz. Çünkü kök, zanaattır. Süreci ele alarak, sanatın köklerinin zanaatta olmasını kastediyoruz. Tarihi süreç de böyledir, her etkinlik kendi başına ele alındığında da böyledir. En eski zamanda sanat yoktu, zanaat vardı. Ağırlıklı olarak yarar elde etmeye uygun çabalar ve ustalık gerektiren işler söz konusuydu. Kök dedik; Kök bağlamında olmak üzere soyut yarar, duygusal yarar, düşünsel yarar (fiziki gereksinimleri karşılamadığı için yarar kapsamında sayılmayan yarar) beklentisi henüz doğmamıştı veya yoldaydı.
İleri bir aşamada iken dahi, kültür ortamında hayat bulan hemen her şey sanat bağlamlı değil, zanaat bağlamlıydı. Dolayısıyla maddi üretime tekabül etmeyen, maddi anlamda fayda beklenmeyen etkinlikler de, insanlığın bir basamak daha ileride olduğu evrede bile henüz kavramlaştırılmış bir sanat olgusu söz konusu olmadığı için sanata tekabül etmiyordu. Halk, yani vatandaş ‘sanatkâr’ der, zanaatçıya. İşin ehli birinden söz ederken, ’çok iyi bir sanatkâr’ derler. Nalbanttan, dülgerden, taş duvar ustasından, semerciden, düğünlerde davul zurna çalandan, dost meclislerinde bağlama çalıp türkü söyleyenden söz ederken, övgü için, ‘çok iyi sanatkâr’ dediklerine, kırsal kesimlere yolu düşmüş hemen herkes tanık olmuştur. Bu hal gösteriyor ki Zanaat kavramı da, Sanat-Zanaat ayırımı için sonradan üretilmiştir. Zanaat naif bir alt kavram, Sanat da mektep medrese görmüş elit zat’lara atfedilen üst kavram olarak düşünülmüş ve dile yerleşmiştir.
Bu gün hâlâ herhangi bir sanat alanının zanaat boyutunu öğrenmeden, yani zorunlu olan beceriyi kazanmadan sanat inşa etmek olası değildir. Fırça, boya, tuval ile ilgili şeyleri öğrenmeden ve lazım olan beceriyi kazanmadan ressam olmak mümkün değildir. Yontma becerisi kazanmadan heykeltraş olmak mümkün değildir. Dijital sistem de bile hâlâ önemli ölçüde durum böyledir; hiç olmazsa bir hesap kitap evresi, bilgisayar ortamında bile olsa çizip biçim verme süreci vardır.
Kamerayı, lensi tanımadan, teknolojinin parametrelerini bilmeden, bağlantıları kavramadan usta fotografçı olunamaz, sanat fotografı yapılamaz. Naif olunur mu? Elbette ki olunur. Ama adı üzerinde; naif olunur. Şiirde de, öyküde de, romanda da naif olunur, resimde, heykelde, tiyatroda, sinemada da naif olunur. Ustalık, süreç gerektirir. O süreç de ağırlıklı olarak zanaat sürecidir.
Ustalaştıktan sonra sanat yolculuğu, düşünme alanından geçer. O da tarih, sanat tarihi, sosyoloji, psikoloji, antropoloji, …gibi pek çok alanda birikimli olmayı zorunlu kılar. Yetenek yetmez. Yetenekle inşa edilecek şeyler sınırlıdır ve çoğunlukla kendinden önce yapılanları yahut benzerlerini bîhakkın yeniden üretmeye tekabül eder.
Öncelikle bilgi gerekir. Fakat bilgi de yeterli olmaz. Bilgi küpüne dönmüş olabilirsiniz ama olgular ve olup bitenler üzerine düşünüp analiz etme, sonuç üretme, yorumlama kabiliyeti kazanamamışsanız, zihninizdeki bilgi cennetiyle sınırlı kalırsınız.
Soyut değerlendirmelerde bulunmak, öngörebilmek ve yeni bir şey ortaya koymak hiç kolay değildir. Düşünürlerin ilgi alanı bunların tamamını kapsar. Sanatçılar, düşünme alanından beslenirler. Büyük sanatçılar, yani dahi düzeyindeki sanatçılar ekstrem düşünme alanlarına yelken açmış insanlardır. Bir bakıma filozof sanatçılardır.
Düşünürler, daha ziyade olgulara bakarlar ama olaylar, olgulara delalet ettiği için, olaylara ve olgulara dair analizlerini, yorumlarını, öngörülerini, kısacası düşüncelerini doğrudan ve/ya dolaylı paylaşırlar. Düşünürlerin iletişim aracı, sözlü anlatı ve yazıdır. Sanatçılar da meseleyi doğrudan ya da dolaylı paylaşırlar. Onların iletişim aracı da resimdir, heykeldir, sinemadır, tiyatrodur, müziktir, öyküdür, romandır, şiirdir ya da fotograftır. İletişim aracı dediğimiz şey nedir? Tabii ki dil’dir. Hangi dil? Sanat ortamındaki insan için o dil şiir’dir, öyküdür, romandır, resimdir, heykeldir veya diğerlerinden biri yahut bir kaçıdır.
Felsefî Söylem ve Sanat Yapıtı… Bu ikisi birbiriyle doğrudan temas halindedir. Ve her ikisi, hayatla temastadır. Resim, sanatın bir alt dili olduğu gibi, heykel, sinema, tiyatro, şiir, müzik ve diğerleri de birer alt dildir. Fotograf da öyledir; bir alt dildir. Bireyin derdini anlatabilmesi, kaygılarını dillendirebilmesi, duygu ve düşünce dünyasını paylaşabilmesi için fotograf büyük olanak sunar. Diğerlerinden farklı olarak fotograf tanıklık, belgeleme, an’ı kaydetmek gibi özelliklere haiz bir fenomendir. Video da bu çerçevede düşünülmeli ve önemi, değeri teslim edilmelidir.
Geçmiş zaman içinde anlatıcılar, ressamlar, olayları ve tanıklıkları betimlediler, resmettiler. Ancak hepsi geride kaldı. Şimdi fotograf zamanı durduruyor, görüntüyü kaydediyor ve tarihe bırakıyor. Belgeselciler, Sosyal Belgeselciler için önemli bir meseleye parmak bastıkları ve kişisel duyarlılıklarını beyan ettikleri için fotograf önem arz eder. Bu kulvar, meselenin özüne vakıf olanlar için sıradan bir kulvar değildir. Hem çok zordur, hem de ciddi entelektüel birikim gerektirir. O yüzden lisan-ı münasiptir fotograf. Sanat veya belge bağlamıyla ilgili olan herkes için fotograf, entelektüel bir uğraştır. Değeri de ondan gelir.
Çeşitli sektörler için, ürün veya hizmeti cazip hale getirip satışların artmasına yol açtığı için önemlidir. Tanıtım-Reklam fotografçısının, fotojurnalislerin mesleği olduğu için kıymetlidir. Bu iki alan da birikimli, donanımlı olmayı zorunlu kılar. O birikim de sağlam bir entelektüel altyapıya tekabül eder.
Stüdyo fotografçılarına, düğün-doğum fotografçılarına para kazandırıp yaşamlarını idame ettirmelerini sağladığı için önemlidir. Sıradan gibi görünse de, bu alanlar da fotografçının bilmesi, kavraması ve içselleştirmesi gereken epeyce bilgiyi zorunlu kılar.
Her hal-ü kârda baskın çoğunluk için fotograf entelektüel bir uğraş olmasından ötürü değil, para kazanmak, psikolojik tatmin elde etmek, hoşça vakit geçirmek, sosyalleşmek gibi nedenlerden ötürü kıymetlidir. Maddi bakımdan sorunu olmayan kimseler için hobi olduğu ve dinlendirdiği için önemlidir fotograf. Yarışmalara katılanlara unvan, madalya, plaket, ödül getirdiği için önemlidir. Sosyal medya paylaşımlarında günlerinin her anını paylaşanlar için farklı tatminler söz konusudur. Velhasıl, herkes için başka bağlamda fotograf ciddi bir öneme sahiptir. Fotografı bir dil olarak her birey, her sosyal kesim ve meslek erbabı farklı amaçlar için tepe tepe kullanıyor.
Şu zamanda fotograf kadar popüler olan, fotograf kadar herkesi sarıp sarmalayan başka şey olmasa gerektir.
Dikkat dağınıklığını önlemek için araya bir soru sıkıştırırsak, iyi olur sanıyoruz: Yıl 2025; Yaşadığımız gün, fotografta alaylı-mektepli ayırımı yapılabilir mi? Kendi yanıtımızı başka bir yazıda vermiştik, bu itibarla soruyu yanıtlamayıp, kıymetli okuyucunun düşünme alanına bırakacağız.
Fotografın çok etkili bir dil olduğunu muhtemelen herkes teslim edecektir. Naif olandan yola çıkarak izah etmeye çalışalım. Facebook’tan, İnstagram’dan her gün milyon milyon fotograf paylaşılıyor. Önemli bir kısmı, “Bak ben kiminleyim, bak ben ne giyiyorum, bak ben nerede geziyorum, bak ben hangi yemekleri yiyorum, bak ben nerede tatil yapıyorum, bak ben ne kadar güzelim/yakışıklıyım, bak beni ne kadar çok seviyorlar” minvalinde başkasına nispet etmeye yönelik paylaşımlardır. Bunun için sosyal medyada fotograf paylaşan birey, fotografla kendisini ifade etmiyor mu sizce? Hem de nasıl!.. Psikolojisini ele veren daha net belge aramaya gerek yok. Fotografın dilini bu zat’lar kendi istemleri doğrultusunda maksimum seviyede kullanıyorlar mı, kullanmıyorlar mı? Kullanıyorlar. Demek ki bir dil olarak fotograf onlar için çok yüksek seviyede işlev görüyor.
Efemerelara geçelim: Efemeralar, kişisel veya sosyal anlamda tarihi belge olma niteliğine sahiptir ve çok önemlidir. Üç-dört kuşak öncesi aile büyüklerinin görüntüleri bazı kimseler için gerçekten hazine değerindedir. Eski mekânların görüntüleri de özellikle kimi meslek erbabı için çok kıymetlidir. Yitip gitmiş, su altında kalmış veya depremde yerle bir olmuş herhangi bir yerin vaktiyle kaydedilmiş fotografı bazı insanlar için çok önemlidir. Fotografta yer alan kimselerin kılık kıyafetleri, bedensel özellikleri, saç sakal traşları, ortamda bulunan nesneler, kimlerle birarada oldukları gibi çok çeşitli veri barındırması nedeniyle yazıya, makaleye, kitaba konu olabilirler. Yazılacak her şeyi fotograf anlatır. Şayet bir dil olmasaydı, anlatamazdı. Anlatabildiğine göre, bir dildir fotograf, hem de güçlü bir dil.
Fotograftan evvel aristokrasi ve zengin tüccar, dönemin önemli ressamlarına kendi portrelerini yaptırırlardı. Yaşadıkları mekânı, sahip oldukları mülkü, her biri diğerinden kıymetli cins hayvanları resmettirirlerdi. Neden? Kendileriyle ilgili bilgiyi sonraki kuşaklara aktarmak ve aynı zamanda dost düşman çatlatmak için tabii ki. Aynen şimdi facebook, instagram paylaşımlarında dost düşman çatlatmaya çalışanlar gibi. Gittiği yerleri, yediğini içtiğini, kiminle olduğunu, ne kadar çok sevildiğini, ne kadar pahalı yerlerde tatil yaptığını, nasıl da lüks bir arabaya bindiğini, nasıl güzel kıyafetler giydiğini, ne kadar güzel/yakışıklı olduğunu, nasıl da el üstünde tutulduğunu sayfalar dolusu yazsa veya sözlü olarak anlatsa pek işe yaramaz, bu denli tatminkâr olmaz. Ya palavraysa? Fakat fotograf söz konusu iken hiçbir şey söylemesine gerek yok. Ya düşman çatlatır ya da görgüsüzlüğünü ele verip gülünç duruma düşer.
Tanıtım-reklam panolarına bakın. Devasa boyutta fotograflar. Politikacıları en sevimli, en yakışıklı veya güzel halleriyle gösteren fotograflar. Neden fotograf? Çünkü fotograf en etkili araçlardan biridir. Panoda kaldığı sürece belleklere kazınacak ve o zat, fotograftaki haliyle hatırlanacaktır. Ayrıca kara propaganda veya etik değerlere uygun propaganda için fotograf hat safhada kullanılıyor.
Ürün tanıtım ve reklam fotograflarının ne farkı var? Hiçbir farkı yok. Amaç insanları cezbetmek. Hazza yol açıp satın almaya zorlamak. Haz üreten şeyin pornografiye tekabül ettiğini söylemeye bile gerek yoktur. Eski zamanda çeşitli muzır neşriyatta zaten fotograf doğrudan cinsel (erotik-pornografik) obje üretiminde kullanılıyordu.
Sıradışı veya sıradan insanlarla röportaj yaptınız diyelim. Bunu basılı veya sanal ortamda yayınlamak için muhakkak surette fotografa ihtiyaç duyarsınız. İlgili şahsın en azından bir portresini koymak icap eder. Konuşulan mevzuya dair fotografların konması ise, röportajı inandırıcı ve güçlü kılar. Yazı ile fotografın işbirliği bazı hallerde çok önemlidir. Yazı dili ile fotografın dili birlikte kullanılabildiği vakit çıta yukarı çekilmiş olur.
Aya ilk gidişlerde oradan çekilen dünya fotograflarını hatırlayın. Göz kamaştırıcıydı. O zamana kadar dünyayı böyle hiç görmemiştik. Konuşan, bizimle iletişim kuran, dünyayı bize anlatan, fotograftı. Fotograf olmasaydı, astronotlar sözlü ve yazılı olarak anlatsalardı dünyayı, bu kadar etkili olabilir miydi? Mümkün değil.
Gelin şimdi olayların gidişatını değiştirdiği varsayılan fotografları hatırlayalım. İkonik olduğu söylenen fotograflar. Örneğin, Kevin Carter’in Akbaba ve Çocuk fotografı. Pulitzer aldı ama maruz kaldığı aşırı mobbing yahut kişisel vicdan sorgulaması nedeniyle intihar etti. Güney Afrika’daki Irkçı (Apartheid) rejimin siyahlara reva gördüğü hayatı bu fotoğraftan daha iyi ne anlatabilirdi ki?!..
Aylan Bebek fotografı hemen herkesin belleğinde vardır. Nilüfer Demir’in kaydettiği görüntü, resmen insanın içini ürpertiyordu. Ülkesini terk etmek zorunda kalan insanın dramını hiç bir şey bundan daha iyi anlatamazdı.
Napalm bombasından kaçan çocukların fotografı belleklerde iz bıraktı. Vietnamlı küçücük bir kız çocuğu (Phan Thi Kim Phuc) çırılçıplak kaçıyor. Nick Ut’un Pulitzer alan fotografı. Vietnam savaşının vahşetini o fotograftan daha iyi ne anlatabilirdi?!..
Abdurrahman Antakyalı’nın, Düzce depreminde (1999) kucağında ekmek, gözyaşlarını silen yaşlı adamın fotografı:
aynı depremde Doğanay Sevindik’in arkada çökmüş olan cami, önde ise bulabildiği uygun bir satıh üzerinde namaz kılan insan fotografı (Sevindik, amatör bir fotografçıdır; medya ortamında yer almadığı için, sözünü ettiğimiz fotografı bilen fazla insan yoktur) ile Adem Altan’ın, Kahramanmaraş depreminde (2023) enkaz altındaki kızının elini tutan babanın fotografı hafızalardan asla silinmez. Deprem felaketinin yarattığı travmayı başka hiçbir şey bu denli güçlü anlatamazdı.
Denizde petrole bunalmış karabatak fotoğrafını herkes hatırlar. Manipülsyon için servis edilmişti. İstediklerini elde ettiler. Fakat hiç kimse zavallı karabatak’ın o duruma düşmesine yol açan sorunu konuşmadı. Petrol tankerlerinin yol açtığı korkunç durum bir kenara itildi.
Manipülatif fotografın ilk örnekleri belki de Roger Fenton’un Kırım Savaşı sırasında (1854) kaydettiği görüntülerdir. İngiliz kamuoyunu yanıltmaya yönelik bu fotograflarda orada görev yapan askerlerin hal-i pür melali şahane, pırıl pırıl, üniformalarında leke dahi yok, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, hiçbir dertleri yok gibi gösterildi. Savaş alanı öyle mi olur? Gerçekte askerler çamur içinde, perişan, endişeli, zor koşullarda yaşıyorlardı kuşkusuz.
Düşen Asker fotografı. Robert Capa’nın manipülatif fotografı. O da işe yaradı, amacına ulaştı.
Tiananmen Meydanı’nda tankların önünde duran gencin fotografı da, sokak ortasında polis şefi tarafından infaz edilen Vietkonglu fotografı da, Salgado’nun elmas madenlerinde çektiği fotograf da dünya kamuoyunu ayağa kaldırdı.
Sözünü ettiğimiz fotograflar ve bunlara ilave edilebilecek başka fotograflar, fotografın ne kadar güçlü bir dil olduğunun somut belgeleridir.
Sanat bağlamlı düşündüğümüzde de akla bazı fotograflar ve fotografçılar geliyor. Örneğin; Rejlander, Man Ray gibi önceki dönem fotografçılarının eserleri ve zamanımızdan Chema Madoz’un eserlerini dikkate aldığımızda bir fotografçının fotografın dilini, şayet birikimi elveriyorsa, Bethowen gibi, Lorca gibi, Kafka gibi kullanabileceğini gösterir.
Dikkatin dağılmasını önlemek için bir soru daha: Dijital teknoloji kullandığımız şu zamanda Fotograf ve Videonun orijinali ve kopyası olur mu? Biz kendi yanıtımızı oluşturmuştuk. Ancak, onu paylaşmak yerine, sizi bu mesele üzerinde düşünmeye sevk etmeyi daha doğru buluruz.
Daha başlardayız. Yapay Zekâ’nın mahareti her gün artıyor. Üstelik ondan sonrası Süper Zekâ, daha sonrası da Hiper Zekâ. Fotografın sonuna mı geldik acaba?
Dünyanın hangi etnik grubuna ait olursa olsun, herhangi bir ezgi, çeviri gerektirmeden başka bir insan grubu aynı duygusal etkiyle rahatlıkla dinleyebilir. Resim, heykel, dans, fotograf aynen öyledir. Hiç biri çeviri istemez. Bu etkinlikler ne kadar yerel iseler, o kadar evrensel olabilmekteler. Fotografın dahil olduğu bu alanlar, evrensel bir dil ihtiva ederler.
Yeni bir meseleyle yüz yüze geldik. O da Yapay Zekâ. Zilyon kere Zilyon miktarında görsel kayıt çeşitli merkezlerde devasa teknolojik aygıtlar marifetiyle depolandı. Buna her gün milyonlarcası ilave oluyor. Yazılımlar sürekli geliştirilip yenileniyor. Bu alanda dur durak yok. Gelecek zamanda depolama meselesi nereye varacak? Yeryüzünde üretilen toplam enerji, temiz akarsular, yeşil vahalar bu yükü kaldırabilecek mi? Bir nükleer savaş çıkarsa, vaziyet ne olur? Karanlık bir çağa doğru mu gidiyoruz?
İşte bütün bu soruların yanıtını ararken, bir yandan da Yapay Zekâ ve sonrasını düşünüyoruz.
Yapay Zekâ marifetiyle elde edilen görüntüler, dijital depolarda bulunan görsel materyale yaslanır. Bunlar başkasınındır-değildir tartışması başka bir mevzu. Oraya hiç girmeyelim.
Ancak, fotograf olgusu ışıkla resmetmek olduğu ve optik aracılığıyla elde edildiği için, bunun dışında elde edilen görüntülerin ışıkla resmetme tekniğine tekabül etmediği kanaatiyle fotograf kapsamında ele alınamayacağı savlanır. Görseldir ama fotograf değildir iddiası dillendirilir. Oysa yeni teknolojilerde (ekipmanlarda) zaten önemli ölçüde Yapay Zekâ marifeti söz konusudur. Optik devrededir ama fotograf makinesindeki işlemci de devrededir. Bunun için ne söylemeli?.. Bütün parametreler dikkate alınarak bu mevzu tartışılmalı ve sonuçlar üretilmelidir.
Galiba daha önemlisi, belge olma niteliğidir. Belge olmaktan büsbütün çıkar mı? Muhtemelen çıkar. Bu bağlamda güvenilir olmayacağı da aşikârdır.
Fakat sanat bağlamında düşününce bambaşka bir tablo durur karşımızda. Asıl maharet belki bundan sonra ortaya çıkacaktır. Dehalar, büyük sanat insanları, muhtemelen böyle görselleri hangi ölçüde kullanabildikleriyle değerlendirileceklerdir.
Fotograf, geleneksel (analog) teknolojiyle veya dijital ekipmanla, meraklıları tarafından yapılmaya devam edecektir. Ne kadar zaman devam edeceğini öngörmek çok zor. Ama daha epeyce bir zaman devam edeceğine kuşku yok.
Görsel sanat çalışması ise, çok büyük bir ivme kazanacaktır. Multidisipliner tavır gün geçtikçe gelişecek ve kapsamı genişleyecektir.
Süper Zekâ’ya geçtiğimizde ne olur? Muhtemelen aklınızdan geçeni okuyarak düzenleme yapma yeteneği geliştirilir. Süper Zekâ evresinde olmasa bile Hiper Zekâ evresinde bu muhakkak olur. Hatta dünyanın bir ucundan diğerine yapılan online (o evrede online değil, başka teknik tanım olur) söz konusu görüşmelerde insanlar karşıdakinin kullandığı parfümün kokusunu duyabilecekleri de rahatlıkla söylenebilir.
Sanata ilişkin diller de dahil, bütün diller değişir. Günlük iletişimde yeniden işaret diline mi dönülür, yapay bir dil mi olur, telepatik iletişim mi gerçekleşir? Bunu şimdiden kestirmek kolay değil.
Ya da bunların hiç birine erişemeden, dünyayı harabeye çeviren şeyler yaşanır ve insan evladı ileriye doğru attığı iki adımdan bir adım veya birkaç adım geriye düşer.
Yüzyıl sonra ne olur? Meçhul.
NOT: Yazıda sözü edilen fotograflar internet ortamında mevcuttur. Dileyen okuyucu ilgili fotografları bulup inceleyebilir.
Teşekkürler Godox, beni yüklerden kurtardın. Söylenecek çok fazla söz kalmadı. Şimdi AD100 Pro fotoğraf makinası…
Bu günleri özgür ve bağımsız yaşayabilmemizi sağlayan tüm şehitlerimizi rahmetle anıp hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.…
“Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dâhisi Türklere nasip oldu…
Böyle bir bölümü iki üç kişinin sürüklemesini beklemek biraz hayal olmaz mı? Dolayısıyla siz sevgili…
Bugün birçok fotoğrafçı, AI ile işlenmiş kareleri kendi üretimiymiş gibi sunuyor. Ama şu soruyu nadiren…
Bir film izlediğinizde, akılda başrol oyuncusu kalabilir.Ama o film bittiğinde mutlaka jenerik akar.Çünkü sanat, çoğu…