“Zamanı durdurmak için fotoğraf çekeriz.
Onları sonsuza dönüştürmek için.”

Efsaneleşmiş fotoğrafçıların vazgeçemediği bir film vardı: KODACHROME 64… Film, yani sinemaya uyarlanan hikâye National Photography’nin efsane fotoğrafçısı Ben Ryder’in hayatının son demlerinin biyografik anlatısı olarak kurgulanmış dram tarzında. Bu yazıyı okuduktan sonra bile filmi izlediğinizde yazıdaki bilgileri bilmenin filmi izlemenizi etkilemeyeceğini peşinen söylemekte yarar var.

Eskişehir’de yaşayan, çok sevdiğim fotoğrafçı kardeşim Soner Yaman, bana bir film tavsiyesinde bulundu: Kodachrome. Soner tavsiye ettiyse, mutlaka izlememiz gerekir düşüncesiyle eşimle birlikte filmi açtık. Söz konusu fotoğraf, analog dünya ve “o eski günler” olunca, filmde kendimizden de bolca parça bulduk. Klasik özeti (ama fotoğrafçıların alacağı bambaşka mesajlar da içinde barındırıyor) A.G. Sulzberger’in The New York Times için yazdığı bir makaleden esinlenen Kodachrome, şöyle bir hikâye:

Plak şirketinde çalışan Matt Ryder (Jason Sudeikis), kovulmak üzereyken, uzun yıllardır görmediği ve artık ölmekte olduğunu öğrendiği Dünyaca ünlü, huysuz, National Geographic fotoğrafçısı Leica’sıyla dünyayı dolaşmış, ama oğlunu terk etmiş, şimdi karaciğer kanseri, sayılı günleri kalan babası Benjamin (Ed Harris) ile Kansas’a, birkaç gün içinde kapanacak dünyanın son Kodachrome laboratuvarına doğru bir yolculuğa çıkar. Ben, yıllardır banyo ettirmeyip sakladığı ilk çalışmaları olan dört makara Kodachrome diayı laboratuvarın sahibi arkadaşı Dwayne’e elden vermek istemektedir.

Fotoğraf makinanıza taktığınız sadece bir film değil…
Bir his. Bir renk. Bir an. Ve bir şarkı…
İşte Kodachrome budur…

İyi de, Matt nefret ettiği babası ile NewYork’dan Parsons-Kansas’a 1800 kmlik yolu gitmeyi ne diye kabul eder? Tek bir nedeni vardır. İşini kaybetmemesi için müzik dünyasında yükselen bir yıldız olan müzik grubunun kendi plak şirketiyle kontrat yapması için Chicago’da yapacağı toplantıdır.

Bence senaryonun arka plan okuması ise bu makaralara Ben’in hayatında çektiği bütün fotoğraflardan daha çok değer vermesidir.

Bundan dolayı kargoyla göndermemesi yine oğlu tarafından azarlanasına neden olacaktır. Matt her durumu babasına olan nefretini kusmak için kullanmaktadır. Yanlarında Ben’in hemşiresi Zooey (Elizabeth Olsen) ile birlikte yola koyulurlar. Bir mola anında oğlu ise yıllardır biriktirdiği öfkeyi babasının eski Leica’sını (eski olsun bir Leica’m olsun), analog dünyayı ve “eski usul” her şeyi sorguluyor. Filmdeki o sahne ve analog fotoğraf aleminin ruhu, Beni ve eşimi en çok etkileyen an:

Baba, Leica’sına film takarken elleri titriyor, rulo yere düşüyor. Oğlu yerden alıyor: “Neden hâlâ bunlarla uğraşıyorsun? Dijital kamera kullansana.” Ben’in cevabı, filmin özeti gibi:

“Dijital fotoğrafla analog fotoğraf arasındaki fark, yapay bir memeyle doğal bir memeyi ellemeye benzer. İnsanlar artık çok fazla fotoğraf çekiyor. Milyarlarca. Ama basılı bir şey yok. Sadece data. Elektronik toz. Yıllar sonra bizi kazıyıp çıkardıklarında, kim olduğumuzun, nasıl yaşadığımızın bir kaydı olmayacak.”

Yol boyunca üstü açık bir arabada, müzik kasetleriyle navigasyon sesi arasında geçen kavgalar, adamların evinde patlayan eski hesaplaşmalar… Ama asıl mesele, bir baba-oğul ilişkisinin analog bir film rulosu gibi, yavaş yavaş, ışık altında belirginleşmesi.

Kodachrome’un renk sırrı, teknik ve duygusal…

İşte tam burada, Kodachrome filminin renk büyüsü devreye giriyor. Bu film, üç katmanlı renkli bir dia pozitif (slide) filmiydi. Diğer filmlerden farklı olarak, banyo sürecinde renkler film üzerinde oluşurdu, yani geliştirme sırasında boya katmanları (dye couplers) sıfırdan inşa edilirdi. Kırmızı, yeşil ve mavi ışığa duyarlı üç emülsiyon katmanı vardı. Geliştirme sırasında her katman, kendi rengini kimyasal olarak üretirdi. Sonuç: Doğadan öte, kendine has, derin, doygun ve neredeyse “gerçeküstü” bir renk paleti. Ne Fuji’nin soğuk tonları ne Agfa’nın yumuşak geçişleri… Kodachrome’un kırmızısı kırmızı, mavisi sonsuz bir gökyüzü gibiydi. Bu renkler, zamanla solmazdı. Arşiv dayanıklılığı efsaneydi. Bir Kodachrome slaytı, 70 yıl sonra bile ilk günkü gibi parlıyordu. İşte bu yüzden “sonsuzluk” hissi verirdi.

Benim Kodachrome’lu günlerim, 80’ler, Zonguldak, Analog zamanlar. Önce sabırlı olacaksın, Renkli film, siyah-beyaz, diapozitif ve hepsi bir yana, Kodachrome 64 diğer yana. İlk kullanmaya başladığımda fiyatı yüksek olsa da içinde laboratuvara göndermek için zarf gelirdi. Banyo bedeli dahildi. Sadece Kodak’ın kendi laboratuvarlarında banyo edilirdi. Amerika çok uzaktı, ben Almanya’daki fabrikaya postalardım. Bir ay beklerdiniz. Sabırla. Gelen kutuda, dialar kartondan çerçevelere yerleştirilmiş halde olurdu. Hemen magazine koyar, projeksiyon makinesinde izlerdiniz.

Bazen postada kaybolduğu da olurdu. Ama geldiğinde… O renkler, o ışık…hatalı fotoğraf pozlama şansınız yoktu.

Ektachrome’lar ise İstanbul’daki Refo Color ya da Euro Color’a giderdi. Zonguldak’tan postayla yollar, yine beklerdik. Sarı bir kutunun içinde 36 poz çerçeveli olarak gelirdi. Renkler Kodachrome’un ta kendisiydi:

Kırmızı kırmızı,
Mavi sonsuz,
Yeşil canlı.

Yıl 1986 Zonguldak Belediyesi Halkla ilişkiler bürosunda çalışıyorum. Zeki Çakan Belediye Başkanı. Zonguldak Milletvekili Ulaştırma Bakanı Veysel Atasoy helikopterle gelmişti. Zeki bey beni odasına çağırdı. “Birol Kameranı filmleri hazırla Helikoptere binip havadan yaptığımız çalışmaları çekeceksin.” Heyecandan elim ayağım tutuldu. Hayatımda Helikoptere binmemişim havadan nasıl fotoğraf çekilir bilmiyorum. Fotoğraf Makinemin birine Kodachrome 64 asa film diğerine Kodak renkli negatif film koydum. Helikopter stadyumda bekliyordu. Bindim kulağıma kulaklık taktım pilotla konuşuyoruz. Havalandık. Harika bir duyguydu. Ben nereyi istersem oraya doğru uçuyorduk. Denizin üstünden Kozlu sahiline kadar gittik ben hazır fırsat varken her yeri çekiyorum. Uzun Mehmet anıtı sahil yolu Soğuksu Acılık, Kuğulu park, yayla yunuslu refüj, Deniz Gülü gemisi bir saatten fazla havada kaldık. Sonra çektiğim diaları Almanya ya banyoya yolladım.15 gün sonra geldiler. Tarihte ilk defa Zonguldak şehrinin havadan fotoğrafları elimdeydi. Bu fotoğrafları birçok yerde kullanmıştık. Duratrans ışıklı panolar yaptırmıştık. Bu filmleri hala saklıyorum.

Turizm Bakanlığının Türkiye’nin tarihi ve Turistik yerlerini tanıtmak amacıyla çıkardığı bir dosya vardı. Türkiye’nin ünlü fotoğrafçıları tarafından çekilmiş 150 ye yakın diapozitif filmler. Hepsi Kodachrome filmle çekilmişti. Bu diaları turizm broşürlerinde de kullanılırdı. Diadan baskı olduğu için renkler pırıl pırıl olurdu.

Sene 2010 İzmir de gıda çarşısında kurulan bit pazarında dolaşırken yer tezgahında yerlere saçılmış yüzlerce aile fotoğrafı gördüm. Bunların içinde tahta bir kutu dikkatimi çekti. Kutuyu elime aldım kapağını açtım sekiz sıra magazinlere dizili Kodachrome dialar. Kalbim küt küt atmaya başladı. Fazla dikkat çekmek te istemiyorum çok ilgilendiğin zaman bu sefer fiyat artıyor. Hemen satın aldım. Yerdeki fotoğrafların içinden seçebildiklerimi seçtim çünkü millet fotoğraflara saldırdı. Tenha bir yere gidip diaları ışığa tuttum. Dünya’nın farklı şehirlerinde çekilmiş fotoğrafların içinde aile fotoğrafları vardı. Bu kutuyu hala saklıyorum. Kim bilir kime ait görüntülerdi bilemiyorum.

Bizim duayen eski fotoğrafçılar içinde Kodachrome filmin yeri ayrıdır. Dilerlerse yazıyı okuyorlarsa katkıda bulunabilirler. Dediğim gibi her fotoğrafçının yolu bu filmle bir kez olsun kesişmiştir. İşte bu kesişmelerden biri de sevgili dostum Ayhan Ülkünün bana anlattığı anısıydı. Kendi ağzından dinleyelim:

” 1981’de Kodachrome 64 aldım. Silopi’de MTA sondajında çalışıyordum.  Hristiyanlar, Yezidiler çektim. Cizre PTT’sinden 45° sıcakta Londra’ya yolladım. Memur almak istemedi; Türkçe bilmiyordu, duvarda “Kürtçe yasak” yazıyordu. Zorla verdim. PTT kapalıydı; memur evdeydi, çağırırdık.

2 yıl geçti; gelen yok. 1984 Diyarbakır MTA’da İngilizce bilen, arkadaş İngilteredeki labratuvara mektup yazdı. 1985’te Londra’dan dosya geldi: her filme anket. Çocuk? Portre? Horoz? Çiçek? Dere? Kilise? Jeolojik kaya adlarını yazdım; yolladım. Filmler geldi; hepsi göçmüştü. Sebep: Cizre PTT sıcakta bekletmiş; 45° dayanmaz. İngilizler açık ton alınca soruşturmuş, karar verememiş. Koyu yapma tekniği sormuşlar; özür dilediler. “İlk kez oluyor.” Hâlâ saklarım.”

Tekrar filme dönersek,

Dört makara film, laboratuvara yetiştirilir. Amerika’nın dört bir yanından gelen ünlü fotoğrafçılar, Benjamin’in etrafını sarar. Son Kodachrome banyosu… Bir daha asla yapılmayacak. Ben, son konuşmasını yapar:

“Hepimiz zamandan, zamanın akış şeklinden ve yok olan şeylerden o kadar korkuyoruz ki… Biz bu yüzden fotoğrafçıyız. Zamanı durdurmak için fotoğraf çekeriz. Onları sonsuza dönüştürmek için.”

İŞTE FİLMİN ÖZÜ BU.

Son sahneler,

Matt çantasından bir kutu dia çıkarırken “bakalım bunca eziyetin nedeni neydi” diye söylenerek diaları tambura yerleştirir. Makinayı çalıştırır ekran parlak beyaz olur. Elindeki kablolu uzaktan kumandaya basar. İlk kare Matt ve annesinin yerde oyun oynarken olan karesidir. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başlar. Canlanan renklerle bu an sonsuzluğa gidecektir. Ben’in sakladığı filmlerde oğlunun annesi ile birlikte doğal halleri ekrana yansımaya başlar. Arkasından oğluyla birlikte olduğu sahneler akar.

Zonguldak Deniz Kulübü Koyu, tabii ki Kodachrome 64

Yönetmen Mark Raso filmde baba ve oğul arasında geçen bir diyaloğa gönderme yapmaktadır. Matt babasını “beni hiç görmedin” diye suçladığında Ben’in verdiği cevap mesleğinin özüdür: “Oğlum, benim işim görmek, mesleğim bu”…

Film 2017 yapımı, internette mevcut. Soner’e selam olsun.)

KODACHROME, Bir filmin hikayesi ve BEN RYDER

Birol Üzmez, Kasım 2025, İzmir

Not: Ben Ryder’in arşivi internette bulunmuyor. Galiba bütün arşiv Getty Image’in tasarrufunda. Ancak filmin jeneriğinde kısa da olsa bir fotoğraf sunumu var. Muhakkak izleyin.

Kodachrome Banyo Süreci – K-14 (Kodachrome 14-Step Process):

Dünyanın en karmaşık, en “el emeği” renkli film geliştirme yöntemi. Kodachrome, diğer filmlerden tamamen farklı bir prensiple çalışır: Renkler, çekim sırasında filmde yoktur. Renkler, banyo sürecinde kimyasal olarak inşa edilir. Normal renkli negatif filmlerde (C-41): Renk boyaları (dye couplers) filmin içinde hazırdır. Banyo sırasında her renk katmanı ayrı ayrı “açılır” ve boya kimyasal olarak eklenir. Bu yüzden sadece Kodak’ın kendi laboratuvarlarında yapılabiliyordu. Evde, sıradan bir lab’da asla banyo edilemezdi.

Kodachrome 64 de olsa bizim hallerimize toplumsal gerçekçilik penceresinden bir bakış

NEDEN 2010’DA BİTTİ?

Kimyasallar pahalı ve çevresel düzenlemelere uymuyordu (özellikle siyanür bazlı bazı bileşenler). Makineler devasaydı, bakım maliyeti yüksekti.

Son laboratuvar: Dwayne’s Photo, Parsons, Kansas, 30 Aralık 2010’da son K-14 banyosunu yaptı. O gün, gelen son filmlerden biri de Ben Ryder elden teslim ettiği kutu içindeki Kodachrome 4 ruloydu.

SONUÇ: BİR DAHA ASLA…

“Kodachrome, sadece bir film değildi. O, zamanı kimyasal olarak dondurmanın son sanatıydı.” Bir Kodachrome slaytı elinize aldığınızda: Işığa tuttuğunuzda parlayan renkler, 70 yıl sonra bile solmayan tonlar, Ve içinde saklı bir an… Sonsuza kadar.

Herhalde şarkısı olan tek film Kodachrome olsa gerek. Ünlü sanatçı Paul Simon’un (Simon &Garfunkel) Kodachrome şarkısını internette bulup dinleyebilirsiniz.

Paul Simon – “Kodachrome” , (Kodachrome, 1973 – Albüm: There Goes Rhymin’ Simon)

ŞARKI SÖZLERİ (Türkçe Çevirisiyle)

Kodachrome

They give us those nice bright colors

Bize o güzel, parlak renkleri veriyorlar

They give us the greens of summers

Yazların yeşillerini veriyorlar

Makes you think all the world’s a sunny day, oh yeah

Sanki bütün dünya güneşli bir gün gibi hissettiriyor, oh evet

I got a Nikon camera

Bir Nikon kameram var

I love to take a photograph

Fotoğraf çekmeye bayılıyorum

So Mama, don’t take my Kodachrome away

Anneciğim, lütfen Kodachrome’umu alma

If you took all the girls I knew when I was single

Eğer bekar olduğumda tanıdığım tüm kızları alsaydın

And brought them all together for one night

Ve hepsini bir gece için bir araya getirseydin

I know they’d never match my sweet imagination

Bilirim ki hiçbirisi tatlı hayal gücümle yarışamazdı

And everything looks worse in black and white

Ve her şey siyah-beyazda daha kötü görünür

Kodachrome

You give us those nice bright colors

Bize o güzel, parlak renkleri veriyorsun

You give us the greens of summers

Yazların yeşillerini veriyorsun

Makes you think all the world’s a sunny day, oh yeah

Sanki dünya hep güneşli bir gün gibi hissettiriyorsun

I got a Nikon camera

Bir Nikon kameram var

I love to take a photograph

Fotoğraf çekmeye bayılıyorum

So Mama, don’t take my Kodachrome away

Anneciğim, lütfen Kodachrome’umu alma

ŞARKININ HİKÂYESİ

1973’te çıktı. Paul Simon’ın solo kariyerinin zirvesi. Kodak, şarkıdan çok memnun kaldı. Hatta reklamlarında kullanmayı bile düşündü (ama yapmadı). “Kodachrome” ismi, telifli bir marka olduğu için albüm kapağında ve şarkı sözlerinde tırnak içinde yazıldı. Şarkı, analog fotoğrafın büyüsünü, renkli dünyayı, anıları dondurmayı kutluyor. Aynı zamanda ironik bir eleştiri:

“Everything looks worse in black and white”

Hem siyah-beyaz fotoğrafa, hem de hayatın gri alanlarına bir gönderme.

SON SÖZ

Kodachrome, bir film değil…

Bir his. Bir renk. Bir an. Ve bir şarkı.

Mama, don’t take my Kodachrome away.

Ve şimdi şarkıda yaşıyor. Bir de elimizde kalan dialar da…

BİROL ÜZMEZ, İzmir 2025

Birol Üzmez kısa Özgeçmiş

Uzun yıllar yaşadığı Zonguldak’ta maden işçilerinin yaşamlarını fotoğrafa yansıtan Birol Üzmez, 20 Ağustos 1960 tarihinde Akçakoca’da doğdu. Baba mesleği olan fotoğrafla sanatsal anlamda 1984  yılında ilgilenmeye başlayan Üzmez, 1986 yılında İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği’ne (İFSAK) üye oldu.

1985 Yılında Fahri Bozbaş, Ertuğrul Ünal ile Birlikte Zonguldak’ın ilk fotoğrafçılarından Nazım Baysal’ın arşivinden derlenen “ Bir Zamanlar Zonguldak” sergisini düzenledi.

1986 yılında Uğur Kasırga ile birlikte  açtıkları “Pencere” isimli fotoğraf sergisinin ardından  Ayhan Ülkü ile “Yalnızlık ”, İbrahim Akyürek ile “Madencinin Yaşamı” ortak sergilerini açtı.

1987-1988 Yıllarında TUSAK Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. 1989 Yılında Zonguldak Fotoğraf Grubunu altı arkadaşı ile kurarak, Zonguldak’ta Fotoğraf sanatının gelişmesine yönelik çalışmalarını sürdürdü. ZFG ile Zonguldak Fotoğraf Günlerini dört kez düzenledi. Mimar Süreyya Aytaç’ın arşivindeki fotoğrafların gün yüzüne çıkmasını sağladı.

1990-1993 yılları arasında serbest fotoğrafçı olarak Cumhuriyet Gazetesi’nin muhabirliğini üstlendi. 1990 grevini ve 1992 Kozlu grizu facialarını belgeledi.

İbrahim Akyürek, Şirin Küçüktabak, Sevil Üzrek, Faruk Akbaş ve Celal Deniz’in de aralarında bulunduğu “Belgesel Fotoğraf Grubu” oluşumunun içinde yer aldı.

Ulusal ve Uluslararası yarışmalarda fotoğrafları ödüllendirilen Üzmez, “Üç Yaşamın Bir Günü”, “Denemeler Yanılmalar”, “Zonguldak’ın Öteki Yüzü”, “Uzun Sessizlikler, Kısa Patlamalar” ,”Sandallar”,”Zeytin Ağacının İzinde” , Mortakya” Roman Kahramanları”,Kortejo “Aile Evleri”, ” Basmane Oteller Sokağı” isimli saydam gösterilerini gerçekleştirdi. Karma sergilere, saydam gösterilerine katıldı.
 
1993 yılında İzmir’e yerleşen Üzmez, Tariş Genel Müdürlüğü Basın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nde çalışmaya başladı. Tariş Fotoğraf Grubunun kurucuları arasında yer aldı. 1994 yılında Enver Akmaner ile Amerikan Kültür Derneği’nde İzmir’deki ilk sergisini açan Üzmez o tarihten bu yana bir çok  Kişisel ve karma sergilerde İzmir’li sanatseverlerle buluştu.

1995 Yılında Tufan Dinarlı ile birlikte “İzmir Fotoğraf Haftası” nı gerçekleştirdi.

Mayıs 2002 – Mart 2008 arasında Tariş Zeytinyağı Birliği Basın Müşavirliği’nde fotoğraf editörü olarak görev yapan Üzmez’in Tariş Zeytinyağı Birliğinin ürün tasarımlarında sanatsal yaklaşımı öne çıkarmasıyla birlikte fotoğrafları çalıştığı kurumun afiş, dergi, etiket, katalog, insert, reklam, plazma tv, web sitesi çalışmalarında kullanıldı.

Sizden Gelenler

Yorumlar

  • Birol Hocam merhabalar,
    Yazınızı büyük bir ilgiyle okudum. Etkileyici anlatımınızla hem sinema filmi hem de Kodachrome gözümde canlandı. Analog fotoğraf aşığı bir insan olarak çok teşekkür ederim. Keşke bu tecrübeleri biz de günümüz dijital çağında edinme fırsatı bulabilseydik.
    Bu vesileyle Arthenos ailesine, kıymetli Okyar Hocama ve Soner Hocama saygılarımı sunuyorum..

Paylaş
Yazar:
Sizden Gelenler
  • yakın zamanda gönderilenler

    Olympus Live ND ve Live GND ile doğayı farklı bir ışıkta görün

    OM System Live ND özelliği, fotoğrafçılığa yeni bir boyut kazandırıyor. Uzun pozlama efektlerini gerçek zamanlı…

    % gün önce

    Sıcaklık Film banyosunda ne kadar etkilidir ki?

    Hangi kamerayı ve hangi tekniği kullanırsanız kullanın; fotoğraf hayal kurma, düşünme, görme, hissetmenin bileşkesi eşliğinde…

    % gün önce

    Uğur Kavas ile Söyleşi

    1977 yılında fotoğrafa başladı. Ankara Çankaya Belediyesi Basın ve Yayın Müdürlüğü’nde belediye foto muhabiri, Başbakanlık…

    % gün önce

    Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak – Bölüm II

    Üzerinden “çok uzun” diyemeyeceğimiz bir zaman geçti. Hatırlarsınız, “Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak” yazımızda gelinen…

    % gün önce

    Adana’nın Yolları Taşlık…

    Bu yazı Arkaplan Sanat Dergisi için (Yazı ilk olarak ArkaPlanSanat Dergisinin 38. Sayısı (Ağustos-Eylül 2025)…

    % gün önce

    Godox AD100 Pro

    Teşekkürler Godox, beni yüklerden kurtardın. Söylenecek çok fazla söz kalmadı. Şimdi AD100 Pro fotoğraf makinası…

    % gün önce