Renk teorisi, renklerin birbiriyle olan ilişkisini açıklamaya yarayan yani hangilerinin birlikte iyi göründüğünü belirlemek için sanat ve bilimde kullanılmak üzere oluşturulmuştur. Birlikte iyi görünen renklere renk uyumu olarak adlandırılırken birbiri ile zıt olan renkleri de renk uyumu diye tanımlamak mümkündür. Sanatçılar ve tasarımcılar bunları belirli bir görünüm veya his yaratmak için kullanmaktadır. Renk kombinasyonlarının kurallarını kullanarak renk uyumlarını bulmak için bir renk tekerleği kullanılmaktadır.
Renkler nesnelerle özdeşleşen ve hayatımızın olmazsa olmazıdır. Resim ve fotoğrafın vazgeçilmezidir. Işığın varlığına bağlı olarak renklerin nasıl ortaya çıktığı hakkında kaynak bulmam mümkün olmadı.
Ancak bunu araştırırken karşıma çıkan “Dünyada ilk hangi renk bulundu?” sorusu ve bunun cevabını paylaşabilirim: “Avustralya, Japonya ve ABD’den araştırmacılar, Afrika’da bulunan Sahra Çölü’nde 1,1 milyar yıllık taşlarda dünyanın en eski rengini keşfetti. Yakın zamanda yapılan bir araştırmaya göre flamingoların ve pamuk şekerlerin rengi “parlak pembe” dünyanın en eski rengi olarak belirlendi”. Ne kadar doğru bilmiyorum.
Araştırmaya devam ettikçe renkler hakkında oldukça ilginç bilgilerle karşılaştım. Ve konunun ciddiyeti birden kontrolüm dışında erozyona uğrayıverdi. İnternette dolaşınca oldukça fazla sayıda “Renk Tekeri” üzerine yazılmış yazılar bulabiliyorsunuz. Bazı internet sayfalarında “Renk Teorisi” diye geçiyor.
Renk çarkı kimin fikriydi? Kim bunu başımıza sardı? Önce adını verip sonra hikayesini anlatayım: İngiliz fizikçi, matematikçi, astronom, simyacı, teolog ve filozof olan Isaac Newton…
Bir sohbetimizde “nereden çıkardın bu renk tekeri denilen şeyi” diye sormuştum. İçtenlikle anlatmaya başladı: Biliyorsun (tabii ki bilmiyordum. O anlatınca öğrendim)1665 yılında Londra’daki veba salgını nedeniyle korkumdan Woolsthorpe kasabasındaki çiftçiliğime yerleşmiştim. Birgün kasabadan çiftliğe uzanan yamaçtaki yoldan giderken aniden yağmur bastırdı…
‘Affınıza sığınarak, Newton bunları I nci Elizabeth dönemi İngilizcesi kullanıyordu. Dolayısıyla direkt elimden geldiği kadar Türkçe ’ye çevirerek yazıyorum’.
Dayanamadım lafa girdim:
Anlatmaya devam etti: O an ağacın altına uzandım ve düşünmeye başladım. Bu arada bilirsin (şükür ki bunu biliyordum) ben gözlem-deney yoluyla bilim yapılacağını savunurum. Ama orada karşı çıkıyor olmama rağmen Platon’un öne sürdüğü “bilime ancak akıl yoluyla düşünerek ulaşılır” savını uygulamaya başlamıştım. Ne demişler “büyük lokma ye ….”. Artık neyse ne. Güneşten gelen ışık tamam da ortaya çıkan o altı mı yedi mi renk yayı nasıl oluyor?
Bu arada da rüzgârdan olsa gerek “küt” başıma bir elma düşmez mi? Al sana bir problem daha. Bu elma başıma neden düştü?
Dayanamadım gene: Bak, problemleri tek tek ele alman daha doğru olur. “Haklısın” dedi.
Açıkçası böyle bir teklif beklemiyordum. “Neden olmasın?” diye ucu açık bir cevap verdim. “Hadi o zaman şu benim laboratuvar haline getirdiğim çiftlik evine gidelim… Görünen o ki bir süre daha İngiltere’de kalmam gerekecekti.
Karşılıklı oturduk. İlk soru gibi açıklama Newton’dan geldi. “Yağmur damlalarının şeklinin bu işle bir ilgisi olabilir? Sence yağmur damlasının şekli neye benziyor?
Yüzünü iyice ekşitti.
Dedi. Bunda da haklıydı.
Kısa bir süre etrafa göz gezdirdi. Ve “buldum” diyerek zıplayıp deney tezgahının arkalarından elinde bir cam prizma ile döndü ve “işte bu” dedi. Açıkçası bu kadar hızlı olabileceğini düşünmemiştim. Bir an muzırlığı tuttu ve
– Postmodern armut ya da ampul
Dedim. Anlamadı.
Fırçamı da yemiştim. Yine haklıydı. Daha ortada modernizmin olmadığı 1666 yılında postmodern ne ola ki?
Artık beni görmez olmuştu. Önce pencerenin ahşap kepengini -tıpkı bulutlar gibi- aralayıp güneş ışığını elindeki prizmaya düşürdü. Bir şey olmadı. Yüzünün şekli biraz değişti. Sonra kepenkte bir delik açıp ışığı bu delik üzerinden prizmaya düşürdüğünde prizmanın diğer tarafından colour-bow gibi renkleri ayrışmasını izledik. Tekrar tekrar bu deneyi yaptı ve her seferinde renklerin ayrışmasını gördük. Durdu ve bana dönüp bilgiçce;
Newton 1704 de ışık ve renkleri konu alan “The Opticks” kitabını İngilizce olarak yayımladı.
Gitme zamanım gelmişti. Kapıyı açıp seslendim:
Bir daha görüşme şansımızın olmayacağını biliyordum. El salladım ve çıkıp kapıyı kapattım.
Daha sonra Newton ışık tayfının yedi rengin oluşturduğu tespit etti. Bu renkleri bir daire üzerinde boyayıp daireyi belli bir hızda çevirdiğinde “beyaz” göründüğünü deneysel olarak ispatladı. Ve işte bu çevirdiği daireye “Renk Tekeri” adını verdi.
Organizasyonlar için bahsi geçen hiyerarşi, on altı milyon yedi yüz bin renk için olmaz mı hiç. Bunun için oluşturulan tanımlar var.
Birincil renkler: Diğer tüm renklerin türetildiği üç ana renktir. Temel renkler olarak da bilinirler çünkü renk karıştırma ile yeniden oluşturulamazlar. Geleneksel resim ve renk teorisi RYB’yi yani İngilizce Red-Kırmızı, Yellow-Sarı ve Blue-Maviyi birincil renkler olarak kabul eder. Ancak dijital dünyanın ana renkleri RGB yani Kırmızı, Yeşil ve Mavidir. Ancak yazıcılarda bu tanım CMYK yani Cyan, Magenta, Sarı ve Kırmızı olarak tanımlanır.
İkincil renkler: Bunlar, iki birincil rengin eşit karışımıyla oluşan renk kombinasyonlarıdır. Renk çarkında, ikincil renkler birincil renklerin arasında bulunur. Geleneksel renk çarkına göre, kırmızı ve sarı turuncu, kırmızı ve mavi mor, mavi ve sarı renk yeşile dönüşür.
Doğal olarak birincil ve ikincil renklerin karışımından da
Üçüncül renkler: Birincil ve ikincil renklerin kombinasyonu, bileşik yapıları nedeniyle üçüncül veya ara renkler olarak bilinir. Mavi-yeşil, mavi-mor, kırmızı-turuncu, kırmızı-mor, sarı-turuncu, sarı-yeşil renk kombinasyonlarını renk karışımıyla elde edebilirsiniz.
Fotoğrafta bilinmesi gereken birkaç tanım daha var:
Tamamlayıcı renkler: renk çemberi üzerinde birbirine tam zıt olan renklerdir. Örneğin maviler ile sarılar, kırmızılar ile yeşiller birbirlerini tamamlayıcı zıt renklerdir. Tamamlayıcı renkler, doğru seçildiklerinde birbirlerinin etkisini arttırarak daha dikkat çekici bir görünüm sağlarlar.
3 renk armonisi: Renk çarkında seçilen 3 rengin birbirinden aynı uzaklıkta olması, diğer bir deyişle eşkenar üçgen şablonu kullanılarak renklerin seçilmesi ile oluşturulan armonidir. Mavi-mor, sarı-yeşil ve kırmızı-turuncu üçlü bir renk armonisi oluşturur.
Monokromatik renk: Monokromatik renkler, tek bir rengin açık ve doygun tonlarından oluşur. Birlikte kullanıldığında iyi uyum sağlar ve tasarımınızda temiz ve zarif bir etki yaratırlar. Monokromatik renkler özellikle mavi, yeşil ve sarı tonlarda göze daha güzel görünür. Genel bir ruh hali yakalamak için kullanabilirsiniz.
60 30 10 kuralı: %60 ana renk + %30 ikincil renk + %10 vurgu rengi = Muhteşem bir sonuç. Yani bu formül bize, dengeli, iyi tasarlanmış bir görünüm için odanızda yüzde 60 baskın ana renk, yüzde 30 tamamlayıcı ikincil renk ve yüzde 10 vurgu rengi olması gerektiğini gösterir.
Renk Evreni ve Gamut: Bir renk alanı, görünür tayf içinde kalan renk aralığıdır. Renk evreni aynı zamanda bir renk modelinin varyantı olabilir. Adobe RGB, Apple RGB ve sRGB aynı renk modeline dayalı farklı renk evrenleri örnekleridir. Renk alanın kapsadığı renk aralığına gamut denir.
Dünya ülkelerin hiçbirisinin bayrağında mor renk kullanılmaz. Peki neden? Aslında cevap basit. Mor, tarih boyunca en pahalı renk oldu ve sadece krallıkların ve imparatorlukların başındaki seçkin kitlelerin alabileceği bir lüks renk olarak kaldı.
Mor renk pigmenti 18. yüzyıla kadar doğada bulunan ham madde ile üretilebildiği için miktarı az ve oldukça zahmetliydi. Mor rengin ilk kez bugünkü Suriye ve Lübnan’ın Akdeniz kıyı şeridinde yaşamış olan Fenikeliler tarafından kullanıldığı tahmin ediliyor. Sadece bu bölgeye özgü bir deniz salyangozundan (murex) elde edilen mor rengin üretimi yüzyıllarca diğer tüm renklerden daha zordu. Özellikle bugün Lübnan sınırları içerisinde kalan Sur antik kentinde bulunan deniz salyangozlardan bir gram mor boya elde edebilmek için on binlerce salyangoz gerekiyordu. Morun ağırlığından daha fazla altına mâl olması, tarih boyunca bu rengin kraliyet ve imparatorluk rengi haline gelmesini de sağladı. Fenike ya da Sur moru olarak da bilinen rengin dayanıklı olması, kumaştan kolay kolay çıkmaması ve güneş ışığına maruz kaldıkça parlaklığının artması da bu rengin zengin çevreler tarafından arzulanmasını sağlamıştı.
1533-1603 yılları arasında İngiltere Kraliçesi olan I. Elizabeth, kendisi ve kraliyet ailesi dışında kalanların mor renkte giysiler giymelerini yasaklamıştı. I’nci Elizabeth döneminde yarım kilo mor boyanın değeri 1,5 kilo altın kadardı. Morun genel kullanıma girmesi ve herkesin elde edebileceği bir renk haline gelmesi ise 19. Yüzyılda (1853 de) İngiliz kimyager William Henry Perkin’in şans eseri sentetik mor rengi keşfetmesiyle mümkün oldu.
Perkin, Londra’daki evine kurduğu laboratuvarda sıtma ilacı üzerinde çalışırken yanlışlıkla sentetik mor pigmenti geliştirdi. Geliştirdiği yöntemi seri üretime dönüştürmeye karar veren Perkin, kendi fabrikasını kurdu ve mor renk üretimine başladı.
Belli bir konu üzerine yapılan araştırma sonucu olduğu için yayımlanan sonuç tartışmaya açık olmalı. Ancak değerlendirilmesi gereken de bir çalışma.
GFK şirketindeki araştırmacıların, 1000’in üzerinde sigara kullanan kişi üzerinde yaptığı üç aylık çalışma sonucunda en sevilmeyen rengin Pantone 448C olduğu ortaya çıktı. Katılımcılardan bazıları bu rengi “kir” ile bağdaştırdı, bazıları ise doğrudan “ölümü” düşündürdüğünü söyledi. Bu renk, sigara paketlerinde kullanmak için doğru seçim olabilirdi.
2016 yılından beri bu çirkin renk Fransa, Birleşik Krallık, İrlanda, İsrail, Norveç, Yeni Zelanda, Slovenya, Suudi Arabistan, Uruguay, Tayland, Türkiye, Belçika ve Hollanda dahil olmak üzere birçok ülkedeki sigara ambalajlarında kullanılmakta. Hatta, ilgiyi daha da azaltmak için paketlerin üzerine “morgdaki adam, çürük dişler, simsiyah ciğer ve ölü bebek” gibi rahatsız edici görseller konmaktadır.
André Bonfrer’in (Pazarlama Fakültesi, Deakin Üniversitesi, Avustralya) 2019 yılında Avustralya’da yaptığı araştırma sonuçlarına göre, sigara satışları son renk düzenlemesinden sonra % 7.5 oranında düştü. Sadece rengi değiştirerek bu kadar ciddi bir düşüş oranı gözlemliyor olmamız, renklerin psikolojimizi nasıl etkilediğine güzel bir örnektir. Sigara paketlerindeki bu renk düzenlemesi bazı otoritelere göre “sosyal mühendislik” olarak da örneklendirilir.
Ancak bu araştırma sadece kendi ülkesiyle sınırlı olduğu için dünyada genellemek doğru olmaz. Şöyle bir karşı hipotez de ortaya konulabilir: Rengin çirkinliği nedeniyle sigara içenlerin paketten çok çabuk kurtulmak için tüketimi arttırdığı söz konusu olabilir.
Tekrar bakıyorum da renk hakikaten çok çirkin. Hani bizim sokak ağzıyla “……. gibi” dediğimiz bir renk. Araştırmacılar elde ettikleri sonuçta haklılar galiba.
Fotoğrafta izleyiciye aktarmak istediğimiz duygu için renkler fotoğrafçının elindeki önemli unsurdur. Bunu birer cümle ile birkaç renk için anlatarak noktayı koyabiliriz:
Kırmızı enerji, savaş, tehlike, güç, ihtiras, aşk gibi duyguları harekete geçirmektedir.
Turuncu kırmızının enerjisini ve sarının mutluluğunun bir karışımıdır. Zevk, eğlence, şevk, mutluluk, yaratıcılık, çaba, çekicilik, başarıyı temsil etmektedir.
Sarı eğlence, mutluluk ve enerji duygularını harekete geçirir. Dikkat çekmek için kullanılmaktadır.
Yeşil, büyüme, uyum, tazelik, üretkenlik gibi kavramları temsil etmektedir. Güvenlik hissi ile güçlü bir bağı vardır.
Mavi Derinlik, durağanlık, bilgelik, güven, doğruluk, cennet gibi kavramları ifade ederken kullanılır.
Beyaz mükemmelliğin, masumiyetin, ışığın, saflığın rengidir. Siyah renge karşı tamamen pozitif yüklü bir renktir.
Siyah, Korku, bilinmezlik, güç, ölüm, zariflik ve şıklık gibi kavramların tasvirlerinde siyah renge başvururuz.
Renklerin öz hikayeleri bitmez. Ancak fotoğrafçı bu hikayeleri üzerinde emek sarf ettiği konuda yorumlayarak kendi hikayesindeki duyguları izleyiciye anlatmaya çalışacaktır.
Kaynaklar:
Diyelim ki tarihi bir sokakta bir portre çektiniz. Kafanın hemen yanına park edilmiş beyaz bir…
Fotoğraf makinanıza taktığınız sadece bir film değil… Bir his. Bir renk. Bir an. Ve bir…
OM System Live ND özelliği, fotoğrafçılığa yeni bir boyut kazandırıyor. Uzun pozlama efektlerini gerçek zamanlı…
Hangi kamerayı ve hangi tekniği kullanırsanız kullanın; fotoğraf hayal kurma, düşünme, görme, hissetmenin bileşkesi eşliğinde…
1977 yılında fotoğrafa başladı. Ankara Çankaya Belediyesi Basın ve Yayın Müdürlüğü’nde belediye foto muhabiri, Başbakanlık…
Üzerinden “çok uzun” diyemeyeceğimiz bir zaman geçti. Hatırlarsınız, “Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak” yazımızda gelinen…
Yorumlar
Keyif ile okudum Okyar abi. Özlemişim.
Ellerine, emeğine sağlık.
Selam ve saygılarımla
Sevgili Öner çok teşekkürler.