BLOG

Beklenmedik anlarda zor durumlar…

Yatağa yüzükoyun bırakmıştım kendimi. Son okuduğum polisiye hikayeleri ile Selçuk Altun’un novellalarının olay örgülerini karşılaştırmak üzere kafamı yastığa gömmüş sabaha uzanacak uykusuz yolculuğuna başlamak üzereydim. Gözlerim kapalıydı, ışık da kapalıydı. Ortam böyle bir düşün-tartışma seyahatine uygundu. Bu durum eşim “bir şey var!…” diyene kadar bana kısa gelen bir zaman dilimi sürecekti. Genelde eşimin “deprem oldu” söylemine alışıktım. Meşum 6 Şubat 2023 Kahraman Maraş depreminden sonra bulunduğumuz yörede olan sarsıntılarda söylediği buydu. Bu sefer farklıydı. Bir kez daha “bir şey var!” diyerek ışığı açınca doğrulup odaya göz gezdirirken “ne var?” diye sormuştum. Cevabı oda kapısının solunda duran gardırobun üstünden havalanıp tam karşı duvardaki pencerenin üstündeki duvara çarpan şey verdi; ben varım… Göz açıp kapayıncaya, duvara çarpıp yere doğru düşerken tekrar havalanıp gardırobun arkasındaki boşluğa düştüğü ikinci uçuşunu gerçekleştiriverdi. Şaşkınlık sonrası bu ufak şeyin ne olduğuna dair yorumlar sıralamaya başladık; Serçe olamazdı, rengi siyah. Küçük olduğu için karga yavrusu ya da karatavuk yavrusu ya da kuzgun yavrusu. Aslında bahçedeki nar ağaçlarına sabah kahvaltısına gelen serçe ya da bülbüllerden biri olsa çok güzel olurdu diye düşündüm hınzırca. Zaman gece yarısını çoktan geçmiş sabaha doğru deviniyordu.

Aklıma tekrar “Kuzgun yavrusu” ihtimali gelince gülmeye başladım. Eşim şaşırmış vaziyette “ne oldu?” diye sorunca “ben bu olayı görmüştüm” dedim. “Sen aklını kaçırmışsın” dedi. “Olabilir” dedim ve devam ettim; “Zaten Sandras dağında ormanda her şeyden uzakta yaşamak istiyorum. Dağa çıkacağım” deyince “sen gerçekten aklını kaçırmışsın” tekrarı yapıldı. “The Raven – Kuzgun” (Kuzgun – Yazı Sanatının Felsefesi, Edgar Allan Poe, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2011, İstanbul), Edgar Allan Poe’nun kült şiiridir. İki gündür Umberto Eco’nun bir konferanstaki konuşmasında (Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti, Deneme, Umbertto Eco, Can yayınları, 1995, İstanbul) bu şiir üzerine yaptığı göstergebilimsel çözümlemeyle yan tarafta Poe’nun bu şiiri nasıl yazdığını anlattığı makalesi arasında gezinti halindeydim. Poe, alışılmadık bir şekilde kendi düşünce ve kurgu dünyasını okuyucu ile paylaşıyordu. Edebiyat dünyasına meydan okuma olan bu tarzı Poe’ya büyük hayranlık duyan Eco’da romanlarının sonunda da sergiliyordu.

Bu konferansta Eco bir edebiyat eserinin temel zamanlarından bahseder. Devamında ise bu temel zamanların içerisinde farklı zamanlar da olduğunu söylerken “sanrı zamanı” tanımı yapar. Okuyucu, edebi eserin bir yerinde durup sahneyi zihninde canlandırma anıdır. İşte bu makaleleri okurken durmuş Poe’nun şiirde tasarladığı mekân ve olayı sanrı zamanında hayal etmiştim. Olay sona erip tekrar uyku moduna girmeye çalışırken eşime gülme nedenim olarak anlatacaklarım bunlardı ve bana yine “sen aklını kaçırmışsın” diyecek ben, karanlığın içinde hafifçe gülümseyerek “iyi geceler” dileyecektim.

Gardırop ile duvar arasındaki yaklaşık üç parmak genişliğinde dehliz gibi duran boşluğa el fenerini tuttuğumda yerde duran siyah şeyi gördüm. Hala ne olduğunu çıkaramamışken iki yana açtığı kanatlarıyla kendini tanımamı istiyor gibiydi: Bu… bu bir karga yavrusu değildi… Bu… bir kuzgun yavrusu da değildi… Bu bir… evet, bu bir…, bu bir yarasa yavrusuydu; gece sabaha akarken bebek yarasa açık penceremizden yolunu ve yönünü şaşırarak yatak odamıza girmişti. Bu muhteşem tespitimi eşime söylerken bilgiççe ilave ettim; “zor durumda”. Bulunduğu yerde, önü gardırobun arkası ve arkasında duvar arasındaki dehlizde yön bulmak için ekolokasyon (https://askabiologist.asu.edu/ekolokasyon ) kullanıyorsa ki doğasındaki bu özelliğini kullanmaması mümkün değil; bir anlam çıkaramadığı, ne olduğunu anlayamadığı bir durumdaydı ve bu durum onu şaşkın yapmış olmalıydı. Yardıma ihtiyacı vardı. Çaresizdi (was desperate)…

Ancak dehlize girebilecek bir çubukla onu çekerek çıkarıp pencereden kendi dünyasına gönderebilirdik. Aklıma gelen ilk çözüm (ilk çözümün çoğu kez yetersiz kalan, işe yarayan doğru bir çözüm olmadığını iş hayatında deneyimleyen biri olarak yapılan bir hata olabilirdi) buydu. Nasıl bir çubuk? Telefon fotoğrafçılığında kullandığım nispeten ince selfi çubuğu işe yarayabilirdi, aldım, telefonu taktığım yeri doksan derece kıvırdım ve zarar vermemeye çalışarak yumuşak hareketlerle arkasından dokunmaya başlarken hareketlendi ve tekrar gardırobun üstünden pencere tarafına doğru uçuşa geçti. Benim acemice yönetmeye çalıştığım süreci iki kez yaşarken (aaah Einstein neredesin; Aynı şeyi tekrar tekrar yapmak ve farklı sonuçlar beklemek? Nasıl bir deliliktir…) bir türlü açık pencereyi bulamıyordu… Ben de onu can havliyle uçarken pencereye yönlendiremiyordum. Çaresizdi (was desperate)…

Acaba annesi eğitim için gece uçuşuna mı çıkarmıştı? Eğer böyleyse dışarılarda yakın bir yerde annesi de olmalıydı. Belki onun pencereye yaklaşarak çıkaracağı sadece onun duyabileceği sesler sayesinde bebek yarasa çıkışı bulabilirdi. Pencereye seğirttim. Gözlerimi kısıp karanlığı kolaçan ettiğimde gözüme ilişen bir şey olmadı. Yatak odamızda tek başınaydı ve üzgün ve çaresizdi (was desperate). Biz de öyle…

Üçüncü dönüşünü yaptığında bu sefer gardırobun yan tarafı ile duvar arasındaki dehlize girmiş, yerde kanatlarını gövdesine çekmiş, üzerine tuttuğum fener altında çaresizliği çok belirgindi. Sanki kafasını öne eğmiş kaderine razı olmuş bir görüntüsü vardı. Yoksa ben mi böyle görmüştüm. Yoksa annesi eğitim verirken yaşadıkları coğrafyada kaderciliğin bir hayat tarzı olduğunu mu anlatmıştı? Halinden bunun mümkün olduğunu ancak anne yarasanın daha “umut” konusunu ele almadığını düşündüm. Şu anda bulunduğu yer sanırım onu daha çok tedirgin ediyordu. Gücü tükenmiş gibiydi. Dehlizin tam karşısında engel olan ben vardım. Muhtemelen yön bulmak için gönderdiği ses dalgaları dehlizden sıkışmış olarak yayılıp benden geri dönerken büyük bir kısmı gardırobun ön yüzüne çarpıp sönümleniyordu. Dehlize girebilen kırpılmış ve girişim yaparak karmaşıklaşmış bu tuhaf ses dalgalarına anlam verememesi çok doğaldı. Üstelik daha bebekti ve muhtemelen öncesinde böyle bir zor durumda kalmamıştı. Çaresizdi (was desperate)…

Daha fazla vakit kaybetmeden kurtarmamız gerekiyor. “Umudunu kaybetme” diye seslendim. Karanlıktan, dehlizden ya da zor durumdan çıkmanın birinci temel kuralı umudu yitirmemek ve doğru davranışı sergilemekti. Ancak bu sesleniş ona mıydı? Hafifçe kıpırdandı. İlk denemelerde selfi çubuğunun yetersizliği başka bir yardımcı ekipmana ihtiyaç olduğunu ortaya çıkarmıştı. Ama ne tarz bir ekipman? Fotoğraf ışık malzeme dolabımdan obje çekimi için kullandığım yumuşak dokulu beyaz fon örtüsünü (neden beyaz olan? Siyah da vardı, yeşil de…) aldım. Ben selfi çubuğu ile bebek yarasanın arkasından hafif dokunuşlarla motive ederken eşim fon bezini uçuş yönü karşısında açmış bekliyordu. Uçuşa geçerken beze çarptı, eşim bezi bıraktı, bez üstünü örttü. Bezin altında yorgun ve çaresiz kıpırdanışlarına devam ediyordu. Selfi çubuğunu yere atıp kundak yapar gibi bezle sardım. Sadece yedi adım. Yüzümüzde gülümsemeyle pencereden ellerimdeki kundağı dışarıya doğru uzattım, çok yavaş hareketlerle kundağı açtım. Başladığı serbest düşüşten kanatlarını açarak süzülmeye geçiş yapınca; İşte budur… Bahçe aydınlatmasının ters ışığında süzülen bir “bat” silüeti izliyordum. Bir film sahnesi gibiydi. Kanatlarını çırpmaya başladı. Süzülmeden uçmaya geçerek karanlık içinde kayboldu. Bir süre arkasından bakmaya devam ettim. Kurtulmuş ve gitmişti. Uzaklara bakarken derin bir nefes aldık.

Poe’nun kurguladığı sahnesine yakın bir şey gerçekleşmişti. Bu mümkün müydü? Ya da Poe ve Eco’nun birlikte oynadığı bir oyun muydu bu? Ne fark eder ki? Şiirdeki kuzgunun sürekli tekrar eden “asla – nevermore” çığlığı zihnimde yankı yaptı. Gökyüzüne doğru bakıp gülümsedim ve seslendim: Teşekkür ederim…

Siz sormadan söyleyeyim;

Yarasa olduğunu anladığımda tedirgin oldum mu? Aklıma korona virüs falan gelmedi. Üstelik gazetede yarasalarda iki farklı virüsün daha bulunduğu haberini okuduğumun akşamıydı. Sadece bebek yarasanın kurtulmasına ve yaşam alanına dönmesine odaklanmıştık. İnsan bir şeyi yapmaya, bir hedefe veya bir amaca odaklandığında olası riskleri “hesap ettim” dese de bu riskleri zihninde basitleştiriyor, ortaya çıkmayacağını, çıksa bile kolayca halledilebileceğini veya yok sayıyor. Bunu yapmamak gerekir. İşte “kaza” denilen olayların temelinde bu var. Ancak sabah selfi çubuğu dezenfekte edildi ve fon örtüsü yıkandı.

Köyceğiz, Haziran 2023

Okyar Atilla

Geçmişte bir ara mühendisti. Şimdi tam zamanlı yönetici, gerçek zamanlı fotoğrafçı. Gündem "Fotoğraf" ise akan suları durdurur. Seyahat denildiğinde kapının önündedir. Klasik müzik ve kitap olmazsa olmazıdır. İki sokak köpeği, muhtelif sayıda kedi ile sürekli temas halindedir. Hızını alamadı mı dağda bayırda bulduğu gerçek köpeklerle konuşur. Sürekli sorgular. Merak ettiği bir konu olursa elinden kimse alamaz. "Bilgi ve sevgi paylaştıkça çoğalır" ilişkilerinin ana fikridir.

Paylaş
Yazar:
Okyar Atilla
Etiketler: Hayatın içinden
  • yakın zamanda gönderilenler

    Godox AD100 Pro

    Teşekkürler Godox, beni yüklerden kurtardın. Söylenecek çok fazla söz kalmadı. Şimdi AD100 Pro fotoğraf makinası…

    % gün önce

    Dalaman 3’üncü Kitap Günleri

    Bu günleri özgür ve bağımsız yaşayabilmemizi sağlayan tüm şehitlerimizi rahmetle anıp hatıraları önünde saygıyla eğiliyorum.…

    % gün önce

    Bir Post-30 Ağustos Yazısı…

    “Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dâhisi Türklere nasip oldu…

    % gün önce

    Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak

    Böyle bir bölümü iki üç kişinin sürüklemesini beklemek biraz hayal olmaz mı? Dolayısıyla siz sevgili…

    % gün önce

    Sanat makinelere bırakılırsa

    Bugün birçok fotoğrafçı, AI ile işlenmiş kareleri kendi üretimiymiş gibi sunuyor. Ama şu soruyu nadiren…

    % gün önce

    Bu Fotoğraf Kimin?

    Bir film izlediğinizde, akılda başrol oyuncusu kalabilir.Ama o film bittiğinde mutlaka jenerik akar.Çünkü sanat, çoğu…

    % gün önce