BLOG

Bir Post-30 Ağustos Yazısı…

Tabii ki siyasi ve politik düşünceler, yorumlar olacaktır. Ne bekliyorsunuz ki? Fotoğrafla ilgili sözler ve cümleler mi? Eğer fotoğrafın sadece fotoğraf makinası ile çekildiği ön yargısındaysanız bir kere daha düşünmenizi önermekten başka bir şey yapamasamda şunu söyleyebilirim; bir lafa başlarken “görünen o ki” diyorsanız sözle fotoğraf çekiyorsunuz demektir. İşte yazıda sözlerin zihninizde oluşturacağı fotoğraflar yer alıyor. Üstelik sınırsız bir özgürlükle fotoğrafları yazının istediğiniz yerine yerleştirebilirsiniz.

30 Ağustos nedir?

En basit anlamda -farklı aralıklarla başka birçok kişinin de olduğu gibi- 33 yıl arayla benim doğum günüm olan tarihtir.

Tarihin o günkü sayfalarını karıştırıp geçmişte olanları farklı cümlelerle anlatmanın bir anlamı yok. Benim anlamlandırdığım 30 Ağustos 1922 (26 Ağustos ile Kocatepe-Afyonkarahisar’dan başlayan süreç) ulu ve eşsiz önder Mustafa Kemal Atatürk (adını telaffuz edince neden gözlerimden yaşlar boşanıyor?) ve silah arkadaşlarının Türk Milleti ile fedakârca canları pahasına dünya tarihine diktikleri daha adı konulamamış elmastan, yakuttan değerli hala pırıl pırıl, aydınlığın olmadığı her ortamda ışıldayan bir mücevherden kilometre taşıdır. Adı bir tek İzmir marşında geçer… Emperyalistlerin anlaması için şöyle de ekleyelim; “milestone” dur.

Atatürk, bu mücevher taş dikildikten sonra klasik emperyalistlere ve klasik kapitalistlere şunu söyledi: “Tamam, sizi anlıyoruz. Emperyalist anlayışınıza göre batan bir imparatorluğu parçalayıp sömürge yapmanız anlayışınıza, hırsınıza, dünya görüşlerinize uygun. Ama canımız pahasına engelledik. Beceremediniz. Başaramadınız, kabullenin, emperyalist anlayışınızı hiçe sayarak sizi yok ettik. Artık sizinle aynı düzeyde devam edeceğiz.”

Benden daha kibar, benden daha engin düşünce tarzına sahip biri olarak bunu benim yukarıdaki sert cümlelerim gibi ifade etmedi tabii ki. 30 Ağustos’un ardından 24 Temmuz 1923 de imzalanan Lozan Antlaşmasıyla söyledi ve kabul ettirdi.

“klasik emperyalistlere ve klasik kapitalistlere” ifademe takılmadınız ama burası çok önemli ve oraya ilerleyen cümlelerde geleceğim. Az sabır.

30 Ağustos üzerinden Atatürk’e olan hisler

Sevmediklerini zaten her fırsatta ifade edip gösteriyorlar. Aslında nefret ediyorlar. Emperyalist ve kapitalist emellerine karşı durabilen bir toplum yarattı. Fikir, ideal, hedef, amaç olarak benimsetti (öyle miyiz acaba?), kayda geçti. Böyle olması emperyalistler için çok kötü bir şeydi. Başka toplumlar bunlardan faydalanabilir ve emperyalizm-kapitalizm sürecini sekteye uğratabilirdi. Nitekim böyle olan örnekler 30 Ağustos’un hemen akabinde görülmeye başladı.

Yoksa Che’in sırt çantasında “Nutuk” olmasını nasıl izah edersiniz? Ya da Castro’nun Küba devriminde Atatürk’ün fikirlerinde yola çıktığını söylemesini.

Tabii en değere vurulması gereken ifade Ghandi’den geldi: “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngiliz’in yanında zannediyordum.”

Romanya’nın Çavuşesku’dan kurtulmasının ardında da Atatürk’ün bağımsızlık fikirleri vardır. Yoksa Bükreş’te Atatürk heykelinin ne işi var? Ve daha nice Afrika ülkelerinin.

Bakın şuraya not düşelim; patlıcan musakkaya, baklavaya “bunlar bizim yemeklerimiz” diyenler göbeklerinden bağlı emperyal patronlarından kurtulabilseler “Ama Mustafa Kemal Atatürk bizim topraklarımızda doğdu büyüdü, bizim kahramanımız” diyeceklerdir. Yoksa neden Nobel barış ödülüne aday göstersinler ki? Sertçe söyleyeyim; YEMEZLER…

Aşağıdaki alıntıları Güneri Cıvaoğlu’nun 12 Kasım 2019 tarihli yazısından yaptım:

“Dönemin İngiltere Başbakanı David Lloyd GEORGE: “Yüzyıllar nadir olarak dâhi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki 20. yüzyılın dâhisi Türklere nasip oldu ve kader onu bizim karşımıza çıkardı.”

“Osmanlı’ya karşı savaşı başlatanlardan İngiltere Başbakanı Sir Winston CHURCHILL “savaşta Türkiye’yi kurtaran, savaştan sonra da Türk ulusunu yeniden dirilten Atatürk’ün ölümü, yalnız yurdu için değil, Avrupa için de en büyük kayıptır.”

“Hollanda Dışişleri Bakanı LUNS: “Çağımızda, uzak görüşlü, cesur, siyasi, sosyal ve ekonomik reformlarla Türkiye’yi bugünkü modern Cumhuriyet haline getiren Kemal Atatürk’tür. Kemal Atatürk’ün dediği gibi, Türk milleti, durmadan ve korkmadan uygarlık yolunda ilerlemeye hazır ve kararlıdır.”

“10 Kasım 1938’de Atatürk için bakın dönemin Fransa Başbakanı Aristide BRIAND ne demiş: “Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz Mustafa Kemal ve onun tüm askerleri burada olsalardı teker teker hepsinin heykellerini dikerdik.”

Böyle söylediklerine bakmayın. Hepsi yalan. Ellerini ovuşturduklara eminim. Hele Llyod George ve Churchill göbek bile atmış olabilir.

Ve Kurtuluş Savaşı…

Bu meşakkatli acıyla kanla yoğrulmuş süreç ne zaman ve nasıl başladı? Akla hemencecik 19 Mayıs 1919 geliyor değil mi?

Halbuki Mustafa Kemal, olayları, durumları, riskleri çok ama çok iyi değerlendiren yetkinliği ile zaman içinde neyle karşı karşıya kalacaklarını öngördüğü savaşa daha 1896 – 1898 yılları arasında eğitim gördüğü Manastır Askeri İdadisinde tek başına başlamıştı. 13 Mart 1899 da başladığı Harp Akademisini 10 Şubat 1902 de teğmen olarak bitirdi.

Harbiye’de ve Harp Akademisi’nde, memleket ve millet davaları ile ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi sebebiyle aydın ve inkılâpçı bir subay olarak tanınmıştı. Devir istibdat idaresi idi. Mustafa Kemal’in fikirleri, davranışları aleyhine olabilirdi; ancak çevresince gerçekten çok sevilmesi, güvenilir olması, düşüncelerinde samimi oluşu, onun herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber Harp Akademisi’nden mezuniyetini izleyen günlerde istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe çekerek birkaç ay İstanbul’da tutuklu kaldı; sonra bir nevi sürgün olarak vazife ile 5 Şubat 1905 tarihinde Suriye bölgesine, Şam’a atandı. Sudan sebeplerle başka sürgünler de olacaktı.

Mustafa Kemal’den kurtulma ve etkisiz bırakma faaliyetleri her zaman sürdü. İlk mecliste mebus olma şeraitini yazmaya kalkanların “bir yerde beş sene sürekli oturmak” ifadesi çarpıcı ve aşağılık bir örnektir. Bitti mi? Etrafınıza kulak kabartıp kendi aklınızla siz karar verin.

Demem o ki Mustafa Kemal tek başına çıktığı yolda ideallerine yüce Türk milletini inandırıp, motive edip 30 Ağustos 1922 ye -gelecek için, bizim için- hep birlikte ermişlerdir.

“Umutsuz durum yoktur, umutsuz insan vardır”…

Düşünün…

Atatürk’ün kayda geçtiği, artık evrilmeye başlayan emperyalizm ve kapitalizm karşısındaki tam bağımsızlık fikirlerinin ve eylemlerinin her biri emperyalistlerin toplumları sokmaya çalıştıkları karanlık dünyada hiç ışık olmasa bile ışıl ışıl parlayarak yol göstermeye devam edecekti.

Post-emperyalizm ve post-kapitalizm evresinde bile Atatürk’ün fikirlerinin yıkılmaz olduğunu bilmeleri Atatürk’e olan nefretlerini körüklüyor. Yoksa “Dedem 1900’lerde Osmanlı pasaportuyla ve cebinde 13 lira ile Amerika’ya gitti. DNA’mın geldiği yere dönmek ayrıcalık ve onur.” diyerek demeç veren büyükelçinin “Osmanlı İmparatorluğu’ndaki millet sistemi farklı grupların merkezî sistemdeki varlıklarını yüzlerce yıl sürdürmelerine imkân verdi, Türkiye için en iyi sistem Osmanlı millet sistemidir.”  Demesini ve özellikle Türkiye’de göreve atanmasını başka türlü anlamlandırmak mümkün değil.

Hayatımızın her yönünde karşılaşıyoruz: mesela bir dönem çalıştığım şirket insan kaynakları direktörü diye faaliyette bulunduğu 27 ülke içinden Mısır’daki şirketinden bir yöneticiyi Türkiye operasyonuna atamıştı. Adam buram buram Türk karşıtlığı kokuyordu.

Atatürk’e kızıyorlar; emperyalist ve kapitalistlerin ütopyaları bile olamayacak fikirleri ortaya koyup hayat geçirdi. Buna rağmen emperyalistlerin ve kapitalistlerin toplumların yönetim tarzlarına baktığınızda Atatürk’ün her çeşit fikrinin hayat geçirildiğini görürsünüz. Başları sıkıştığında, çıkarlarına uyduğunda ağızlarını “Atatürk demişti ki” diye açarlar. Ancak bunlar sadece kendi anlayış ve taktik sınırları içinde geçerlidir. Sömürge olarak gördükleri veya yapmaya çalıştıkları toplumlar üzerinde emperyal tutkularını sürdürmeye, uygulamaya devam devam ederler.

Nerede olmalı?

Klasik emperyalizm ve klasik kapitalizm kendi kontrolü olamadan ister istemez teknolojini etkisiyle de post-emperyalizm ve post-kapitalizme evrildiler. Aslında artık “post” un daha ötesine geçmiş vaziyetteler.

Emperyalizm ve kapitalizmin türevleri, mevcutta hepimizin birçoğunu kullandığımız ve başka benzerleri ve de benim bilmediğim emperyalist sanal medya araçlarının toplum algılarına daha kolay etki ettiğini gördüğünde biraz rahatlamıştır. Ancak ülkemiz ve dünya için Atatürk’ün serptiği mücevherler hala başlarını ağrıtacak, dolayısıyla kabul edilemez tarzda durmaktadır.

Bütün bunların karşısında olması beklenen Marksizm ve sosyalizm ne yazık ki klasik yapısından çıkmakta zorlanıyor. Hala romantik çağda olduğunu zannediyorlar. Devrimci romantik değil midir? Yoksa Mustafa Kemal Paşa büyük taarruza birkaç gün kala savaşın ortasında Reşat Nuri’nin “Çalıkuşu” eserini niye bir solukta okusun? Niye kitaplarını sandıkla sürekli yanında taşısın?

“Bir insan ölüme an kalmışken niye Rodrigo’nun gitar konçertosunu dinler?”

Çin’de uzak Batı’nın emperyalist sanal platformlar kullanılamıyor. Resmen yasak. Mesela “wechat” kullanıyorlar. Uygulama adının İngilizce olması ne kadar tuhaf değil mi? Buna rağmen Kendi arama motorları var. Kendi online tercüme uygulamaları var. Dünya ekonomisi içinde öyle ya da böyle hala klasik kapitalizmin üretim çeşitliliği ve büyümesini post-kapitalizme karşı ustaca kullanıyorlar. ABD’yi kızdıran bu.

Sosyalizmin kalesi olması gereken Rusya başka bir noktaya evrildi, ucundan kıyısından post-kapitalizme bulaştı.

Marksist ve sosyalist filozofların, aydınların, fikir adamlarının yakın zamana kadar olanları doğru yorumlayıp eylem planı hazırlayıp toplumun dikkatini çekmek yerine (önemli bir not düşelim Fredric Jameson geç olsa da erken fark edip anlatmaya çalıştı) belki -bana göre- klasik Marksizmin romantikliği içinde ay ışığı altında Tchaikovsky dinlemeye devam mı ettiler? Ne bileyim, belki de Bach dinliyorlardı… Yoksa ütopyalar peşinde miydiler???

https://corpusdergi.com/2024/muzik-ve-marksizm-dikkat-calma-listesi-icerir/

Muhalif görünen siyasi partilerin post-emperyalizm ve post-kapitalizm gerçeğini tam kavradığını düşünmüyorum. Dinlediğim konuşmalar genelde günlük anlık olaylara takılıp kalmaktan öteye gidemiyor. İleriye yönelik plan yapma (kim bilir belki de var, ben bilmiyor olabilirim) ve uygulama konusunda yetersiz gibi duruyorlar. Zamanın içinden akıp gidiyoruz.

Son olarak

30 Ağustos’un dünya tarihi üzerinde bir kırılma noktası yarattığı su götürmez bir gerçek. Geçmişe takılı kalmadan Atatürk’ün saçtığı mücevher tanelerini post-emperyalizme ve post-kapitalizme karşı en hızlı tedbirleri alacak şekilde değerlendirmek görevimiz. Her tüm vatandaşlarımızın üzerinde olan görevin kısa tanımıdır bu.

Yaşasın Cumhuriyet ve tam bağımsız Türkiye,
Ne mutlu Türküm diyene…

Okyar Atilla
Köyceğiz, 26 Ağustos 2025

Okyar Atilla

Geçmişte bir ara mühendisti. Şimdi tam zamanlı yönetici, gerçek zamanlı fotoğrafçı. Gündem "Fotoğraf" ise akan suları durdurur. Seyahat denildiğinde kapının önündedir. Klasik müzik ve kitap olmazsa olmazıdır. İki sokak köpeği, muhtelif sayıda kedi ile sürekli temas halindedir. Hızını alamadı mı dağda bayırda bulduğu gerçek köpeklerle konuşur. Sürekli sorgular. Merak ettiği bir konu olursa elinden kimse alamaz. "Bilgi ve sevgi paylaştıkça çoğalır" ilişkilerinin ana fikridir.

Paylaş
Yazar:
Okyar Atilla
Etiketler: Hayatın içinden
  • yakın zamanda gönderilenler

    Olympus Live ND ve Live GND ile doğayı farklı bir ışıkta görün

    OM System Live ND özelliği, fotoğrafçılığa yeni bir boyut kazandırıyor. Uzun pozlama efektlerini gerçek zamanlı…

    % gün önce

    Sıcaklık Film banyosunda ne kadar etkilidir ki?

    Hangi kamerayı ve hangi tekniği kullanırsanız kullanın; fotoğraf hayal kurma, düşünme, görme, hissetmenin bileşkesi eşliğinde…

    % gün önce

    Uğur Kavas ile Söyleşi

    1977 yılında fotoğrafa başladı. Ankara Çankaya Belediyesi Basın ve Yayın Müdürlüğü’nde belediye foto muhabiri, Başbakanlık…

    % gün önce

    Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak – Bölüm II

    Üzerinden “çok uzun” diyemeyeceğimiz bir zaman geçti. Hatırlarsınız, “Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak” yazımızda gelinen…

    % gün önce

    Adana’nın Yolları Taşlık…

    Bu yazı Arkaplan Sanat Dergisi için (Yazı ilk olarak ArkaPlanSanat Dergisinin 38. Sayısı (Ağustos-Eylül 2025)…

    % gün önce

    Godox AD100 Pro

    Teşekkürler Godox, beni yüklerden kurtardın. Söylenecek çok fazla söz kalmadı. Şimdi AD100 Pro fotoğraf makinası…

    % gün önce