Cumhuriyetin 100’ncü yılı için kayda geçecek bir yazımız olmalıydı. Ancak ana fikir belli olsa da yazı içeriğine karar vermek oldukça zor olacaktı. İttihat ve Terakki’nin ortaya çıkmasıyla cumhuriyete giden yolda yürüyüş başlamıştı. Belki bu başlangıcı 23 Aralık 1876 da II. Abdülhamit tarafından ilan edilen birinci meşrutiyet olarak almak da mümkündü. Ancak tarih birinci meşrutiyetin sadece göstermelik olduğunu, 1877-1878 Osmanlı – Rus savaşı yenilgisiyle meclis-i mebusanın kapatılarak bir istibdat dönemine girilmesiyle ispat eder.
Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu bunalımdan kurtulması için Kanun-i Esasi’nin yeniden yürürlüğe konmasını isteyen öğrenciler tarafından 21 Mayıs 1889’da Askeri Tıbbiye Mektebi’nde İttihad-ı Osmanî Cemiyeti adlı gizli bir örgüt olarak kuruldu. Daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alacaktır. Bunu burada kronolojik olarak anlatmanın imkânı yok. Ancak cemiyetin en önemli ve tesirli ismi Mustafa Kemal ile aynı yaşta olup Askeri okulda iki sınıf üstü olan Enver Bey (henüz paşa değildir) olacaktır.
Mustafa Kemal ise aynı günlerde İstanbul’dan uzak olması (bu aslında sürgündür ve Mustafa Kemal bunun bilincindedir. Asıl olmak istediği yer Selanik’tir) için atandığı (Şubat 1905) Beşinci Ordu’nun merkezi Şam’da subayları arasında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti adlı örgütü kurmuş ve hemen ardından kısa bir süre için Selanik’e gidip orada bir şube açmıştı. Osmanlı Hürriyet Cemiyeti önce Vatan ve Hürriyet ile birleşti. Bu hikâye oldukça detaylı ve uzundur.
İttihat ve Terakki Cemiyeti Avrupa’da şubeler açacaktır. Ve merkez önce Paris sonra Brüksel’de siyasi tepki alarak kapatılınca Selanik’te kurulmuş olan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Eylül 1907 de birleşerek Osmanlı ittihat ve Terakki Cemiyeti adını alır. Ekim 1907 de Mustafa Kemal, Fethi Okyar’ın ısrarı üzerine cemiyete 322 sıra no ile üye olur.
Böylece II’nci Meşrutiyete giden yoldaki adımlar hızlanmış oldu. Ve 24 Temmuz 1908 de II’nci Meşrutiyet Selanik’te bulunan 3’üncü ordunun desteği ile ilan edildi ve Kanun-i Esasi tekrar yürürlüğe konuldu.
Vahdettin ile yaptığı Almanya seyahatinde ve bu seyahatin getirdiği yakınlaşma ile sadrazam ve padişahla her görüştüğünde düşüncelerini söyleyen Mustafa Kemal, cemiyetin Eylül 1909 kongresinde eleştirilerini sakınmadan dile getirdiğinde cemiyet yöneticileri tarafından dışlanmaya başladı.
Meşrutiyet sonrası İttihat ve Terakki Cemiyetinin (İTC) cebri olarak iktidara el koyması olacaktır. Bu dönemde Enver Bey hızla rütbe alır ve Ocak 1913 de Tuğgeneral olarak harbiye nazırı olur. Bütün bu gelişmelerin cemiyet yöneticilerinin kibrini arttırmasına ve yollarını kaybetmelerine şaşmamak gerekir. Mustafa Kemal ise binbaşıdır ve Fethi Okyar’ın yanında ataşemiliter olarak Sofya’ya “önemli bir görev” adı altında uzaklaştırılacaktır. Bu süreçte İTC’nin Enver, Talat ve Cemal paşaların etkili olduğu dönem başlayacaktır.
Ve bunlar olurken 1’nci Dünya harbi başlar. Tarih 28 Temmuz 1914.
Henüz Sofya’da iken (Eylül ya da Ekim 1914) masasına Avrupa haritasını açıp kendi kendine mütalaada bulur ve sonrasında Fethi Bey’e, daha sonra Sofya’ya gelen Talat Paşa’ya düşüncelerini ifade eder:
“Sen bu adamları tanıyorsun. Onların safında çalıştın. Bir aralık sana inandılar. Yakınlık gösterdiler. Seni partilerinin mesul sekreterliğine kadar getirdiler. Unuttun mu? Talat Bey, ta Bolayır’a kadar nasıl ayağına gelmişti? Aman yaz, behemehal yaz. Bu adamlar acele etmesinler. Harbe girmesinler. Harbin sonunun karanlık olduğunu onlara anlatamazsan bile, hiç olmazsa beklesinler. Bu harp bizim harbimiz değil.”
Ancak bu düşünceler dikkate alınmaz ve ilgili mercilere iletilmez. Zaten iletilse bile dikkate alınmayacağını kestirmek güç olmasa gerek. Arkası 2 Ağustos 1914 de Alman ittifakının imzalanması ile çorap söküğü gibi gelecektir. Ordunun fiili olarak savaşa dahil olmasına kadar geçen sürede İstanbul’da Enver ve Talat Paşa, padişah, mebusan meclisi ve yabancı elçilikler arasında cereyan eden çok olaylar olur. Alman elçisi ise sürekli emirler yağdıran ve yapılmasını isteyen bir tavırdadır.
Mustafa Kemal’in Başkumandanlık Vekaletine (İstanbul) yaptığı müracaatlar gecikmiş olarak karşılık bulur ve 19’uncu tümen komutanlığına atanırken Enver Paşa’da doğuda 3’üncü ordunun karargâhı olan Erzurum’a gider. Hikâyenin devamı o güne ordu hizmetinde bir tabur dahi kumanda etmemiş Enver Paşa’nın verdiği taarruz emrinin iş bilmez Alman komutanlarıyla tarihimize Sarıkamış faciası olarak yazılacaktır.
“Sarıkamış bozgununu tamamlayıp İstanbul’a dönen Enver Paşanın, Sarıkamış harekâtı hakkında İstanbul’da açıkladığı tek cümle şudur: Düşmana ağır bir darbe indirdik! Bunun dışındaki neşriyat önlenmiştir.”
Tuhaf olan şey ise 19’uncu tümen diye bir oluşumun var olmamasıdır.
Bundan sonra savaşlar doğuda Suriye, Filistin, Mısır, Hicaz yöresinde batıda ise Çanakkale ile öne çıkacaktır. Her iki tarafta yaşananları kısaca ifade etmek mümkün değil. Bu konuda yazılan kitapları okumak gerekir. Mustafa Kemal (artık yarbaydır) ite kaka kurduğu 19’uncu tümenin karargahının 24 Şubat’ta Eceabat’a (Maydos) nakledilmesiyle cehenneme adımını atacaktır.
Çhurchill’in hatıralarında şöyle yazar: “Türkler öyle bir savunmaya girişmişlerdi ki, canlarını veriyorlar, ama vatan topraklarından bir karış yer bile vermiyorlar … “. Böylece, netice belirmeye başladı. Nihayet 19-20 Aralık 1915’te düşman kumandanlığı, sessizce ve önce Arıburnu-Anafartalar cephelerini boşalttı. Askerlerini kaçırdı. Topraklarımızı terk etti. 3-9 Ocak 1916 günlerinde de Seddil bahir cephesini bırakıp, bütün Gelibolu hareketini tasfiye etti. Filolar son veda toplarını attılar, sularımızdan çekildiler.
Önce albay rütbesini hak eden Yarbay Mustafa Kemal, çok kısa bir süre sonra Mart 1916 da Doğu Anadolu cephesi 16’ncı kolordunun kumandasını alırken artık mirliva (tuğgeneral) olmuştur. Çok fazla zaman geçmeden “Hicaz Sefer Heyeti” denilen bir oluşumla Suriye’ye davet edilir. Niyeti Hicaz ordularının başına geçip orduyu Suriye’ye konuşlandırarak Mısır tarafından gelecek taarruzları önlemektir. Ancak bu stratejisi hem Enver hem de Cemal Paşa tarafında değer bulmaz. Mustafa kemal Paşa’yı önce 2’nci orduya (Diyarbakır) tayin (Mart 1917) ederler. Akabinde Temmuz 1917 de 7’nci ordu kumandanlığına yani Suriye’ye tayin edilir. Bölgede 4’ncü ordu kumandanı Cemal Paşa olsa da asıl kontrol Alman mareşali Von Vangenyn’dadır. Ayrıca Alman Orduları Kurmay Başkanı General Falkenhayn 20 Temmuz 1917’de Yıldırım Ordular Grubuna tayin edildi. Grup VI. VII. VIII. Ordulardan teşekkül edecekti. Eylül başında Falkenhayn Sina cephesini teftiş etti.
“Ekim 1917’de Enver Paşa ve Falkenhayn’ın kararı ile ordu Sina yarımadasında İngiliz kuvvetlerine taarruz eder. Bunun doğru olmadığını ve yapılmaması gerektiğini Mustafa Kemal Paşa 20 Eylül tarihli raporunda Enver Paşa’ya bildirmişti. Karşılığında kısa ve soğuk bir cevap alınca istifa etti. Bu da Enver Paşa’nın Sarıkamış faciasına neden olan kararı gibidir.”
Mısır, Filistin ve Suriye cephesinde yaşananlar anlatmakla bitmez. İstifası kabul edilmez ve tekrar 2’nci ordu komutanlığına atanır. Görevi kabul etmez ve cebinde beş parası olmadan İstanbul’a döner. Tarih Ekim 1917’dir.
İstanbul günlerindeki en önemli olay Almanya’ya davetli olan Padişah Mehmet Reşad’ın sağlık problemi nedeniyle yerine veliaht Vahdettin ile seyahat etmesidir. Bu görevde gelecekteki padişaha yakın olup etkileyerek dünya harbi sonrasında yenilecek (savaş başladığında Mustafa Kemal Paşa haritalar üzerinde ülkelerin güçlerini ve cephelerini göz önünde bulundurarak bu fikrini Enver Paşa başta olmak üzere yaymaya çaba gösterir) olan müttefiklerin yanında mahvolmamak için yapılabilecekleri, alınacak önlemleri anlatma fırsatını görmektedir. Ancak bunu yapsa da Temmuz 1918’de padişah olan Vahdettin bunları anlayacak bilgi ve öngörüye sahip değildi.
Bu süreçte Mustafa Kemal Paşa böbrek rahatsızlığı ve İspanyol nezlesi gibi çok önemli iki rahatsızlık yaşar.
Mustafa Kemal Paşa’nın yeniden VII. Yıldırım Ordusu kumandanlığı ile Suriye cephesine tayini yapılır. Gitmeden önce yine Vahdettin ile hasbıhal edecek ve ne yazık ki artık olumlu olmayan düşünceler kafasında dönmeye başlayacaktır. İstanbul günlerinde bıkmadan usanmadan her seviyedeki makam ile mütalaalarda bulunmuş geleceğe ilişkin fikirlerini aktarmıştır.
Ancak söylemekte fayda var; bu tayinde Enver Paşa’nın etkisi olmuştur. Mustafa Kemal Paşa payitahttan uzak olmalıydı. Hem kim bilir çöllerde yok olur giderdi.
İstanbul’dan Suriye’ye gitmek öyle İstanbul’dan bindim Halep’te indim değildir. bu güzergâhı Falih Rıfkı Atay’ın “Ateş ve Güneş” adlı anı kitabından okumak gerekir.
Yıldırım Orduları Grubu Kumandanı Mustafa Kemal, harbin bittiğini ve düşman devletleriyle mütareke imzalandığını, Sadrazam ve Başkumandanlık Genelkurmay Başkanı İzzet Paşanı Ekim 1918 tarihindeki telgrafıyla öğrenir. Yıldırım orduları 10 Kasım 1918’de lağvedilir. Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918’de tekrar İstanbul’a döner. Artık acı verici ve sıkıntılı mütareke günleri başlayacaktır. Yaveri Cevat Abbas anılarında Haydarpaşa’dan bindikleri köhne teknede geçenleri şöyle kaleme almıştır:
“İstanbul’a geldiğimiz günü hiç unutmam. Şehrin çok hazin (acıklı) bir hali vardı. İstanbul düşman onanmalarının limana girmeleri felaketinin yasını tutuyor, bu büyük yasa Atatürk’ü de ortak ediyordu. Atatürk’le ben, askeri ulaşımın bir köhne motoru ile deniz ortasında yaslanan bir çelik ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ ün zarif dudaklarından ‘Geldikleri gibi giderler! ‘ cümlesini işittiğim zaman, mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum. Cevabımda aceleci davrandım: ‘Size nasip olacak, siz bunları kovacaksınız Paşam!’ dedim.
Samsun’dan Önceki Altı ay (Alev Çoşkun’un kitabının adı)
“Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak mahiyet alır …
ATATÜRK”
Yaşananlar birçok farklı kaynakta yer almış olsa da bu dönemi anlatan en iyi ve derli toplu bir kitaptır. Okumak gerek. Dolayısıyla çok uzun yazmanın bir anlamı olmayacak.
Zorlu günlerdir. Mustafa Kemal Paşa’nın yine bıkmadan hem sadaret hem de silah arkadaşlarıyla görüştüğü fikirleri paylaştığı ve arkadaşlarının fikirlerini aldığı açık ve gizli toplantılarla geçen günlerdir. Bir taraftan işgalciler tarafından izlenmektedir. İki defa annesinin oturduğu Akaretler’deki ev baskına uğrar. İtalyanlar Paşa’yı yanlarına çekip Ege’de Yunan güçlerine isyan planlamaya gayret ederler. Payitaht sadece kendi devamını sürdürmeyi ve itilaf kuvvetleriyle iyi geçinmenin gerektiğini anlatır durur. Paşa, aykırı düşünceleri ile bunu tehlikeye attığı için Vahdettin gözünde de hoş görülmemektedir. Padişahın her davranışı itilaf kuvvetlerine yaranmak üzerinedir.
Ancak Mustafa Kemal Paşa siyasi girişimlerinden vazgeçmez. Bu durum en fazla İngilizleri rahatsız etmektedir. Ayrıca Paşa’yı Çanakkale’de tanımış neler yapabileceğini az buçuk tahmin etmektedirler ve kuyruk acıları vardır. Ancak Paşa bu dönem kaldığı Pera Palas’ta İngilizlerle de görüşmektedir. Bu durum İngilizlerin kafasını karıştırmaktadır. Rahip Frew denilen bir İngiliz casus (Paşa bunu bilmektedir) birkaç kere Paşa ile görüşür.
İstanbul’daki zorlu günler Mustafa Kemal Paşa’nın yapabileceği her türlü siyası girişimlerin nihayete erdiğini ve kurtuluş için artık milletle Anadolu’da bir çaba göstermekten başka bir şey kalmadığı noktaya gelmiştir. Bu esnada payitaht, İngiliz baskısıyla Paşa’yı İstanbul’dan yine uzaklaştırmak istemektedir. Paşa’da Anadolu’ya gitmenin yollarına bakmaktadır. Bu fırsat Türklerin Karadeniz kıyılarıyla bilhassa Samsun ve havalisinde Rumlara saldırıyor bilgisiyle çıkar. Nisan 1919’da işgal kuvvetleri kumandanları, işte bu vesile ile hükümete bir nota vererek bu saldırıların, önlenmesini istediler.
Bundan sonrasını anlatmak yerine kronolojik olarak sunmak daha kolay olacak. Ancak hemen öncesinde yani 15 Mayıs 1919’da Yunan ordularının İzmir’e çıkışını ve Hasan Tahsin olayını vurgulamadan olmaz;
“Erzurum Mebusu Süleyman Necati, Canik (Samsun) Mebusu Emin ve Mersin Mebusu Salahattin Beyler tarafından verilmişti. Mebusların seçilmesine dair olan kanunun değiştirilmesi hakkındaydı. Doğum yerleri o günkü Türkiye’nin sınırları dışında kalanların mebus seçilme haklarından mahrum edilmelerine dairdi.”
Gazi Mustafa Kemal Paşa her zamanki aklı selim davranışı ile bu durumu müzakere ile sonuçlandırmıştır.
Lozan Konferansı başlı başına ele alınacak bir süreçtir. Bu konuda yazılmış oldukça çok sayıda yerli ve yabancı eser mevcuttur.
‘Çankaya’da İsmet Paşa ile Milli Müdafaa Vekili Kazım, eski kolordu kumandanlarından Sinop mebusu Kemalettin, Sami ve Millî Mücadelede Kocaeli Grubu kumandanı Halit Paşalar bulunuyordu. Gazi, Rize mebusu Ekrem ve Afyon mebusu Ruşen Eşref Beyleri de yemeğe alıkoydu. İşte bu yemektedir ki arkadaşlarına:
“Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” dedi’.
Tarih 28 Ekim 1923 dür…
İşte bugün 100’ncü yılını idrak etmemiz gereken Cumhuriyet’in hikayesi böyle. Sanmayın ki 1923’de ilanından sonra her şey gülük gülistanlık oldu. Yine Anadolu’da isyanlar, mecliste cumhuriyet kavramına karşı oluşumlar devam etti. Bir yandan da Atatürk ve arkadaşları çağdaşlığa giden inkılapları yapmaya, memleketin imarı için fabrikalar kurmaya, tarım ve hayvancılık için çiftçiye destek vermeye devam ettiler.
Bugün hürriyetimizin temelinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ona inanan silah arkadaşları ve emirlerini tereddüt etmeden uygulayan ve savaşlarda gözlerini kırpmadan ölümü kucaklayan Türk milletinin asil insanları yer almaktadır. Bu yüce insanların bize bıraktıkları cumhuriyeti korumak ve sürdürmek birinci idealimiz olmalıdır. Bu aynı zamanda gelecek nesillere olan görevimizdir.
Fikirleriyle aydınlattığı yolda ne bahasına olursa olsun sonuna kadar yürüme gayretiyle son sözü Atatürk’e bırakıyorum:
“Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Ne mutlu Türküm diyene…”
OM System Live ND özelliği, fotoğrafçılığa yeni bir boyut kazandırıyor. Uzun pozlama efektlerini gerçek zamanlı…
Hangi kamerayı ve hangi tekniği kullanırsanız kullanın; fotoğraf hayal kurma, düşünme, görme, hissetmenin bileşkesi eşliğinde…
1977 yılında fotoğrafa başladı. Ankara Çankaya Belediyesi Basın ve Yayın Müdürlüğü’nde belediye foto muhabiri, Başbakanlık…
Üzerinden “çok uzun” diyemeyeceğimiz bir zaman geçti. Hatırlarsınız, “Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak” yazımızda gelinen…
Bu yazı Arkaplan Sanat Dergisi için (Yazı ilk olarak ArkaPlanSanat Dergisinin 38. Sayısı (Ağustos-Eylül 2025)…
Teşekkürler Godox, beni yüklerden kurtardın. Söylenecek çok fazla söz kalmadı. Şimdi AD100 Pro fotoğraf makinası…
Yorumlar
Kaleminize , emeğinize sağlık..Başvuru kaynağı olmuş..
Okyar Hocam bu konuda bilinmeyen birçok noktaya değindiğiniz için dağarcığımız zenginleşti.
Teşekkürler.
Çok teşekkür ederim. Gençlere ve kitap okuma engellilerine hap bilgi olsun istedim. Yoksa kitapları okurken anlatılanlar insanı yoruyor ve üzüyor. Mustafa kemal Paşa'yı yok etmek için, Enver ve sadrazam Damat Ferit cepheden cepheye çok kısa aralıklarla gönderiyorlar. Bütün bunların yanında gözündeki rahatsızlık, böbrek rahatsızlığı ve İspanyol nezlesi gibi hastalıklarla mücadele de var. Yaşanası şey değil. Hayatını Türk Milletinin istikbali için hiç ediyor. Okurken ağlıyorsun yazarken ağlıyorsun. Varlığı bize Allah'ın lütfudur.
Elinize, Yüreginize saglik.. Basarili bir bas yapit olmuş..
Efsane bir kaynak niteliğinde bir yazı olmuş. 👏👏👏