Tolstoy, Napolyon’un Rusya’yı işgalini anlattığı Savaş ve Barış romanının ikinci cildinde şöyle yazar:
“Tehlikenin yaklaşmaya başlamasıyla, insanın yüreğinde her zaman birbirine denk iki ses yükselir: Gayet mantıklı olan ilk ses, insana tehlikenin niteliğini değerlendirmesini ve ondan kurtulma yolları aramasını söyler; çok daha mantıklı ikinci ses ise, tehlikeyi düşünmenin çok bunaltıcı ve acı verici olduğunu, her şeyi önceden görmenin, olayın genel gidişatından kurtulmanın insanın elinde olmadığını ve bu yüzden insanı bunaltan tehlike düşüncesini, tehlikeyle karşı karşıya kalana kadar görmezden gelmenin ve hoş şeyler düşünmenin daha iyi olacağını söyler.
İnsan yalnızken birinci sesin dediğini, topluluk içindeyken ise tam tersine ikinci sesin dediğini yapar.”0
Romanda yaklaşan tehlike Napolyon ve ordusu. Ama biz modern çağ insanları için yaklaşan ve hatta yaklaşmış olan küresel bir tehlike var. İnsanlık olarak içimizdeki ilk sesi mi yoksa ikinci sesi mi dinleyeceğiz? Şayet içinizdeki birinci ses baskın ise okumaya devam edin. Değilse, zaten eminim daha eğlenceli bir planınız vardır. Ona devam edin.
Okumaya devam edenler zaten biliyor; zengin, fakir, Müslüman, Budist, Türk, Japon, insan, hayvan demeden evimiz ısınıyor. Gezegenin bir köşesinde kuraklık varken, başka bir yerinde sel oluyor. Orman yangınları hiç olmadığı kadar artarken, buzullar eriyor. Ormanda yaşayan hayvanlar kaderleri ile baş başa. Ağaç türleri yok oluyor. Salgın hastalıklar artmaya başladı. Ortalama sıcaklık rekorları kırılıyor her geçen yıl. Mülteciler daha iyi hayatlar için evlerini terk ediyorlar. Yaşananlar da geri dönülmez bir hal aldığı için de buna bir kriz deniyor. İklim krizi.
Peki nedir bu “iklim krizi”? Biraz inceledim. Buyrun.
İklim krizi nedir diye araştırmaya başlayınca, karşıma herkesin ağzına pelesenk olmuş “sürdürülebilirlik” kavramı çıktı. Bir kavram herkesin ağzına pelesenk olduysa, mutlaka bir sözlüğe bakmak lazım. Gidip google’ladım. 1987 yılında yayımlanan Birleşmiş Milletler altında çalışan, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu raporuna göre sürdürülebilirlik “doğanın gelecek nesillerin gereksinimlerine yanıt verme yeteneğini tehlikeye atmadan, günlük ihtiyaçları temin ederek, kalkınmayı sağlamak”1 olarak tanımlanmış. Fakat bu tanımdan sadece konunun çevresel olduğu anlamıyorum. Zira, sürdürülebilirliğin üç ana bileşeni mevcut. Çevre koruma, ekonomik büyüme ve sosyal gelişim.2
Bu tanımdan benim anladığım kadarıyla kastedileni bir metaforla açıklamak gerekirse:
Yemek yapmak önemlidir. Karnımızın doyması lazım. Ancak mutfağı bir sonrakilere temiz ve yeterli bırakmalıyız. Yani devletler, şirketler, vatandaşlar gibi tüm paydaşlar olarak hem ekonomik faaliyetleri sürdürürken aynı zamanda doğanın dengesini bozmamanın yollarını bulmamız gerekli. Tabi bir de sosyal gelişim ayağı var.
İklim krizine geri döndüğümüzde, sürdürülebilirliğin önündeki en büyük tehdidin iklim krizi olduğunu görüyoruz.3 İklim krizinin etkileri ise üç ana başlık altında toplanıyor: fiziksel, biyolojik ve insani sistemler.
Buzulların gerilemesi, karların erimesi, permafrost‘un ısınması ve çözülmesi, nehir ve göllerde sel, nehir ve göllerde kuraklık, kıyı erozyonu, deniz seviyesinin yükselmesi ve aşırı doğa olayları fiziksel etkilerin örnekleri.
Kara ve deniz ekosistemlerinde flora ve faunanın ölümü, orman yangınları ve daha iyi yaşam koşulları arayan flora ve fauna yer değiştirmesi biyolojik etkiler.
Öte yandan, iklim değişikliğinin insani sistemlere etkisi ise, mahsulleri ve gıda üretimini üzerindeki olumsuz etkiler ve hatta yok etmesi, hastalık ve ölüme, ekonomik geçim kaynaklarının yıkımına ve kaybına neden olması ve mültecilerinin göçleri vs.4
Nasa’nın sitesinden alınan aşağıdaki grafikte görüleceği üzere, son 800 bin yıla bakıldığında atmosferdeki karbon dioksit oranı hiçbir zaman 300 ppm seviyesine ulaşmamışken, 1950’lerden sonra bu rakamın üstüne hızla çıkarak, 400 ppm seviyesine ulaşmış.5
İyi de bunun iklim krizi ve küresel ısınma ile ilişkisi nedir? Bu grafiğe neden bakıyoruz? Madem öyle, bir de Avrupa Çevre Ajansı’nın sitesinden indirilebilen aşağıdaki “Sanayi öncesi temel döneme göre Santigrat derece (°C) cinsinden küresel ortalama hava sıcaklığı anomalileri (1850 ila 2012)” grafiğine bakalım.
Yukardaki grafikten 1950’lerden 2010’lu yıllara kadar küresel ortalama hava sıcaklığındaki artış rahatlıkla görülebiliyor. İlaveten, Nasa’nın adresinde de 1880 – 2020 arasında küresel ısınmanın nasıl değiştiğini de izleyebilirsiniz. Her dikkatli insanın da anlayabileceği gibi iki grafik arasında bir ilişki söz konusu. Ama bu iki grafiğe bakılarak, küresel ısınmanın ve dolayısı ile iklim krizinin karbondioksit miktarı artışı ile ilişkisi kanıtlanabilir mi? Elbette bilim böyle çalışmıyor. İki değişken birbirleriyle korelasyon var diye aralarında nedensellik ilişkisi var diyemiyoruz.
Ama;
Bilim insanları karbondioksit, su buharı, metan, nitröz oksit, ozon ve CFC gibi gazların güneşten gelen radyasyonu tutarak uzaya yansımasını engellemesi ile yerkürenin ısınmasına yol açtığını düşünüyorlar. Bu fenomene de sera etkisi denmiş.6 Yani, atmosferde bu gazların miktarının artması sera etkisi yaratarak, yerkürede ısınmayı büyük oranda artırıyor. Yukarıdaki iki grafik de bunları doğruluyor. Ek inceleme olarak: anlık atmosferdeki karbondioksit oranı için tıklayabilirsiniz. Şunu da belirtmek gerekiyor. Bu gazlar arasında küresel ısınmaya en çok etkisi olan yüzde yetmişlik bir pay ile karbondioksit’e ait. Dolayısı ile birçok gaz ısınmaya katkı sağlasa da tartışma hep karbondioksit etrafında dönüyor.
IPCC’nin (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) 2007 yılında yayımlanan 4. Değerlendirme Raporu’nun küresel ısınma ile ilgili uyarıları ile başlayan sürecin sonunda 2015 yılında iklim değişikliği rejiminin çerçevesini oluşturan Paris Anlaşması imzalandı. Şu ana kadar Suriye dahil 195 ülke bu anlaşmaya taraf.7
Anlaşma, bu yüzyıldaki küresel sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 2 santigrat derece üzerinde sınırlamak amacıyla küresel sera gazı emisyonlarını önemli ölçüde azaltmayı amaçlarken, artışı 1,5 derece ile sınırlamanın yollarını arıyor.
Bu anlaşma ile ilgili bilinmesi gerekenler: öncelikle, bu anlaşma bağlayıcı değil, herhangi bir yaptırımı yok. Sera gazı emisyonlarını azaltmak için açık bir çerçeve/metodoloji sunmuyor. Her ülke kendi “Ulusal Olarak Belirlenmiş Katkılarını” (NDCs) belirliyor. Paris Anlaşması’nın 4. Maddesinin 12. fıkrası uyarınca Taraflarca iletilen NDC’LER sekretarya tarafından tutulan bir kamu siciline kaydediliyor. Ülkelerin NDC’lerini bu sayfada bulabilirsiniz.
Sadece gelişmiş değil, diğer ülkelerin de yayınladığı NDC’ler bu sicilde bulmak mümkün. Örneğin, Tunus’un NDC’ini incelediğimizde 2025’te öngörülen 51,6 milyon ton karbon emisyonunu 35 milyon ton’a indirmeyi vaadediyorlar.
Fakat, ne yazık ki NDC yayınlayan ülkeler arasında Türkiye’yi bulamadım.
Bu noktada karşımıza çıkan başka bir terim ise karbon ayak izi. Yine herkesin ağzına pelesenk olmuş bir kavram olduğundan yine sözlüğe bakmamız gerekiyor. Vikipedi’de karbon ayak izi karbondioksit cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsüdür diye tanımlanmış.8
Kesinlikle her insan hayatını devam ettirmek için çevreye sera gazı yayıyor. Ancak herkesin hayat tarzı, yaşam şekli gibi nedenlerden karbon salınımları elbette farklı farklı oluyor. Etkileri de farklı oluyor.
Burada belirtilmesi gereken nokta, karbon ayak izi sadece insanlar için değil, şirketler, devletler ve başka organizasyonlar ve hatta ürünler için de ölçülebilir. Zaten Paris Anlaşması gereği her ülkenin NDC’sini kontrol etmek ve yönetmek için toplam karbon ayak izlerinin ölçülmesi hesaplanması lazım.
Örneğin bir şirketi ele alalım. Şirketler için dünyada en çok kullanılan standard GHG Protokolü olduğundan9 onun yönergeleri üzerinden genel bir çerçeve izlenebilir. Karbon ayak izi hesaplanması dört ana adımdan oluşuyor. Bu adımlar,
Peki bu protokolü kullananların amaçları ne olabilir? GHG protokolüne göre bir firmanın amaçları sera gazı risklerini yönetmek ve azaltma fırsatlarını belirlemek, kamu raporlaması ve gönüllü sera gazı programlarına katılım, zorunlu raporlama programlarına katılmak, sera gazı marketine katılmak ve sektörde gönüllük için erken katılım olabilir. Elbette bazı yönetmelikler bize belli periyotlarda bu tür raporları çıkartmamızı emredecek. Ancak, şirketimizi ya da organizasyonumuzu daha doğru yönetmek, iş yaparken etrafı olabildiğince temiz bırakmak, yasal mevzuatlara uymamaktan kaynaklı cezalar ve/ya vergilerden kaçınmak, maliyetlerimizi azaltmak ve en önemlisi işin doğrusu bu olduğu için bu tür raporların hazırlanması elzem.
Bu amaçlardan biri belirlendikten sonra, karbon ayak izi için organizasyonel sınırlar belirlenir. Her iş alanı birbirleriyle ilintili olduğundan dolayı bunu yapmak gerekir. Ayrıca farklı iş kollarındaki karbon emisyonu iki kere sayılma ya da eksik kalma ihtimali de mevcut. Fakat burada iki bakış açısı mevcuttur. Birincisi öz kaynak payı, ikincisi ise kontrol bakış açısı. Öz kaynak payı yaklaşımı altında, bir şirket operasyonlardan kaynaklanan sera gazı emisyonlarını operasyondaki öz kaynak payına göre sorumlu tutar. Kontrol yaklaşımı altında ise, bir şirket, üzerinde kontrol sahibi olduğu operasyonlardan kaynaklanan GHG emisyonlarının yüzde 100’ünden sorumludur. Bana göre ikinci yaklaşım sanki daha doğru gibi. Zira operasyondan sorumlu olan otorite, bir aksaklık ya da iyileştirmede daha kolay müdahil olabilecektir. Elbette operasyonun finansal kısmı düşünüldüğünde bu rahatlıkla eleştirilebilir. Sonuçta aksaklık ya da iyileştirmenin finansını kim sağlayacak diye düşünülebilir.
Organizasyonel sınırlarla birlikte operasyonel sınırları da çizmek gerekiyor. Bunun için de protokol üç kapsam belirlemiş.
Kapsam 1 – Direkt sera gazı emisyonu,
Kapsam 2 – Endirekt sera gazı emisyonu ve
Kapsam 3 – Diğer endirekt sera gazı emisyonu.
Özetlemek gerekirse, direkt sera gazı emisyonları, örneğin sahip olunan veya kontrol edilen kazanlarda, fırınlarda, araçlarda vb. yanmadan kaynaklanan emisyonlar gibi şirketin sahip olduğu veya kontrol ettiği kaynaklardan meydana gelir. Şirketin ya da bireyin sahip olduğu benzinli araç, yemek için kullandığınız doğal gaz vs gibi.
Kapsam 2, şirket tarafından tüketilen satın alınan elektriğin üretiminden kaynaklanan sera gazı emisyonlarını kapsar. Satın alınan elektrik, satın alınan veya başka bir şekilde şirketin kurumsal sınırlarına getirilen elektrik olarak tanımlanır. Örneğin, üretim, aydınlatma veya su ısıtma için kullanılan elektrik vs gibi.
Kapsam 3, diğer tüm dolaylı emisyonların işlenmesine izin veren isteğe bağlı bir raporlama kategorisidir. Kapsam 3 emisyonları, şirketin faaliyetlerinin bir sonucudur, ancak şirkete ait olmayan veya şirket tarafından kontrol edilmeyen kaynaklardan oluşur. Örneğin, işçileri iş yerine getiren servis taşeronu gibi.
Kapsam 1, 2 ve 3 aktivitelerine ait emisyonları belirlendikten sonra hesaplama yöntemine karar verilebilir. Sera gazı emisyonlarının konsantrasyonu ve akış hızını izleyerek doğrudan ölçümü de bir metottur ama sera gazı emisyonlarını hesaplamak için en yaygın yaklaşım, belgelenmiş emisyon faktörlerinin uygulanmasıdır. Tüm sera gazlarını aynı birimde toplamak için karbon eşdeğeri birimi kullanılır. Yukarıda belirtildiği gibi karbondioksit küresel ısınmanın yüzde yetmişinden sorumlu. Ancak, formül kısaca şöyle özetlenebilir ve tüm kapsamlar için uygulanır:
Sera Gazı Emisyonu (Karbon eşdeğeri) = Aktivite verisi x Belgelenmiş Emisyon faktörü
Örneğin Ankara – İstanbul arası bir uçak yolculuğu yaptınız. Uçakla 350 km mesafe kat ettiniz. O zaman;
Sera Gazı Emisyonu = 350 km x 0,140 kg CO2 / (yolcu km) = 49 kg
Şayet, Ankara’dan İstanbul’a kendi aracınız ile giderseniz. Mesafe 450 km olacaktır. O zaman;
Sera Gazı Emisyonu = 450 km x 0,214 kg CO2 / (araç km) = 96 kg (Fakat araçta 4 yolcu varsa, 24 kg/kişi)
Şayet otobüs tercih ederseniz;
Sera Gazı Emisyonu = 450 km x 0,028 kg CO2 / (yolcu km) = 13 kg
Burada emisyon faktörleri Amerikan Çevre Ajansı’ndan alındı10 ve sadece karbondioksit emisyonu hesaba katıldı. Bunlarla ilgili birçok vaka çalışması ve raporlama aracı internette mevcut.
Kapsam 1,2 ve 3 karbon emisyonları söz konusu her aktivite için hesaplandıktan sonra şirket, proje ya da organizasyon için toplam emisyon miktarı hesaplanabilir. Daha sonra raporu hazırlama amacına göre, örneğin azaltma fırsatlarını değerlendirmek için kullanılabilir. Ayrıca bu hesap zaman zaman tekrar güncellenerek, nereye gidildiği görülebilir. Hedefler belirlenebilir.
Cumhurbaşkanı’nın 76. BM genel kurulu konuşmasında Paris İklim Anlaşması’nın TBMM onayına sunulacağını açıklaması üzerine, iklim krizi ve karbon yönetimi konuları gündemimizde daha çok yer alacak gibi gözüküyor11. Dolayısı ile bu tür raporlar ve hesaplar karşımıza sıklıkla çıkacaktır.
Karbon emisyonu raporları sonucu organizasyonumuzun mevzuata göre karbon emisyonunu azaltması beklenebilir. Bununla ilgili cezalar ya karbon dengelenmesi (karbon offset) istenebilir. Bu nedenle, belki şirketler üretimlerini azaltabilirler ve artan maliyetleri dengelemek için ürünlerin fiyatlarının artması nedenler ortaya çıkabilir. Konu uzun ve elbette önemli. Hayatımızı her yönüyle etkileyecek cinsten. Bize düşen farkındalığımızı arttırmak ve konuyla ilgili bilgi dağarcığımızı arttırmak olacak ilk etapta.
Ya da Tolstoy’un Savaş ve Barış romanındaki Moskova sosyetesi gibi cephede Napolyon’un Moskova’ya hızla gelişini göz ardı ederek içimizdeki ikinci sesi dinleriz. Hayat tarzımızdan ödün vermeden tüm hızıyla devam edebiliriz.
Ama iklim krizi etkilerini hissettirmeye başladı bile.
Emre IŞIL
Misafir Yazar
ODTÜ İnşaat Mühendisliği mezunuyum. Meslek hayatım boyunca farklı ülkelerde farklı insanlarla çalışma imkânı buldum. Gezmeyi, doğayı ve insanları anlamaya çalışmayı seviyorum. İnsanın hep daha fazlasını öğrenmesi gerektiğine inanıyorum.
Faydanılan siteler:
Diyelim ki tarihi bir sokakta bir portre çektiniz. Kafanın hemen yanına park edilmiş beyaz bir…
Fotoğraf makinanıza taktığınız sadece bir film değil… Bir his. Bir renk. Bir an. Ve bir…
OM System Live ND özelliği, fotoğrafçılığa yeni bir boyut kazandırıyor. Uzun pozlama efektlerini gerçek zamanlı…
Hangi kamerayı ve hangi tekniği kullanırsanız kullanın; fotoğraf hayal kurma, düşünme, görme, hissetmenin bileşkesi eşliğinde…
1977 yılında fotoğrafa başladı. Ankara Çankaya Belediyesi Basın ve Yayın Müdürlüğü’nde belediye foto muhabiri, Başbakanlık…
Üzerinden “çok uzun” diyemeyeceğimiz bir zaman geçti. Hatırlarsınız, “Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak” yazımızda gelinen…
Yorumlar
Eline sağlık Emre. İklim değişikliği Covid'in 10 katı etkileyecek dünyayı. Uzun yıllardır ucundan kıyısından etkileniyoruz ama bu daha da büyüyecek. Seller, fırtınalar sadece buzdağının görünen yüzü.
Kömür, petrol gibi yakıtlardan bir an önce vazgeçmek de yetmeyecek gibi görünüyor ama temiz enerjiye geçmek çözümün bir parçası.
Başka yazılarını da bekliyoruz :)
Gayet faydalı, ilham veren bir içerik. Yazarı ve editörü tebrik ediyorum.