Kadim dostum Kamil BALPINAR ve kayıplara karışan Hıdırlık halkı anısına…
Çok uzun zamandır dünyanın her yerinde gözlerimiz var. Dünyanın en uzak köşesinde en ufak bir hareketi bile saniyeler içerisinde bilgisayarımızın, telefonumuzun ekranında görme şansına sahibiz. Ve saniyeler içerisinde de olaya, harekete müdahil oluyoruz.
Dün, Amazon Yağmur Ormanlarındaki ağaç kesiminden bu gün Karadeniz’deki yol inşaatına kadar. Üstelik de hiç bir çaba sarf etmeden, önümüze konduğu şekilde, içimizden ne geliyorsa rahat rahat yazarak taraf oluyoruz.
Yaşadığımız kentlerde de her yerde gözlerimiz olmasına rağmen göz açıp kapayana kadar çok şey değişmiş oluyor. Yetişemiyoruz veya yetişmek istemiyoruz belki de.
Kendimi hep yaşadığım mahalleye, ilçeye, şehre ve ülkeye borçlu hissettim. Belki de yetişme / yetiştirilme tarzından kaynaklı bir durum. Ömrümün uzun kısmını geçirdiğim Ankara da bu yüzden benim için önemli ve bu şehre borçluyum aslında.
Küçük bir şehir Ankara aslında, bakmayın nüfusundan 5-6 milyonlarla bahsedildiğine. En uzak köşesine yarım saatte ulaşırsınız, özel bir durum yoksa eğer.
Hal böyle olunca; fotoğrafçılar için de çok küçük ve kendini tekrarlayan bir hali vardır Ankara’nın.
Ulus’da Eski Meclis, Atatürk Anıtı, Ulus İşhanı, vakit uygunsa Anafartalar Çarşısı’nın içindeki seramik heykeller/rölyefler, sonra ver elini Ankara Hali’nin içinden Sobacılar Çarşısı ve Çıkrıkçılar Yokuşu’ndan Samanpazarı ve işte Kale’desiniz.
Anafartalar çarşısı deyince, Ankara’nın ilk yürüyen merdivenlerinin olduğu çarşı gelir akla. Oysaki bir müzedir Anafartalar Çarşı’sı.
Attila Galatalı’nın (1936-1994) devasa seramik duvar panosuna,
Cevdet Altuğ’un çok katlı rölyefine,
Türkiye’nin ilk kadın seramik sanatçılarından olan Füreya Koral’ın (1910-1977) bir yapıtına,
Seniye Fenmen’in (1918-1997) seramiklerine,
Nuri İyem (1915-2005) ve Arif Kaptan’ın (1906-1979) duvar resimlerine ev sahipliği yapan bir müze…
Kaleden baktığınızda tüm Ankara ayaklarınızın altındadır artık. Dilerseniz Keçiören sırtlarından Etlik, İncirli, Aydınlıkevler, Hasköy, Siteler; Hüseyin Gazi dağının altından Kayaş, Mamak; dilerseniz Abidinpaşa’dan başlayarak Çankaya, K.Dere, K.Esat, Kızılay, Bahçelievler, Eskişehir Yolu, Sincan, Batıkent ve tekrar Keçiören’deyiz.
İşte bu şehrin tam da ortasında Nirengi noktası olarak kullanılan Hıdırlıktepe yer alırdı. Kalenin tam da karşısına düşen yerde kaderine terk edilmiş, ranta kurban edilmiş, benliği alınmış, ağıtlar yakılası bir yere dönüşmüş Hıdırlıktepe.
Çinçin, Yenidoğan, Sakalar…
Ulucanlar Ceza ve Tutukevi’nde kalan Yılmaz GÜNEY’in 1977 de yazdığı “Soba, Pencere Camı ve İki Ekmek İstiyoruz” romanına esin kaynağı olan Çinçin / Hıdırlıktepe / Yenidoğan. Aynı cezaevinde kalan ve bu mahallelerden gelen hem de sıklıkla gelen adli suçluların, hükümlülerin anlattıklarından esinlenen roman.
İlk bakışta Lego’yu andıran evlerin iç içe geçmiş gibi durduğu, sanki aralarında hiç sokak, yol yokmuş gibi bir izlenim bırakan Çinçin / Hıdırlıktepe / Yenidoğan.
İç içe geçmiş evleri, dostlukları, yaşamları, yaşanmışlıkları ayırmak nasıl olası değilse, üç semti ayırmak da olası değil.
Bir zamanlar bıçkın delikanlıların sokaklarında gezdiği, mahalle kültürü ve edebinin sonuna kadar yaşandığı/yaşatıldığı; bazen de geçinmek için her türlü uyuşturucunun satıldığı ve sokaklarında “denizi olmazsa bile Yunus’u çok olan” mahallemiz.
Duvarlarında “mutluluk mu hepsi bi dumana bağlı“
“Belki bizi de Ayşeler, Fatmalar, Buseler kovalardı ama Yunuslardan fırsat mı kaldı” yazan
En başta dediğim gibi, artık dünyanın her yerinde gözümüz – kulağımız var ama ne yazık ki, burnumuzun dibinde koca bir tarih ve kendi yarattığı bir kültür yok olup gitti de tanık bile olamadık…
Sokaklarında çocukların koşup oynadığı, çoğu zaman kapıların açık bırakıldığı, hırsızın çalacak bir şey bile bulamayacağı kadar fakir, sosyal çöküşün dayanışma ile önlendiği yoksul Hıdırlıktepe.
Fotoğrafçıların pek de giremediği, girenlere de “yabancı”gözüyle bakıldığı yer.
Kentsel dönüşüme ve ranta kurban verilen bahçelerinde birkaç meyve ağacı, bir küçük bostan, üç beş soğan, bir ocaklık da maydanoz ekilen; tavukları, kedileri, köpekleri ile bir kültürün olduğu yerin adıdır Hıdırlıktepe.
Nereye gideceklerini kedilerini, köpeklerini, ağaçlarını nasıl götüreceklerini düşünen onlarca insana ne oldu?
Hani biz fotoğrafçıydık? Hani biz en büyüğünden belgesel çekerdik? Ne oldu, nereye gitti bir dağ, bir dağ dolusu ev, bir dağ dolusu insan? Nereye savruldular? Hani bizim tanıklığımız? Hani bizim yaşama fotoğraf üzerinden düştüğümüz notlar? Hani geçmişi geleceğe götürmelerimiz ?
Hani ???
Hani ???
Sanırım, ‘soru’nun , ‘sorun’un doğru cevabını fotoğrafçıyım diyen herkes kendi verecektir. Ve şimdi bize kalan, bir avuç eski fotoğraf ve aklımızda birkaç anı …





















