Sebahattin’in yayınladığı “gürültü azaltma” üzerine olan yazıdaki güncel adıyla “gürültü” ya da eskilerin deyimi ile “gren” fotoğrafçıların üzerinde çok durduğu bir problem. Ancak dijital fotoğraf makinası kullananlara “Allah başka dert vermesin” dersek yeridir. Film kullanıyorsanız bu “gren” problemi yanında başka problemleri de düşünmek zorunlu hale geliyor.
Başlıkta tanımlanan iki probleme şimdiye kadarki işlemlerimde hiç rastlamasam da birçok yabancı blog sayfasında gündeme getiriliyor. Muhtemelen bu tarz makaleler hala çok fazla film kullanıcısı olan yabancı ülkelerde film kullanma hevesinde olup da yeni başlayan fotoğrafçılara yol gösterme amacını taşıyan faydalı bilgiler içeren gayretler.

Negatif üzerine elde olan kitaplarda bu konuya yeterince değinilmiyor. Bunun nedeni ortaya çıkmalarının çok düşük ihtimal olmaları mı yoksa ortaya çıkmaması için yöntemlerin bir sır olması mıdır? Bir makalede ise film kimyasallarındaki gelişmenin bu riskleri kolay kolay ortaya çıkmasını önleyecek özelliklere sahip olmasından bahsediliyor.
Sis / Buğulanma (fog) nedir?
Bir tabiat olayı olarak “sis” fotoğrafa farklı bir dramatik hava katarken filmin geliştirme sürecinde istenmeyen şekilde ortaya çıkması kontrastı düşürdüğü için can sıkıcıdır. Fotoğrafçının çekim esnasındaki pozlama değerlerine rağmen filmin tamamında ya da bazı kısımlarında ortaya çıkan bir şeydir. Filmde banyo esnasında sislenme olması haricinde başka nedenlerden de olması mümkündür:
- Filmin istenmeyen ışık alması; fotoğraf makinasının mekanik hatasından kaynaklanabileceği gibi karanlık odada filmi banyoya hazırlarken de olması mümkündür.
- Filmin radyasyondan etkilenmesi; buna neden olan X-ışınlarıdır. Bu yüzden havaalanları güvenlik sistemleri filmler için risk oluşturur.
- Geliştirici için kullanılan kimyasallar; Geliştiricinin zayıflaması, filmin eski (bayatlamış) olması ve pozlanmamış gümüş tuzları sis oluşumuna neden olur.
Potasyum bromür genellikle sis seviyesini azaltmak için “sınırlayıcı/restraniner” olarak formüle ilave edilir. Bu aynı zamanda grenlerin daha küçük olmasına yardımcı olacaktır. Potasyum bromür ilavesi filmin gelişmesini yavaşlatacağı için miktarı çok dikkatli tespit edilmelidir. Aksi halde filmin kontrast kaybına uğrama riski vardır. Ancak bu katkı daha çok son sebep için daha faydalı olabilecek bir çözüm olacaktır.
Ağ Dokusu (reticulation) Nedir?
Filmin emülsiyon tabakasının, işlem sırasında bir banyodan diğerine alınırken banyolar arasındaki büyük sıcaklık farkına sahip olması halinde ortaya çıkan bozulmalardır. Örneğin filmi sıcak bir geliştiriciden soğuk bir sabitleyiciye veya sıcak bir sabitleyiciden oldukça soğuk bir yıkamaya alırsanız, film ağ dokusu şeklinde bir yapıya kavuşabilir. Bunun nedeni, sıcaklıktaki bu ani değişimin, emülsiyonu ve emisyonun bulunduğu plastik yüzeyin farklı oranlarda genleşmeye veya büzülmeye zorlayarak gümüş tuzlarının daha büyük ve farklı şekillerde bir araya toplanmasıdır. Açıklaması “reticulation: a pattern or arrangement of interlacing lines resembling a net/ bir ağa benzeyen iç içe geçmiş çizgilerden oluşan bir desen veya düzenleme” olarak verilmesine bağlı olarak sanki en uygun karşılığı “ağ dokusu” oluyor.
Açıklamayı yaparken “sıcaklık” ve “soğukluk” için rakamsal bir değer verilmediğini fark etmişsinizdir. Bunun nedeni işlem sırasının ve değişik ısı değerlerinin farklı şekillere sahip ağ dokusu ortaya çıkarmasıdır. Yani fotoğrafçı, bu hatayı doku olarak kullanarak kompozisyonlara farklı bir görünüş sağlamak istediğinde elde edeceği sonuç bir bakıma şansa kalmaktadır. Buna rağmen başlangıç için uygulanacak basit adımlar şöyle verilebilir:
- Geliştirme banyosunu olması gereken (200 C) değerin 100 C üstüne çıkarın ve bu sıcaklıkta önerilen süre içinde filmi banyo edilir.
- Tespit banyosunu 150 C yaparak kullanılır.
Bu işlemdeki sıcaklık değerleri yer değiştirerek de kullanılabilir. Bu sıcaklıkları değiştirerek farklı görünüşte ağ dokuları elde etmek mümkün olacaktır. Dikkat edilmesi gereken nokta birinci banyonun aşırı sıcak olması halinde emüsyonun tamamen dökülme riskidir.
Bu hatayı ya da uygulamayı filmin kesiti üzerinden şöyle gösterebiliriz:


Bunun tek çözümü banyolar arasındaki sıcaklık farkının olmamasına dikkat etmek olacaktır. Buğulanma gibi ek bir kimyasalla önüne geçmenin imkânı yok. Ancak günümüzdeki filmlerin bu sıcaklık değişimlerinden etkilenmeleri de oldukça aza indirgenmiştir.
Önemli not: Ağ dokusu elde etme için yapılacak işlemler tamamen uygulayıcı fotoğrafçının sorumluluğundadır.
Farklı bir doku da şöyle:

Değişik sıcaklıklardaki uygulamaların mikroskop görüntü örnekleri:

Son olarak
Sis ya da buğulanmayı önlemek nispeten daha kolay. Ayrıca bunun için hazır kimyasallar da satılmakta. Bu kimyasallar belli bir oranda birinci banyoya eklenerek uygulanıyor. Ancak yukarıda da dediğim gibi kendi hazırladığım D-76 geliştiriciye orijinal formülünde olmasa da -her ihtimale karşı- 0,5 gram potasyum bromür ekliyorum.
Manşette yer alan fotoğraf ise kış mevsiminin bahara kapısını araladığı eski bir zamanda (2001 yılı) saat sabahın 5.30 gibi bir anı gösterdiğinde Balıkesir’e gelmeden Pamukçu yakınındaki İkizcetepeler baraj gölünde çekildi. Yani sis gerçekten vardı… Fotoğrafta işlem yapılmadı. Güneşin o saatte tabiata sunduğu ışığın ortaya çıkardığı renkler muhtemelen Kodachrome slide’ın ve banyonun marifetiyle kendini böyle gösterdi. Belki bu durum fotoğrafın biraz şans ve doğru zamanda doğru yerde olma gerekliliğinin göstergesidir. Kimbilir…
Ağ dokusu sıcaklıklara özen gösterdiğim için hiç başıma gelmedi. Ayrıca filme doku eklemek gibi bir düşüncem de olmadığı için özel olarak elde etmek için çaba da sarf etmedim. Ama bunun bilinen fotoğraf tarzları için hata olduğu aşikâr. Bugüne kadar da takip ettiğim hiçbir analog dönem fotoğrafçısının çalışmalarında rastlamadım.
Tabii bu hatalara dijital teknolojide karşılaşmak oldukça zor, hatta imkânsız. Bu bir avantaj mıdır tartışılır. Elimizdeki teknolojinin sağladığı en önemli avantaj ise fotoğrafın geçmişte önemli olan filmin banyo edilmesi ve kart baskısı sürecindeki kimyasal işlemlerini ve bunlardan dolayı olası hataları yok etmesi olsa gerek. Böylece fotoğrafçı konu ve kompozisyona daha fazla odaklanmasını sağlayabiliyor. Elde edilen görüntü anında izlenebildiği için aynı zaman dilimi içinde farklı çekim fırsatı kaçmamış oluyor. Analog dönemde banyodan sonra bir manzara kompozisyonu için “olmamış” derseniz muhtemelen aynı kompozisyonun hiçbir zaman aynısı olmayacak tekrarı için belki de mevsimlerin geçmesini beklemek gerekiyordu. Diğer yandan ilk yatırım sonrası dijital teknolojide bir karenin maliyeti göz ardı edilebildiğinden çok farklı kompozisyonlar ve çekim değerleri ile istenilen sonucu garantiye almak kolaylaşıyor. Dijital teknolojinin bütün bu avantajlarına rağmen “görememek” kaydedilen görüntünün fotoğraf olmasını ne yazık ki sağlayamıyor. Ne olursa olsun, hangi teknoloji kullanılırsa kullanılsın fotoğrafçı işin merkezinde olmaktan kaçınamıyor.


Okyar abi, bir fotoğrafın çekim aşamasından başlayıp, karta basılmasına kadar olan, filmin karanlık odada banyo edilme aşamalarını gösteren bir yazı yazmanızı çok isterim. O kimyasalları nasıl temin ettiğiniz, nasıl hazırladığınız, nasıl göründüğü, nasıl koktuğu, işlem aşamaları, kartta görüntünün oluşması, kurutulması, hepsini çok merak ediyorum. Bu sayede bizde sizin karanlık odanıza misafir olur, bu hazzı sizinle birlikte yaşamış oluruz. Ne dersiniz ?
Yazı için çok teşekkür ederim. Ellerinize, emeğinize sağlık.
Selam ve saygılarımla.