Başlık üzerine internette biraz araştırıldığında birçok değişik akademik çalışmanın olması kavramın daha çok ele alındığının bir göstergesi olsa gerek. Makalelerin çıkış noktası, ana fikri “hiper gerçeklik” tanımı Jean Baudrillard’ın¹ “Simülakrlar ve Simülasyon”² kavramlarına dayanıyordu. Bu da ister istemez; sözünü ettiği “Post-truth”ın karşılığı olarak “Hiper-Gerçeklik” ifadesini kullanmak yerinde olacaktır.
Evet, bu konuya gelmek için gerçekten ilginç bir yol izlediğimizi yazmıştık: Bir dost söyleşisinde “Foto-Gerçeklik”3 üzerine başladığımız atışma paralelinde görsellik ardından sanatsal gerçeklik derken üç bölümlük yazıya dönüştü. Birinci bölümde “Benzeşim Görsel (Simulacra), Benzetim (Simülasyon), Bilinç-beşiği (Subliminal)²; ikinci bölümde “Foto-Gerçeklik” üzerine bazı notları düşmüş olduk. Buradan da bir üst basamak olarak “Hiper-Gerçeklik” konusuna da değinmeden olmayacağı kanısına vardır. Detaylı araştırma meraklılarına artık.
Hiper-Gerçeklik: Bu tanıma; “gerçekten daha gerçek”, “gerçeklik üstü” veya “yaratılan gerçeklik”demek de yanlış olmaz. Tabi, burada Gerçeküstülük (Surrealist) anlaşılmasın. Yoksa anlaşılmalı mı? Foto-Gerçeklik yazısında sözünü etmiştik bu konudan, aşağıda yazacağız diye…
Bölüm-2 içinde “Foto-Gerçeklik” üzerine bazı notlar düşmüştük. Bu kulvarda giden sanatçılar fotoğraftan yola çıkarak gerçekliğin bire bir yansımasını resmetme gayretindedir. Hiper-Gerçekliğin tohumlarının atılması da bu akımın başlaması ile olmuştur. Kısaca anımsayalım:
1960’lar sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde Richard Estes, Chuck Close, Ralph Goings gibi birçok sanatçılar açtıkları sergilerle bu akıma dikkat çekmişti. 1971 yılına da 7’ci Paris Bienalinde “Hyperrealisme” başlığı ile John Salt, Paul Etaiger, Jonn de Andrea’nın resimleriyle Avrupa ilk kez tanımış oluyordu.
Foto-Gerçekçiler, yapıtları için (özünde) fotoğraftan yola çıkmaktadır. Fotoğraf çekilirken objektifin, makinenin özelliklerine, filmin boyutlarına, duyarkatlarına (gümüş grenlerine), günümüzde sensörlerine (piksellerine), baskı tekniğine; kısaca: Bir görsel, eksilmeler ile bir elde ediliyor. Hatta baskı aşamasında ister gümüşlü kağıda, ister piezoelektrik tekniği ile basılsın sonuçta noktacıklı (grenli-pikselli) bir zemin oluyor.
Yani üç boyuttan iki boyuta, oradan da nokta dizelerine varıyoruz. Göz-Beyin ilişkisinde eksikleri tamamlama gibi bir evrimsel yan vardır. Dolayısı ile bu eksiklikleri algılamayız ya da büyüteçle baktığımızda bu eksikleri bariz olarak görürüz. Başka bir örnekle; gazete baskılarında daha büyük noktacıklar kullanıldığı halde görseli algılamakta hiç zorlanmayız.
Nijeryalı sanatçı Arinze Stabley, hiper gerçekçi çizimlerini “duygularımın basit bir dili” şeklinde tanımlıyor. Sanatını bir siyasi aktivizm biçimi ve sesini duyuramayanlara yardımın bir yolu olarak kullandığını söylüyor.
Stanley, “Bence sanatçılar zamanın ve gerçekliğin bekçileridir. Bu nedenle, bugünün gerçekliği hakkında geleceği bilgilendirmeye çalışıyorum ve bu hiper-gerçek portreler aracılığıyla 21. yüzyılda siyah olmanın belirsiz deneyimini yaşatıyorum” diyor.




Dikkatli bakıldığında örgünün tüylenmesi bile “gerçek olamayacak kadar gerçek”, işte bu Hiper-Gerçekliğin görsel şöleni.
Yine sanata meraklılar tarafından bilinen, ressam Rene Magritte’in (1898-1967) bir yapıtında çizdiği pipo resminin altına “Bu bir pipo değildir” notunu düşmüştü.
Bu kadar gerçekçi çizimin altına piponun gerçek olmadığını yazmıştı. Gerçekliğin gerçek olmadığını bakanların gözüne sokuyordu. O yalnızca bir çizimdi, alıp kullanamadığımız. Yani; gerçek gerçek midir, ikilemi her zaman olacaktır. Ya da nereden baktığımıza göre değişir.
Başka bir algı oluşturmak: HİPER GERÇEKLİK…
Hiper-Gerçekçi sanatçılar ise çekilen ya da çekilmeyen fotoğraftan yola çıkarak gerçekliği yeniden inşa etmeye çalışır. Bir anlamda kaybolan, hiç olmayan ya da nokta aralarında kalmış boşlukları dolduran sanatçı böylece foto-gerçekliğin de üstüne çıkmış olur.
Yapılmak istenen hem gerçekliği hem de düşünceyi dolayısıyla zihni kontrol etmek ve yönlendirmektir. Bu durum sanat için ele alındığında gayet masum hatta olması gereken bir şey gibi görünse de iş topluma hükmetme -aslında bir azınlığın ya da bir kişinin kendi hükmünü sürdürme amacı- olduğunda tehlikeli bir hal alacaktır. Akla deli sorular geliyor. Özellikle bilgisayar yazılımlarının gelişmesi ile gerçeklik algısı gittikçe flu bir hal almakta mıdır acaba? Yoksa, evrimsel yapımız içinde teknolojinin etkisi ile gerçeklik şekil mi değiştiriyor? Hele hele siyasi gücü ele geçirenler tarafından “gerçekliğin gerçekliği” sürekli olarak değiştirilmesi; özellikle cahil bırakılan araştırmayan sorgulamayan insanların yönlendirme konusunda çok başarılı oluyor!
Gerçek polisiye-cinayet olaylarının anlatıldığı “Kanıt” dizisisin aralarında konunun uzmanı olarak olay-durumu yorumlayan Sevil Atasoy kullandığı bir söz tam da buna örnek: “Hiçbir şey apaçık ortada görünen kadar aldatıcı değildir”.
İnternet üzerinde bulabileceğiniz birçok sanatçının yapıtı yer almaktadır. Konu sinema dünyasında sıklıkla ele alınır. Bu duruma verilebilecek en başarılı üç film örnek olarak verilebilir: “Matrix”, “Inception – Başlangıç” ve “Instersellar – Yıldızlar Arası”…



Teknolojinin gelişimi “hiper-gerçeklik” için herkese kolaylık getirmesi işin çok daha korkutucu tarafıdır. Bugün yapay zekâ (AI) uygulamaları ile neredeyse yaratılamayacak gerçeklik kalmamaktadır. Sosyal medya uygulamalarında eğlence olarak başlayan iş insanların birbiri hakkında istedikleri algıyı oluşturmaya kadar varmaktadır. Herkesin erişimi olan “Deepfake” uygulaması (https://deepfakesweb.com/) ile herhangi bir fotoğrafa istediğiniz hareketi vermek ve konuşturmak mümkün. Böyle bir uygulamanın dolandırıcılık amacı ile kullanılması çok kolay olmasının yanı sıra savaşlar başlatabilecek şeylere açık olması ve bundan faydalanarak çıkar sağlayacak inşaların bulunması nedeniyle mümkün olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Ünlü teorik fizikçi prof. Michio Kaku’nın5: “Tüm evren ve yaşamın matriks” görünüşüne katılmamak da elde değil ki bugün bilimsel olarak kabul görmeye başladı. Hele hele kuantımın anlaşılması ile “çoklu evren” modeli üzerinde de kafa patlamaya başlanmış durumda.
İşte size Üst-Gerçeklik-Üstü…
En başta söylediğimiz gibi ucu bucağı belli olmayan bir konu üzerine birkaç satırla bilgi vermeye çalışıyoruz. İlgi duyan değerli okuyucularımıza internette araştırma yapmaları halinde çok kaynak bulacaklarını söyleyerek son noktayı koyalım.
Kaynaklar:
- Jean Baudrillard (27 Temmuz 1929 – 6 Mart 2007): Fransız düşünür ve sosyolog. Medya teorisi, postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine olan çalışmalarıyla ünlenmiştir.
- Simulakrum (Simulacra/ Benzeşim Görsel), Simülasyon (Benzetim), Subliminal (Bilinç-Beşiği) hakkında birinci bölümde örnekleri ile kısa bir tanımlaması verilmiştir.
- Foto-Gerçekçilik hakkında ikinci bölümde genel tanımlama ve örnekleri verilmiştir.
- Leng Jun, hiper gerçekçi tablolar ve fotoğraf gibi görünen çizimler yapan Çinli bir ressamdır. Halen Wuhan Resim Akademisi Lideri ve Wuhan Sanatçılar Derneği Başkanı olarak görev yapmaktadır. Jun, Çin’in Sichuan Eyaletindendir. 1984 yılında Wuhan, Hankou’daki Öğretmenler Koleji’nden Sanat Bölümü’nden mezun oldu. https://en.wikipedia.org/wiki/Leng_Jun
- Michio KAKU (d. 24 Ocak 1947): City College of New York’ta teorik fizik alanında Henry Semat Profesörü unvanına sahip Japon kökenli bir Amerikalıdır. Bilimin insanlara daha rahat ulaşması için çalışmakta olup bu bağlamda bazı bilim-TV kanallarında da program sunmuştur. Konusunda birçok kitap ve yayını vardır. https://tr.wikipedia.org/wiki/Michio_Kaku







Sevgili Zafer,
Birbirinin devamı olan üç yazıyla belki de güncelliğini hiç yitirmeyecek bir konuyu kaleme aldın. Eline sağlık. Yazma sürecindeki sohbetlerimizin bana verdiği ilhamla çağdaşlıkla fotoğrafta çağdaş gerçekçilik ilişkisi üzerine fikirler üretirken ortaya çıkan yazıyı muhtemelen ben de paylaşırım. Kendi yazımdan bir cümle alıntı yaparak senin seri yazına bir nokta da ben koymuş olayım: Artık “gerçeğe yalnız yalan söyleyerek ulaşılabileceği öğrenilmişti[i]…”
[i] Hoşça Kal Columbus, Philip Roth, İman Muhafızları Hikayesi, Sayfa 182, YKY, İstanbul, 2013