Daha

    Sanatta gerçeklik üzerine notlar (Bölüm 1)

    Giriş

    Bir tatlı sohbette “sanatsal gerçeklik” üzerine söyleşirken 1987’de yazdığımız “Foto-Gerçekçilik” yazımızı arkadaşa göndermekle Pandora’nın kutusunun açılacağını bilmiyorduk. Oradan Hiper-Gerçeklik kartı gelince yazı; içeriğinin zenginleşmesi ile bir anda üç bölüme çıktı. 

    Birinci bölümde insan beyninin gelişimi sırasında algısına; Simulakrum, Simülasyon, Sublimanal konularına kısaca değineceğiz. İkinci bölümde Foto-Gerçeklik, üçüncüsün de ise Hiper-Gerçeklik olacak.

    Fazlaca derinlere, bilimsel yapıya girmeden; öyle ki her bir konu başlığı tek başına uzmanlık yazısı içerir…

    Bölüm 1

    Simulacra, Simülasyon, Subliminal

    Benzeşim Görsel, Benzetim, Bilinçaltı…

    Foto-Gerçeklik ile Hiper-Gerçekliğe girmeden önce kısaca algılarımız üzerine birkaç not düşmek yerinde olur. Bilincimizin gelişmesinden bu yana yapılan beyinsel incelemeler kendimizi anlamada bize yardımcı olurken bir taraftan da pazarlama teknikleri geliştirilmektedir.

    İnsani değerlere yoğrulurken hem genetik hem de yaşamsal (ö.: arketip, stereotip, gen) olarak kazanımlarımız vardır. Yüzbinlerce yıl içinde evrimin bize dayattığı noktaya sanatsal olarak bakarsak mağara dönemi öncesinden bu yana çiziktirip duruyoruz. Bu bakış açısı her zaman gerçekliği aramak oldu. (Büyülerde bile doğaya öykünme farklı şekillerde günümüzde de sürmektedir. Binlerce yıldır hayvan motifleri, bezemeleri giysilere, dokumalara, binalara bile yansıdı.) Çünkü binlerce yıl boyunca beynimize yerleşen arketiplerden (şablonlardan) bir tanesi “yüz algılama”; böylece doğanın içinde yaşadığımız zamanda çevremizdeki vahşi hayvanlardan kaçmak ya da yemek için avlanmak üzere görsel evrimimiz gelişti¹. Bu nedenle her baktığımız nesnede öncelikle/çoğunlukla yüz şeklini arar, benzetiriz. Bunun en güzel örneği son yıllardır süre gelen Mars yüzeyinde bize bakan insan yüzü; oysa yakın çekimlerden anlaşıldığı üzere bu büyük bir yanılgıymış.

    Görsel yetilerimiz hassaslaşıp bir de yakından bakmaya başlayınca yıllar boyu ne kadar yanlış algıladığımız ortaya çıktı.

    Felsefenin ya da başka bir ifadeyle insanın, gerçekliği arama kaygısı demiştik: göreceli olarak ilkel dediğimiz (ki o günlere göre ilerici) zamandaki mağara resimlerine baktığımızda bugün bir aslanı, kaplanı, gergedanı, bizonu, atı vs farklı bir şekilde çizemiyoruz. Günümüze gelindiğinde de farklı bir durum yok. Bakınız; Altamira Mağara resimleri:

    Binlerce yıl önce mağaranın en dip karanlık yerinde tavana doğru yapılan bu resimlerin birçoğu büyük boyda; dikkat edilirse çizimler üzerinden türlerini bile algılamak olası. Hatta gergedan resminin olması, Avrupa’da bulunduğunun göstergesidir.

    Simulakrum (Simulacra)

    Latince kökenli bir kelime olup “görüntüler” yani tabiatta doğal yoldan kendiliğinden olmuş şekilleri canlıya benzetme güdüsüne verilen addır. Felsefede ise Jean Baudrillard’a² göre “orjinali, gerçeği, ilk örneği olmayan; kendisi zaten kopya olan bir şeyin kopyasını anlatan terimdir”, der. Yani bakışımız hep benzerlik üzerinedir.

    Doğada ya da başka bir yerde insana, hayvana benzettiğimiz oluşumlar görülmekte; hatta bazıları tarihsel efsaneler içinde de yer bulmaktadır. Manisa’daki “Niobe, ağlayan kaya”; Kapodakya’da “üç güzeller”.

    Böceklerin üzerinde bu arayışlarımız hep sürmektedir. Örneğin: Gülen surat Örümceği (Gülen surat örümceği).

    Görüleceği üzere, umulmadık yerlerden öyle görüntüler oluyor ki bir ressam elinden çıkmışçasına şüpheye bile düşürüyor.

    Akik taşı içinde dentritik (ağaçsı) madensel suların oluşturduğu amorf (şekilsiz) bir yapı ne kadar çok bir ağaca benziyor. Başka bir akik taşı kesitinde orta çıkan ufki bir deniz ve kıyıya vuran dalgalar. Bir taşın içinde oluşmuş “göz” yapısı ne kadar sihirlidir. Özellikle akik taşların kesimi sürpriz yumurtadır, ne çıkacağı belli olmaz. Öyle ki bazıları elmastan bile değerli olabilir.

    Benzetim (Simülasyon)

    Simülasyon; yine Latince kökenden üretilmiş bir kelime olup günümüzde bir şeyin aslına öykünerek “benzetim” yapılması olarak kullanılmasına karşın oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır. Aslında buna bir anlamda “modelleme” de diyebiliriz.

    Örnek: Uzay çalışmalarına astronotları (ABD), kozmonotları (Rusya), Hungtian Yuan’ları3 (Çin), Spasolog’lar (Fransa) dünya yörüngesine adaptasyon çalışmaları, yine uzaya benzerlik oluşturması, kütle/yer çekiminin göz ardı edildiği derin su havuzlarında gerekli uygulama çalışmalarını sürdürür.

    Günümüzde ise birçok olayı anlamak için bilgisayarın gelişmesi ile bugün artık evimizde bile bu çalışmaların çok güzel örneklerini görüyoruz. Uçak, gemi, çeşitli oyun benzetimleri vs; hatta araba çarpışma testleri bile. Bilim programlarında uçak kazalarını boyutlu (3D) ile canlandırma… Tabi en güzel yanı, yapılmış ya da yapılacak bir işin benzetimini bilgisayar ortamında oluşturarak bir sonuç elde etmektir. Buradan elde edilen sonuçlara göre hatalar düzeltilebiliyor. Sonuçta gerekirse küçük model maketleri yapılarak deneyler ayrıca gözlemlenebiliyor.

    Yanı sıra “Avatar” gibi filmlerde kullanılmasını bir kenara bırakacak olursak bize gerçek olarak görünen birçok film aslında olmayan sahnelerle dolu. Hatta olmayan mekanlar; yeşil-mavi fon çekimleri… O kadar gerçekçi ki insanın aklı almıyor. 

    Superman’i iyi uçurmuşlar; saçların, pelerinin uçuşmaları, hava tabancaları, iplerle de kukla gibi.

    Superman, yeşil fon

    Bilinç-altı, Bilinç-eşiği, Bilinç-üstü (Subliminal)

    Farklı yazılarda bu üç şeklide kullanmaktadır. Çoğunlukla “bilinçaltı” kabul görmüştür. Ama benim tercihim “bilinç-beşiği”dir.

    Özellikle beyinsel araştırmalar yanında pazarlama stratejilerinin olgunlaşmasının desteğiyle de daha fazla araştırılır olmuştur.

    Bilinçaltı (Subliminal) mesaj: “Başka bir objenin içine gömülü olan bir işaret ya da mesajdır; normal insan algısı limitlerinin altında kalmak, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır”, denilmiş. Buna bağlı olarak mesaj gönderici tarafından gizli gönderilenin alıcı tarafından, zaten beyin içinde olması gerekir. Bunların araştırmaları ile güzel beyin yıkama işleri yapılabiliyor.

    “Ancak bu kavramın olması için insan beyninin içinde ona ait bir olgunun, paralelliğin daha önceden oluşması gerekir ki böyle çıkarım olabilsin. Dolayısı ile verilmesi gereken “Gizli Mesaj” insanı farkında olmadan tetikliyorsa beyninde daha önceden “beşiğe” yatmış uyumuş bir durum vardır demektir. Bu nedenle ben “bilinç-beşiği” diyorum. Çünkü çocukluktan (hatta genetik) olarak beynimizin bilinmeyen bir köşesine yerleşmiş şablon (arketip, stereotip) yapı zaten oluşmuştur.” (29.04.2023, ZGT)

    Konu, oğlumun üniversite için bir küçük tez hazırlamasında yardımcı olmam ile sarmıştı. Bilgi toplayıp okudukça işin içinden çıkılmaz olmanın yanında insanların hayvansal güdülerinin nasıl pazarlama aracı yapıldığı sonuçları kanıtları ile ortaya konmaktadır, ürkütücü… Bu bilimsel çalışmadan doğan sonuç: “Reklamların Karanlık Yüzü”dür.

    Konu çok dallı budaklı dipsiz olduğu için birkaç örnekle yetineceğiz.

    25’ci kareyi bilmeyenimiz yoktur. Bazı sinema tekniklerine göre bu karenin sayısı değişebilir. Ancak gözümüz hareket algılamaz, onun yerine kare kare görüp bunları beynimiz üst üste bindirim hareketmiş gibi bize sunar. İşte, beynin algılama eşiği belli saniye içinde kare sayısıyla sınırlıdır. Aynı zaman dilimi içinde 25’ci bir kare konursa bunu görmeyiz ama beynimiz algılar, deniliyor. Zamanında meşhur “Eat Pop-Corn; Drink Cola (Patlamış Mısır Ye; Cola İç)” deneyi büyük tartışmalara neden olmuştur. Filmin içine yerleştirilen bu tek kare mesajları kimse görmediği halde ara verildiğinde beklenenden fazla satış yapıldığı yazılmaktadır. Hoş daha sonra yok böyle bir şey demişler.

    İnsanların hayvansal davranışları gözlemleyerek AVM sistemleri buna göre yapılanmaya başlamıştır. Tüm camlar kapatılıp, dış dünya ile irtibat kesilir. Yerde kesintisiz büyük karolar kullanılır. Küçük karo kullanılmışsa alışverişte daha az zaman harcanıyor. İlk girişte sağa dönülür, burada taze sebzeler yer alır. Eğer fırın, çerez gibi reyon varsa (kokuları) en arkaya konur. İçki reyonları özel bölümde daha loş, mahzen havasına sokulur. Şekerlemeler, sakızlar vb hemen kasaların orada çocukların eliyle alacağı bir yere konur. Ürünlerin raflara yerleştirilme düzeni bizi gıdıklamak içindir. Böyle böyle uzayıp gider.

    Çizgi filimler içine yerleştirilen görseller; afişteki belirsiz imgeler; reklamlardaki gönderiler; müzik içinde bile tartışmaları sürmektedir… Çocuklar için büyük tehlike diyenler çok.

    Örneğin, Red Kit macerasını bitirdiğinde herkes onu kürsüye beklerken ortadan yok olmuş gün batımına doğru gider. Aynı sahneyi kullanan bir sigara firması reklam yayınından sonra satışları hızla artmıştı. Varın siz çocukları düşünün, nasıl bir bombardıman altında kalıyor.

    Yapılan deneylerin sayısı belli değil: Büyükler kadar çocuklar üzerinde denemişler. Askeri amaçlı bile olanları var.

    Bu bölümün sonu: İnsan beyninin gelişimi sırasında oluşan simgesel/imgeler üzerinden arayışlarımız sürmektedir. Bu da bizi sanatsal olarak bağlamaktadır. Öyle ki gerçekliğe öykünmek, gerçekliği sorgulamak, aramak eylemlerine itmektedir. Bunun en güzel çalışmalarını, mağara duvar resimlerinde gördüğümüz kadar; Foto-Gerçekçilik ile Hiper-Gerçekçilik akımlarında da görüyoruz.

    Yukarıda başlıklar içinde kısa notlarını düştüğümüz her biri tek başına akademik olarak zaten inceleniyor, yorumlanıyor. Bitirirken; Herkese Bilim Teknoloji Dergisinde taş devrinde mağara ya da başka yere yapılmış el imlerine bakıldığında bazılarının (değişken) parmaklarının olmadığı; Dünyanın dört bir tarafından şekil olarak bir araya topladıklarında otuz iki farklı el imi olduğu saptanmış. Bunların bir dil olarak “mesaj” içerdiği düşüncesi ile yapılan irdelemelerde bazılarına çözüm getirilmiş: Hayvanların çiftleşme zamanı, baharın başlaması, Y şeklinde olanın doğumla özdeş olduğu belirlenmiş. Ama bu konuda çözümlenmesi gereken çok iş var. 

    Cave de las Manos; (Ellerin Mağarası/ Santa Cruz, Arjantin): Yaklaşık 9000 ila 13 bin yıllık “El imleri”ni eğlence mi olsun diye yoksa içinde bir anlatı barındırdığı için mi yaptılar?

    Notlar:

    1. Beynimizdeki yüz algılama kalıbı (arketip), insan evrimi sırasında olgunlaşırken özellikle gözümüzdeki 3 farklı (RGB: Kırmızı, Yeşil, Mavi) renk konileri gelişmiş; karmaşık ağaç-bitki-ot yeşil yığını içindeki bize göre vahşi ya da av hayvanlarını daha rahat ayırt etmek için yeşil koni diğerlerine göre iki katı olmuş. Az insanda, günümüzde 4cü bir farklı renk konisi (tetrakromasi) saptandı; bazı hayvanlar nerede ise SB bazıları ise bizden çok daha fazla renk konisi ile daha geniş renk yelpazesini seçer. Örnek: Köpeklerde kırmızı renk konisi yoktur. Yeşil ile mavi olarak dünyayı algılarlar.
    2. Jean Baudrillard (27 Temmuz 1929 – 6 Mart 2007, Paris), Fransız düşünür ve sosyolog. Medya teorisi, postyapısalcı felsefe ve postmodernizm üzerine olan çalışmalarıyla ünlenmiştir.
    3. Çin Devletinin resmi yazılarında “Hungtian Yuan” kullanılmaktadır. “Taykonot” kelimesinin ise Taylandlılar tarafından çıkarıldığı söylenmektedir.

    Kaynakça:

    • “Subliminal Bilinçdışınız Davranışlarınızı Nasıl Yönetir?”; Leonard MLODİNOW, Çev. Nuray ÖNOĞLU, Okuyan Us Yayın…
    • Taş devri işaret dilini merak ediyor musunuz? Cave paintings of multilated hands could be a Stone Age sign language, New Scientist; Derleyen Nilgün Özbaşaran DEDE, Herkese Bilim Teknoloji, Sayı 368, s.21; 20 Nisan 2023

    İLİŞKİLİ İÇERİKLER

    Etkili bir dil olarak Fotoğraf

    Fotografın çok etkili bir dil olduğunu muhtemelen herkes teslim edecektir. Naif olandan yola çıkarak izah etmeye çalışalım. Facebook’tan, İnstagram’dan her gün milyon milyon fotograf paylaşılıyor.

    Karanlığa Gömülmüşüz…

    “Toprağı işlemeyeceksin, çeşitli mera bitkileri ve tahıl tohumunu toprağa atıp kendi haline bırakacaksın. Çıkan bitkilerin tohumları tekrar toprağa düşecek ve yeniden yeşerecektir. Bu yöntemden daha iyi toprak iyileştirmesi yoktur. Tabii ki herkes gördüğünü yapar, alışkanlık en önemli kelepçedir."

    Gözlerinin niçin ıslak olduğunu sordular “Hiç…” dedi

    Yıldız, ders çalışmaya dönmek istiyor olsa da Çanakkale bir kez aklına takılmıştı, Büyük büyük dedesinin ve o neslin yaşadığı dramı Turgut Özakman o kadar canlı şekilde anlatmıştı ki, aklından çıkaramıyordu, toparlanamıyordu.

    Mehmet Aslan Güven’in fotoğraf yolculuğu

    Neye mal olursa olsun, ne tür zararlara yol açarsa açsın umurunda olmaksızın her şeyi yiyip yutmaya çalışan açgözlü bireylere, yapılara, sistemlere seslenmekte, özetle Küresel Hegemonya kurma arzusu taşıyan güçlere itiraz etmekte usta fotografçı.

    E-POSTA ABONELİĞİ

    Makale yazarı

    Zafer Gazi Tunalı
    Zafer Gazi Tunalı
    Doğmuşum, gözümü açtığımda evde fotoğraf makineleri, dia (saydam) oynatıcıları; film makineleri ile kristalize perde… Eh bunları kurcalamaktan pek azar işitmedim değil. Baktılar olmuyor, bir makine aldılar.Hoş arada öteki makineleri de… Neyse. Hafta sonları radyonun güzel günleri yanında aile-akraba toplanıp film seyrediyorduk; tar tar tar sesi içinde. Tabi, TV denilen yaratık yoktu daha… Mekanikler hep sihirli gelmiştir bana, sanki hepsinin içinde ruh var gibiydi. Zaman içinde sinema filmleri kopunca küçük yaşta asetonla montajcılağa da başlamıştım. Derken ilk fotoğraf çekimlerimi, kartların arkasına attığım tarihten görüyorum; 1967.

    POPÜLER İÇERİKLER

    Yorum Politikamız: Arthenos.com ekibi olarak tüm okuyucularımızı tartışmalara aktif olarak katılmaya teşvik etsek de, Davranış Kurallarımıza uymayan veya yayınlanan materyalin editoryal standartlarını karşılamayan herhangi bir içeriği Silme / Değiştirme hakkını saklı tutarız.

    YORUM YAPILDIĞINDA BANA BİLDİR
    Bana bildir
    guest

    1 Yorum
    Beğenilenler
    En yeniler Eskiler
    Satır içi geribildirimler
    Bütün yorumları göster
    Okyar Atilla
    Editör / Yazar
    Makale Puanlama :
         

    “Gerçeklik” kavramının her geçen gün daha sık olarak sorgulandığı bir dönemde konuyu çeşitli pencerelerden ele alarak zamana kayıt düşen önemli bir yazı dizisi olacağını söylemek gerek. Sevgili arkadaşımı kutluyor ve alkışlıyorum. Emeğine sağlık.

    1
    0
    Düşünceleriniz bizim için önemli. Belirtmek ister misiniz, lütfen yorum yapın.x