Gerçeküstücülük, 1920’li yılların başında Fransa’da ortaya çıkan felsefi ve modern bir sanat akımıdır. Felsefi kökleri; sanatı, erotizmin ürünü ve fonksiyonu olarak gören Freud’un “Subjektif İdealist Teorisi”nde yatar. Gerçeküstücülüğe göre sanatın içeriği, cinsel güdüler ile ölüm korkusu ve yaşama içgüdülerinden gelir. Gerçeküstücülük, rüyanın, içgüdünün, arzunun ve başkaldırmanın üstün bir güç olduğunu ileri sürer; mantıksal, ahlaksal ve sosyal her çeşit kalıplaşma ve düzene karşı çıkar. Kapitalist toplumun buhranının karakteristik bir ifadesidir.
Gerçeküstücülüğü benimsemiş sanatçılar arasında André Breton, Philippe Souppault, Paul Eluard, Louis Aragon, Robert Desnos, Benjamin Peret gibi şair ve yazarları, Max Ernst, Andre Masson, Pablo Picasso, Hans Arp, Salvador Dali gibi ressamları, Man Ray gibi fotoğrafçıları, Louis Bunuel gibi sinemacıları sayabiliriz. Bu sanatçılar geçici veya sürekli olarak Gerçeküstücülük akımı içinde yer almışlardır. Dada akımı içinde de yapıtlar veren bu sanatçıların çoğu, dada grubunun dağılmasıyla Gerçeküstü akımının oluşmasında da önemli roller üstlenmişlerdir. Gerçeküstücülük, zaten dada hareketinden ortaya çıkmış bir sanat akımıdır.
André Breton, sanatçılara bilinçaltı dünyasını, yeni bir sanatsal yaratma kaynağı olarak göstermiştir. Gerçek, beş duyu ile algılanan ve idrak olunan şeylerden başkadır. Aklın değerlendirmesi dışında kalan, bilinmeyen güçler vardır. Bu güçler, insana baskı yapmakta, insanlar da bu bilinmeyen güçleri etkilemeye çalışmaktadır. Yapılacak şey; bu gizli güçleri bulup ortaya çıkarmaktır. Akıl verileri ile hareketlerin, düşüncelerin, yaşamın, gerçek yapısı ve itici gücü arasında bocalayan insan ancak uykuda bilinmeyen güçlere ulaşabilir. Uyku ise tüm yaşamın yarısını almaktadır. Böylece bilinçaltı ile bilinç alanı arasında bir birlik ve etkileşim kurma olanağı oluşmaktadır. Geniş anlatımıyla Gerçeküstücü terimi, devrimci görüşleri değerlendirerek veya bilinçdışı, genellikle otomatizme dayanan teknikleri benimseyerek, yerleşmiş değerlerle bağını koparan, bu değerleri yıkmaya veya aşmaya yönelen her çeşit faaliyetleri, genelde de sanat faaliyetlerini belirtir.
Gerçeküstücülük akımı tam olarak André Breton’un Tristan Tzara ile anlaşmazlığa düşüp dada hareketinden ayrılarak, arkadaşları L. Aragon, P. Eluard ve P. Souppault ile Fransa’da “Litterature” dergisini çıkarmaya başladığı 1922 yılında doğmuştur. André Breton, yeni bir dünya kurulması olasılığının tamamen gözardı edildiği gerekçesiyle dadacılıktan uzaklaşmaya başlamış ve 1924 yılında “Manifeste du Surréalisme”i (Gerçeküstücülük Manifestosu) yayımlamıştır. Manifesto’da gerçeküstücülük, düşüncenin bütün denetimlerinden uzak bir biçimde kendisini ortaya koyması olarak tanımlanıyordu. Breton, aykırı gibi gözüken şeyleri gerçeküstücülükte birleştirmeye çalışıyordu. Sanatın siyasetten ayrılamayacağına inanıyordu. Guillaume Apollinaire, akımın başlamasından bir süre sonra adını koyar: Gerçeküstücülük.
André Breton’un “La Revolution Surréaliste” (Gerçeküstücü Devrim) başlıklı bildirisinde açıkladığı sözkonusu kurallar, dünyanın en düşsel sanatını keşfetmek amacıyla kökenlerini bir yandan fantastik, kapalı ve şizofrenik sanatlarda ararken öte yandan da Freud’a ve Marksçılığa gönderme yapar. Gerçeküstücülüğün sanata katkısı başka yöndedir. Soyut ve figüratif her türlü estetiğe kayıtsız kalan bu akımın özelliği, öncelikle olağanüstü bir düş kurma makinası olmasıdır. Bu düş kurma, gerçekliği bile aşacak birşeyler, hergün gördüğümüz şeyin anlamını aşacak güçte birşeyler yaratma isteğidir. Gerçeküstücüler özellikle Freud’un yazılarıyla, bilimsel kitaplarla haşır neşir olarak içlerinde çocuk olan veya vahşi olanın baskın çıktığı kuramlarla ilgilendiler ve bu kuramlardan etkilendiler. İşte bu düşünceye dayanarak da gerçeküstücülük, sanatın hiçbir zaman uyanık aklın bir ürünü olamayacağını ileri sürmüştür. Gerçeküstücülere göre akıl yalnızca bilimi verebilirdi, sanatı ise akıldışı. Bu nedenle gerçeküstücüler, bilinçdışının derinliğindeki şeylerin ortaya çıkabileceği akıl durumlarını aramaya başlamışlardır.
20.yüzyılın başından itibaren Dinamizm, Kübizm, Fütürizm, Dadaizm, Sürrealizm gibi akımlar içerisinde fotoğraf, çeşitli deneylerden ve denemelerden geçirilmiştir. Ressamlar ve fotoğrafçılar, ideolojik ve estetik düşüncelerle bağlı oldukları akımların kurallarına ve amaçlarına uygun yapıtlar üretiyorlardı. Bu amaçla sanatçılar, “görsel deney” yapmak fikrinden yola çıkarak fotogram, optik bozmalar, solarizasyon, kolaj, frotaj, fotomontaj gibi yöntemler ve diğer müdahale teknikleri geliştirdiler. Bu yöntemlerle geleneksel görüntülerin değiştirilmesinde etkili oldular. Fotoğrafta müdahale, fotoğrafı resme benzetmek değil, soyut veya yarı-soyut yeni fotoğraflar üretmeye yarar yeni bir kaynak olmuştu. Sanatçıların çoğu keşfedilen yeni işlemlerin inceliklerini öğrendiler ve geleneklerle nasıl bağdaştırılabileceklerini araştırdılar. Fotoğrafçılar, resimdeki gerçekçiliği tamamen bir kenara atarak netsizlik, hareketli görüntüler, çoklu pozlama gibi kamera teknolojisinin sağladığı olanakları yaratıcı bir biçimde kullandılar.
Gerçeküstücü sanatın dünyası, bilinçaltının karanlık dünyasıdır. Donuk bir ışık altında uzayıp giden boşluklar, ölü kentler, kararmış ağaç kütükleri, fosilleşmiş kuşlar, teller, hurda yığınları, makina insanlar, manken ve heykeller gerçeküstücü resimlerde en çok rastlanan motiflerdir. Bilinçaltında yer alan sürrealist görüntüler, hayallere ve fantezilere dayanıp, maksimum gerçeklik ve ayrıntı ile ifadelendirilmeye çalışılırlar. Bu ifadelendirme biçimi, fotoğrafı en uygun medya haline getirir. Ayrıntıyı kaydedebilme yeteneğiyle sağlanan, inandırıcılıkla doğruluk sanısı yaratılıp fanteziler gerçekmiş gibi algılanır. “Gerçek” ve “fantezi”yi birleştiren bu yolla kusursuz gerçeklik içinde yayılmış bir biçimde sürrealist nesneler bulunur. Gerçeküstücülükte herşey mümkündür. Gerçeküstü fotoğraflar, gerçeküstü şiir ve oyunlarda olduğu gibi imkansızı gerçek yapar. Gökyüzünde çatlaklar olabilirken tek başına duran bir pencere camına, olması gerektiği yerdeki görüntü yerleştirilebilir. Bu yüzden gerçeküstü görüntüler, akılcı olmayabildiği gibi itici bile olabilirler. Gerçeküstücü fotoğrafçılar, sandviç baskı, süperpozeler, ön/arka projeksiyonlar gibi birçok yeni tekniği kullanarak birden çok görüntüyü doğal bir biçimde birleştirebilmektedir.
Burada gerçeküstücülerin yanyana koymaktan zevk aldıkları iki formül ortaya çıkmakta ve bunların birleşme umudunu daima taşımaktadırlar. Bunlar Rimbaud’nun ve Marx’ın formülü: “yaşamı değiştirin” ya da “dünyayı değiştirin”dir.
Gerçeküstücülük, 20. yüzyılın en etkili ve çok yönlü sanat akımlarından birisi olmuştur. Kolaj, frotaj, fotomontaj, kumla matlaştırma, çıkartmalar, dumanlama gibi tekniklerin sanat yapıtlarında kullanılması akımı zenginleştirmiş ve özünü yüceltmiştir. 1926 yılında gerçeküstücü bir galerinin açılması, 1928 yılında da Bréton’un yazılarının biraraya getirilmesi bu akımın çok yönlülüğünün kanıtlarıdır. 1928 yılında L. Bunuel ile birlikte “Endülüs Köpeği” filmini, 1929’da da “Gradiva” adlı tablosunu yapan Salvador Dali’nin sahneye çıkmasıyla çılgınlığın ve psikanalizin sanat üzerindeki etkisi doruk noktasına ulaşır. 1938’de Paris, 1939’da Londra ve 1940’ta Mexico sergileriyle gerçeküstücülük artık doruk noktasındadır. 1938 Paris sergisine 14 ülkeden 70 sanatçı katılır, çünkü artık gerçeküstücülük, uluslararası boyutta bir sanat hareketi olmuştur.
II.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla gerçeküstücü grup 1941 yılında Fransa’dan ayrılarak New York’a gitmiş, bir süre sonra da dağılmıştır. Breton, New York’ta Max Ernst, Marcel Duchamp ve David Hare ile birlikte “VVV” adlı bir dergi çıkarmış, bir dizi de konferans vermiştir. Ancak savaşın ardından varoluşçuluğun yaygınlaşmasıyla gerçeküstücülük etkisini yitirmeye başlamıştır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıkan Gerçeküstücülük akımı, sanatın burjuva toplumundaki konumuna karşı çıkmıştı. “Yaşam” ile “sanat” arasındaki bağıntıyı dönüştürmek istiyordu. Bu nedenle de “yaşam pratiği” ile “sanatı” bütünleştirmeyi hedefledi. Hedefine ulaşmak için daha önce pek görülmemiş ve uygulanmamış bir dizi biçim ve tekniği ortaya çıkardı. Örneğin “kolaj” ve “montaj” yöntemini sanatçılar arasında yaygın biçimde kullanılır hale getirdi.
Günlük nesneleri, izmaritleri, sokak köşelerinde edilmiş lafları sanatsal malzeme diye bilinegelmiş öğelerle bir tuttu. Kendiliğindenlik ile bilinçli kurmacayı eşdeğer olarak gördü.
Gerçeküstücülük, herşeyin sanat ve sanat objesi, herkesin de sanatçı olduğunu ilan etmişti. Bu akım içinde yer alan sanatçılar da akımın ideolojisine uygun yapıtlar vermişlerdir. Akımın önde gelen fotoğraf sanatçıları Man Ray ve Laszlo Moholy-Nagy, fotoğrafta bir çok yeni teknik kullanarak gerçeküstücülüğe özgü, akımın özelliklerini taşıyan çalışmalar yapmışlardır. Man Ray, 1921 yılında Paris’te bir sergi açtı. Bu sergisi dolayısıyla gerçeküstücülerden çevresinden destek gördü. Kamera kullanmadan gerçekleştirdiği fotoğraf çekme yöntemi ve tekniğine de kendi adını verdi: “Rayogram”. Bu teknikte obje, duyarlı kağıt üzerine seriliyor ve kağıt üzerinde objenin bir beyaz gölgesi belirene kadar ışığa tutuluyordu. “Rayograf” olarak da bilinen bu teknik, nesnelerin siluet görüntülerinin gerçekleştirilmesidir ve bunlar ilk soyut fotoğraflar sayılmaktadır. Man Ray’ın geliştirdiği bu film kullanmadan görüntü elde etme tekniğine “Fotogram” da denilmektedir. Man Ray, filmi geliştirme banyosunda ışıklandırma ilkelerinden yararlanarak yarı reversal işlemle sert tonlara yakın siyah çizgiler oluşturmuştu. “Sebattier Effect” olarak da bilinen bu yöntemin adı “solarizasyon”dur. Solarizasyon, film banyosu sırasında, negatifin çok güçlü bir ışık etkisinde bırakılmasıyla yapılır. Developer içindeki bir negatif, normal ya da zayıf bir ışık görürse sislenme ve fluluk yapar. Fakat fotoğraf çekiminde kullanılan ışıktan çok daha güçlü bir ışığın etkisinde kalırsa bu kez tamamıyla ters bir dönüş olur ve solarizasyon dediğimiz durum meydana gelir.
Fotogramın ilk uygulayıcılarından birisi olan L.Moholy-Nagy’ye göre fotoğrafın görsel eğitimde ya da yeni bir ‘görüş’ün geliştirilmesinde büyük bir değeri vardır. Sanatçı, teknolojik çağla uzlaşmak yolundaki çabalarda, yozlaşan bir simgecilik ve dışavurumculuğa bulaşmamak için geleneksel görme alışkanlıklarını değiştiren ve gözün destekleyicisi fotoğraf makinesinin sağladığı olanaklardan yararlanmanın kaçınılmaz olduğunu ileri sürmüştür. Moholy-Nagy, Bauhaus’ta ve 1939 yılında kurduğu “Chicago Tasarım Okulu”nda, teknoloji ve uygulama ağırlıklı bir eğitim vererek fotoğrafçılığın ayrıcalıklı bir yeri olduğunu gösterdi. Sanatçının en kalıcı katkısı da, ilk kez fotoğrafçılığı kendi başına ayrı bir akademik disiplin olarak bu okullar içinde koruyabilmesi olmuştur. Böyle bir ortamda da fotoğraf, diğer sanat dallarınca ezilmeden kendi gelişmesini tamamlayabilmiştir.
Eugene Atget’in 1920’lerde aslında belgesel amaçlı çekmiş olduğu Paris fotoğrafları daha sonraki dönemde gerçeküstü fotoğrafın öncüleri arasında sayılmaktadır. Bunlar şehrin insansız olduğu günün ilk saatleriyle gece belli bir saatten sonra çekilen, insan unsurunun olmadığı kent fotoğraflarıdır. Boş caddeler, mağaza önleri ve parklar bunlara örnektir. Walter Benjamin’in Atget fotoğraflarındaki gerçeküstü tanımlaması fotoğrafın anlamı doğrultusundadır. Yoksa, fotoğraflarda ne biçimsel olarak ne de ruhsal otomatizme dayalı bir gerçeküstücülük yoktur.
Andre Kertesz’in “Bozulmalar” serisi aslında karikatürize edilmiş, deformasyona uğramış erotik beden parçalarından oluşmaktaydı. Bu deformasyonlar bedenin dokusunu, gözeneklerini ve çıkıntılı parçalarını gözler önüne seriyordu. Abartılı kesimler, vücudun komik ve bedenin ayrıntılı halleri neşeli anlatımlarının yanında güçlü bir fotoğraf serisi oluşmasını sağladı. Kertesz’in amacı gerçeküstücülük değildi ama doğal olarak o akıma getirildi.
Jerry Uelsmann ise kendi karanlık odasında bu işlemleri geleneksel yöntemlerle yaparak teknik anlamda “usta fotoğraf sanatçısı” unvanını hak eder. Kafasında tasarladığı fotoğraftaki elemanları agrandizörlerine yerleştirir ve onları ustaca montajlar. Fotoğrafının içindeki nesneler birlikte bir anlam ifade etmeye başlarlar.
Gerçeküstü fotoğraf akımı, fotoğraf anlayışının 20.yüzyılın ikinci yarısından sonra değişmesi sonucunda, fotoğraftaki öğelerin çoğalmasına, manipulasyonların artmasına ve hayal gücünün dijital ortamda yaratılıp fantastik anlamdaki zenginleşmeye dönüşmüştür. Akımın çıkış noktasında ileri sürülen hedefler, fotoğrafın teknik ve içeriksel özellikleri bakımından başkalaşıma uğramıştır. Yalın resim geleneğinden gelen fotoğraf sanatı bu dönemde çarpıcı ve fazlasıyla imge bolluğu dolu hale gelmiştir. Gerçeküstücülük açısından bakarsak devam eden hayal gücü, günümüz sanatçılarını da etkilemiştir. Günümüzde dijital devrimde fotoğrafçılar için en çok kullanılan eleman görüntü işleme programlarıdır. Bir fotoğraf çok kısa sürelerde inanılmaz görünümlere dönüştürülmektedir. Gerçeküstü ve Dada akımlarının en önemli kalıplarından olan fotomontaj ve kolajlar görüntü işleme programları sayesinde çok kısa sürelerde gerçekleşmektedir. İstenilen birçok imaj, yazı veya herhangi bir görüntü kusursuz olarak yeni bir fotoğraf halini almaktadır.
Hayat pratiğine dökülemeyen gerçeküstücülük anlayışın en önemli yanılgısı vermek istediği sanat görüşünü, genel dünya düzenine oturtamamış olmasıdır. Sanatla özgürlükçü yapıya ulaşmış, hatta bir şekilde tüm yüzyılı etkilemiştir. Politik anlamda uğranılan değişim süreci gerçeküstü düşünce sisteminin içeriğinde var olan Marksist ideolojinin dünyadaki varlığının azalışı ve politik düzene ayak uyduramaması üzerine sadece kendi öznel çabası içinde kalmıştır. Bu çaba bütün sanat anlayışına değilse bile belli bir kültür düzeyine etki yapmıştır. Modernizm içindeki yapıda sadece kendi kendine var olabilen bir akım olarak kalmıştır. Hedeflediği dünya düzeni değişikliği gerçekleşememiştir. Ancak akımın içinde var olan gerçekler ve anlatımları sanat anlayışına yön veren bir öncü girişim olmuştur.
KAYNAKLAR :
Adnan Turani, Sanat Terimleri Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1993
Andre Bréton, Nadja, Çev: İsmail Yerguz, Mitos Yayınları, İstanbul, 1992
Aydemir Gökgöz, Bütün Yönleriyle Fotoğrafçılık, AFA Matbaası, İstanbul, 1977
Aydın Uğur, Keşfedilmemiş Kıta, İletişim Yayınları, İstanbul, 1991
Dawn Ades, Photomontage, Thames and Hudson, Londra, 1976
M.Rosenthal – P.Yudin, Materyalist Felsefe Sözlüğü, Çev.Aziz Çalışlar, Sosyal Yay, İstanbul, 1975
Moisse Kagan, Güzellik Bilimi Olarak Estetik ve Sanat, Çev: Aziz Çalışlar, Altın Yay. İstanbul
Nazan- Mazhar İpşiroğlu, Sanatta Devrim, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991
Nazif Topçuoğlu, İyi Fotoğraf Nasıl Oluyor, Yani?, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1992
Norbert Lynton, Modern Sanatın Öyküsü, Çev: Cevat Çapan Remzi Kitabevi, İstanbul, 1982
Refo Fotoğraf Sanatı Dergisi, “Fotoğraf Akımları”, İstanbul, Ekim 1991, Sayı 23
Réne Passeron, Sürrealizm Sanat Ansiklopedisi, Çev: Sezer Tansuğ, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1990
Susan Sontag, Fotoğraf Üzerine, Çev.Reha Akçakaya, Altıkırkbeş Yayın. İstanbul, 1993
Tahsin Saraç, “Birinci Dada Bildirgesi”, Tercüme Dergisi, Ocak-Haziran 1960
Terry Eagleton, Estetiğin İdeolojisi, Doruk Yay., İstanbul, Nisan 2010










