Daha
    Ana SayfaBLOGO kadın Vivian Maier'di

    O kadın Vivian Maier’di

    Bir erkek takım elbisesi olması gereken, biraz koyu gri kumaştan elbiseyi kadınlar niye tercih eder ki? Yüzüne şapkasının uzun siperliğinin gölgesi düşüyordu. Bir gölgeyle konuşmaya başlamıştım sanki.

    - Bu sokaklarda iyi fotoğraflar çekmek mümkündür.

    -

    1990 yılı tam da iş hayatımın dönüm noktalarından birisiydi. Belki de birincisiydi. Elimde meşale, gemileri yakmak için dolaşıp duruyordum. Meşaleyi söndüreyim diye gönderdikleri Taiwan’daki uzun görevden yeni dönüp Ar&Ge nin başına geçmiştim. Meşalenin ateşi zayıflamıştı. Geçtiğim bölümde ise göz gözü görmüyordu. Zaten niyet de bunu düzeltecek birini başa getirmek değil miydi? Aynı zamanda dayak yiyecek “bizden olmayan” biri olmalıydı bu kişi. Ben tam da biçilmiş kaftandım.

    Genel Müdür çağırıyor dediler. Odaya girdim,

    • Holdingin elektronik şirketlerinin Chicago elektronik fuarında toplantısı olacak. Ben gidemiyorum. Sen temsil edersin.
    • ???

    Daha işin başına geçeli üç ay olmamış. Allahtan bu şirketler holdinge dahil edilirken incelemesini yapmak üzere ben görev almıştım. Tanıdığım çok insan vardı. Yani sorun değildi.

    Chigaco… Gangasterler kenti. Tabii hemen hazırlık yapmaya başladım. Amerika vizesi, biletler falan. Şimdi toplantıya hazırlık falan bekliyorsunuz değil mi? Tabii ki… On makara Kodak ektachrome, iki objektif, yedek piller vs fotoğraf çantamın içine yerleşiverdi. Toplantıya hazırdım!

    Aklım hep eski Chicago (Old Chicago) sokaklarındaydı. Al Capone’nun polislerle yaptığı çatışmaların, kaçak içki sevkiyatlarının yapıldığı sokaklarda. Fuar, toplantı derken kendime zaman ayırmalıydım.

    Frankfurt üzerinden aktarmalı uzun bir yolculuk…

    Sabah altıda elimde makine sokaklardaydım. Saat 10:00’a kadar vaktim vardı. Şehir haritasına kısa bir göz atıp ileride de hep yapacağım gibi (bu alışkanlığın başladığı ilk seyahatimdir) en yakın çöp kovasına atıverdim. Şehrin sokaklarında kaybolmayacaksan niye dolaşırsın? Ve aynı şekilde fuar bitimi saat 16:00’dan sonra da devam etti.

    Üçüncü gündü. Öğleden sonra. Sokakları ezberlemiş vaziyette park içinden geçişle arkadaki sokağa doğru biraz da yorgun yavaş adımlarla yürüyordum.  

    (Bu kadar zaman sonra tam olarak İngilizcelerini hatırlayamadığım için konuşmaları Türkçe devam edeceğim?)  

    – Fotoğraf için güzel bir gün

    Kim benim fotoğraf çekmemle ilgilenirdi ki? Bankta oturan orta yaşın biraz üstünde bir kadın belli belirsiz bir gülümsemeyle tekrarladı;

    Fotoğraf için güzel bir gün.
    – Evet, kesinlikle haklısınız.

    Bir erkek takım elbisesi olması gereken, biraz koyu gri kumaştan elbiseyi kadınlar niye tercih eder ki? Yüzüne şapkasının uzun siperliğinin gölgesi düşüyordu. Bir gölgeyle konuşmaya başlamıştım sanki.

    Bu sokaklarda iyi fotoğraflar çekmek mümkündür.

    Diye sürdürdü. “İyi” dedi. “Güzel” değil. Bir an durdum.

    Becerebildiğim kadar…
    35 mm kullanıyorsunuz. Gerçi büyük baskı yapmazsanız çok da önemli değil.

    Sağ omuzunda asılı makinama bakarak konuşuyordu.

    Belli ki buralı değilsiniz. Nerelisiniz?
    Türkiye.
    Hımmm. Orta Doğu’ya yakın bir yerden gelmişsiniz. Sizin ülkeniz de fotoğraf için zengindir.
    Hiç fotoğraf çekmek için Orta Doğu’ya gittiniz mi?
    – Henüz fırsatım olmadı. İşim gereği Uzak Doğu yani Taiwan’dan yeni döndüm. Buraya da yine işime bağlı bir toplantı için geldim.

    Başını hafifçe gökyüzüne doğru kaldırıp bulutların arasından başka ülkelere giden bakışlarıyla

    Orta Doğu’ya tekrar gitmek gerek…  

    Altmışlı yaşlarda bir kadının “Orta Doğu’ya tekrar gitmek” ve bunu “fotoğraf” ile yan yana kullanması aklımı karıştırdı. Bir bilmecenin içindeydim. Düzgün bir bağlantı kuramıyordum. Meraklanmaya başladım. Ve elimi uzatıp;

    Ben, Okyar Atilla. Sizinle tanıştığıma memnun oldum.

    Elimi samimiyete yakın bir resmiyetle tuttu. Kolunu dirseğini kırmadan uzatması sanki “bu kadar mesafe yeter” demeye geliyordu. Haklıydı da. Parkta konuştuğu bir insan. Üstelik farklı bir ülkeden;

    Kim olduğumuzun ne önemi var ki? Hepimiz misyonumuzu tamamlamaya çalışmıyor muyuz? Önemli olan bu misyonu sen mi kendine verdin yoksa başkaları mı sana yükledi. Bir değer yaratabiliyor musun? Her ne yaparsan yap. Önemli olan bu değil mi? Bak senin şu anki misyonun sokakları fotoğraflamak. Muhtemelen seni buna kimse zorlamadı. Ne güzel. Bırak ortaya koyacağın fotoğrafların konuşsun. Onlar anlatsın seni.

    Adını söylemeyecekti. Bunu ruhumda hissettim. Ancak yüzünü biraz görebilmiştim. Kısa kesildiği belli olan, belki de erkeksi bir kesim diyebiliriz, yer yer beyazlamış uçları görünen saçlar, irice burun ve yuvarlak çenesi. Gözleri hala şapkanın gölgesindeydi. Parmakları boştu. Ancak herhangi bir yüzük izi de yoktu. Muhtemelen hiç evlenmemişti.

    Peki ya siz? Siz nerelisiniz?
    New York’da doğduğumu söylemişlerdi. Eğer bunu soruyorsan. Gördüğün gibi bu ülkenin vatandaşıyım. Ama bunun da ne önemi var. İkimizin de ortak bir yanı bizi parkın içinde konuşmaya sevk etti: şu senin omzundaki fotoğraf makinası… 

    Bunları söylerken yine iki elinin arasında tuttuğu çantadan sanki bir fotoğraf makinası çıkaracak gibiydi. Aslında dikkat edince çantayı bir fotoğraf makinası gibi tutuyordu. Ancak bu tutuş 35 mm lik bir makine tutuşu değildi. Parmakları çanta üzerinde sanki bir şeyleri kurcalıyor gibiydi.

    Görmediğim gözlerle bakıştık. Birden beklemediğim bir çeviklikle ayağa fırladı;

    Seni iyi fotoğraf çekeceğin bir yere götüreceğim. Gelir misin?

    İkimiz de ayaktaydık. Öyle kaldım. Bankta ufak tefek diye düşündüğüm kadın benim boyuma yakındı. Ve nihayet yüzünü tam olarak görmüştüm. Makyajsız ve düz bakışlı gözler. Bir duygu ifadesi yok. Vereceğim cevabın bir önemi olmadığını anladım. Yine de

    Sizi meşgul etmek istemem ancak neden olmasın?
    Meşgul mü? Ben mi?

    Biraz acı gülümseme dudaklarında belirdi ve hızlıca silindi.

    Let’s go… (Hadi gidelim)

    Parktan sokağa çıktık. Kaldırımda yavaşça sol koluma girdi. Yüzüne baktım,

    Fotoğraf çekmen gerekirse diye bu tarafı seçtim.

    Gülümsedim. Beni yavaş bir şekilde kaldırımın iç tarafına doğru çekiyordu. Sonunda binaların gölgesine girdik. Ve artık görünmez olmuştuk. Üzerindeki kıyafet onu binaların gölgesiyle birleştirmişti. Çantasını sol omzundan ön tarafa doğru çaprazladı. Yavaş adımlara yürümeye devam ettik.

    Ne film var makinanda?
    Kodak Ektachrome. Dia.

    Dudaklarını büzdü, yüzünü biraz ekşiterek sanki “Bu da oldum mu?” dercesine

    Siyah beyaz çekmez misin? Sokakta daha iyi olur sanki.
    Fotoğraf hakkında bunları nereden biliyorsun? Söylediklerinden fotoğraf konusunda daha derin bilgin ve ilgin varmış gibi.

    İrkildi,

    Bir zamanlar biraz ilgilenmiştim. O zaman öğrendiklerimle konuşuyorum.

    Üzerine gitmenin anlamı yoktu. İnanmamıştım. Çantasını tutuşu, sorular, makinama bakışı farklı şeyler anlamlandırmama neden oluyordu.

    İlk önce lafı değiştirdiğini düşündüm.

    Ne güzel ev değil mi?

    Karşı kaldırımdaki iki buçuk katlı kırmızı ahşap kaplamalı pencereleri mavi doğramalı evi gözleriyle işaret ediyordu.

    Evet, gerçekten de çok güzel ve değişik.
    Ne yazık ki bu evler terk edilince yıkılıp yerine gökdelenler dikiliyor. Eskiyi anımsatacak her iz siliniyor. İnsanların geçmişe saygısı kalmadı.

    Hüzünlenmişti. İlk defa yüzünde bir duygu ifadesi belirmişti. “Adam sende” dercesine bir işaret yaptı sol eliyle.

    – İçeride kimse görünmüyor. Keşke oturanları görebilsek. Belki birkaç kare fotoğraf da çekebilirim.
    Mauren oturuyordu.

    Şaşırma sırası bana gelmişti.

    Tanıyor musun?

    Beni duymadan devam etti.

    Çok sevimli iki çocuğu vardı. Bir kız bir erkek.
    Akraban mıydı?

    Bu sefer sesimi duyurabilmiştim;

    Akraba gibi bir şey işte. Çocuklar beni çok severdi. Ben de onları. En üst katın penceresinden göle kadar uzanan yolu görürsün. Ekim ortalarında güneş gölün üzerinden doğarken pencerelerden yansıyan ışığı buraya kadar gelir.

    Akraba gibi bir şey? Çok yakın komşu? Mahalle arkadaşı? Ya da okuldan arkadaş mı? Aynı işyerinde mi çalıştılar? O an anlayamamıştım. Ancak şaşkınlığım ve merakım iyice artmıştı.

    Yine lafı değiştirdi.

    Bak şu kalabalık fotoğraf için fena değil. Tam da düğün töreni sonrası. Hadi çek de gel. Seni burada bekliyorum.

    Yapacak bir şeyim yoktu. “Gider mi?” diye tereddütle kalabalığa doğru seyirttim. O binaların gölgesinde kaybolmuştu. Nerede bıraktığımı bilmesem görmem mümkün değildi. Döndüm ve yürümeye devam ettik. Bana arka arkaya ne çekeceğimi söylemeye başladı;

    Bak şu kucağında gazete ile yürüyen yaşlı.
    Otobüsteki kadın. Çabuk. Kaçmasın…
    Bak, duvarın önünde tedirgin yürüyene. Duvardaki gölgeler nasıl da ilgi çekici
    Belediye otobüsüne bak. Kontrast bir ışık var. Hadi çek.

    Kafam allak bullak olmuştu. Benden önce fotoğrafı gösteriyordu. Hepsini de çektim. Ben nefeslenmeye çalışırken devam etti.

    Şimdi seni özel bir yere götüreceğim.

    Sesimi çıkarmadım. Nasılsa gideceğiz. Bir ara sokağa saptık. Adımlarımız hızlandı. Veeee karşımızda bir itfaiye binası.

    Chicago’nun en eski itfaiyesidir.

    İçeriye doğru seslendi;

    Booob[i], Booooob…

    İri kıyım bir itfaiyeci kapıda göründü. Kadın devam etti;

    Bob selam, fotoğraf çekmek istiyoruz. Bir sandalye alıp gelir misin?

    Bob tek kelime etmeden amirinden gelen bir talimat gibi denileni yerine getirdi. Hayretle izliyordum.

    Hadi, bekleme çek. Saatlerce bu şekilde oturtamam adamı…

    Bob’a teşekkür ederek ana caddeye yöneldik. Yüzünde belirgin bir gülümseme ve ışıldama vardı. Sanki bütün bu fotoğrafları o çekmiş ve onundu.

    Bu fotoğrafların bir kopyasını sana göndermek isterim. Adresini verir misin?

    Omuzlarını silkti.

    Onlar senin fotoğrafların. Ve aramızda bağ olarak kalsın. Benim için sakla.

    Bir şey boğazıma düğümlenmişken devam etti;

    Artık beni parka geri götürebilir misin? Buluştuğumuz yere.

    Boğazımdaki düğüm büyüdü.

    Uçak O’hare’den havalanıp Chicago üzerinden kuzey doğuya yönelirken gözlerim parkı aradı durdu.

    2015 yılında ortalıkta efsane bir kadın fotoğrafçının adı dolaşmaya başladı. Meğer bu isim 2013 yılından bu yana Amerika’yı kasıp kavuruyormuş. Kimdir neyin nesidir diye internette dolaşıp fotoğrafçı hakkında yazılanları ve fotoğraflarını izlemeye başladığımda değişik yüzeylerden yansıyan kendi fotoğraflarına baktıkça dilim tutuldu. Olamazdı.

    O, benimle birlikte olan kadın Vivian Maier’di.

    Bilgisayarın karşısında ellerimi başımın arkasına kavuşturup koltuğu geriye doğru hafifçe esneterek gözlerimi kapattım. O anları film olarak tekrar izledim. Gülümsemeye çalışırken iki damla gözyaşı yanaklarıma doğru sessizce süzüldü…

    Not 1:
    Bu hikayede geçen kişiler uzam ve zaman gerçektir. Sadece itfaiyecinin adı rastgele seçilmiştir. Diyaloglar bu uzamdaki farklı zamanlarda birçok değişik Amerikan vatandaşı ile yapılan gerçek konuşmalardır. Ki bu insanların birçoğu da orta yaş üstü, 60’lı 70’li yaşlarda kadınlardı.

    Not 2:
    Vivian Maier’in fotoğrafları internette yaygın olarak dolaşımdadır. Bunları kaynaklar kısmında görebilirsiniz. Ancak yazı içinde yayınlanan fotoğraflar Pinterest sitesinden alınmıştır.

    Not 3:
    Vivian Maier’in hayatı hakkında çok boşluk vardır. Bunlar eldeki bilgilere bakarak olsa olsa yöntemi ile dillendirilmektedir. Hikaye kesin bilgilerden yola çıkılarak kaleme alınmıştır. Bu bilgiler de müphem bir şekilde tasvir edilerek okuyucuyu düşünmeye ve Vivian Maier hakkında araştırmaya, okumaya sevk amaçlanmıştır.

    Kaynaklar:


    [i] Robert’ın günlük kullanımıdır.

    İLİŞKİLİ İÇERİKLER

    Adana’nın Yolları Taşlık…

    Bu yazı Arkaplan Sanat Dergisi için (Yazı ilk olarak ArkaPlanSanat Dergisinin 38. Sayısı (Ağustos-Eylül 2025) Altın Koza Film Festivali özel sayısında yayınlanmıştır) yazıldı. Biliyorsunuz, ne bileyim belki de bilmiyorsunuz; dergi Adana’nın bereketli topraklarında serpilip ülkemizin her yöresine sanat tohumları ve fideleriyle dağılıyor. Yeşertmek, büyütmek artık okurların eline kalmış…

    Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak

    Böyle bir bölümü iki üç kişinin sürüklemesini beklemek biraz hayal olmaz mı? Dolayısıyla siz sevgili ve değerli okur-takipçilerimizden şu gibi katkılar bekliyoruz

    50mm Sokak Fotoğrafçılığı için doğru seçim mi?

    50mm, bazı şeyler için işe yarayan ortalama bir odak uzaklığıdır ve portreler için iyidir, ancak kadrajda biraz nefes alma alanına ihtiyaç duyan bir sokak veya belgesel fotoğrafçısıysanız sizi çileden çıkarma potansiyeline sahiptir.

    “Düzenli pratik” mi “Bilinçli pratik” mi?

    Birkaç ay önce hobi olarak film fotoğrafçılığına başladım. Dıştan görünüşte "mükemmel" gibi algılalnan dijital dünyadan sıkılmıştım galiba. Bir kontrast ve heyecan özlemi çekiyordum. Hayatın güzelliğini çekim sonrasında düzenlenmemiş karelerde görmek istiyordum, Photoshop ve filtreler olmadan bir hayat nasıl olabilirdi?

    E-POSTA ABONELİĞİ

    Yorum Politikamız: Arthenos.com ekibi olarak tüm okuyucularımızı tartışmalara aktif olarak katılmaya teşvik etsek de, Davranış Kurallarımıza uymayan veya yayınlanan materyalin editoryal standartlarını karşılamayan herhangi bir içeriği Silme / Değiştirme hakkını saklı tutarız.

    YORUM YAPILDIĞINDA BANA BİLDİR
    Bana bildir
    guest

    30 Yorum
    Beğenilenler
    En yeniler Eskiler
    Satır içi geribildirimler
    Bütün yorumları göster
    Turgay Seven
    Turgay Seven

    Muhteşem bir anlatım.
    Soluksuz, heyecanla, merakla okudum yazınızı.
    Katkısı olan herkese sonsuz teşekkürler.
    Emeklerinize sağlık.

    Neslihan
    Neslihan

    Arthenos şaşırtmaya devam ediyor!
    Yine çooook güzel bir yazı ve anlatım.
    Okurken duygulandım. Bu yazıya başka şey denmez artık.
    Emeklerinize sağlık. Teşekkürler.
    Selamlar…

    Önder Köktürk

    Okyar bey, renkli ilginç bir kişisiniz.. yazınızdaki deneyiminiz de bir o kadar ilginç. benim için en ilgi çeken kısmı olayın Chicago da geçmesi 🙂

    Önder Köktürk
    Yorumun sahibi  Okyar Atilla

    yanlış anlamayın, yazı çok hoşuma gitti, 100 kişide bir kaç kişiye nasip olacak süper bir deneyim yaşamışsınız. imrendim. Chicago ile, USA da ziyaret ettiğim 10-15 farklı yer içinde 3-4 kez ziyaret ettiğim ve beni en çok çeken/etkileyen yer diyelim. son 2010 da gitmiştim, makinem Kodak 6490 idi. fotolar bugünün şartlarında ikon gibi kalıyor, 🙁 yazı için sözüm olsun ama yeni fotolar olunca olsun. 🙂 teşekkürler

    Önder Köktürk
    Yorumun sahibi  Okyar Atilla

    allaha şükür hiç yenim dar demedim, sözlerimi hep yüksek oranda tutabilmiş olmanın gururunu taşırım. 2 sorun var. 1. bu blog son derece özgün ve kaliteli bir içerik ile gelişimini – yükselişini sürdürüyor, eminim bu Sizin ve Sebahattin beyin titizliğindendir. 2. ben de böyle titizlikte birisiyim, bir Foto blog da yer alacak yazının Fotoları da güçlü olmalı , önce benim içime sinmeli diyorum. 🙂

    Sebahattin Demir
    Yönetici
    Yorumun sahibi  Önder Köktürk

    Teşekkürler Önder bey!

    Sizler gibi dostlarımızdan ilham ve enerji alıyoruz. Sonuçta da güzel sonuçlar alabiliyorsak mutlu eder. Eminim sizin göndereceğiniz çalışma da çok kaliteli olacaktır. Şimdiden teşekkürler. Sabırsızlıkla bekleyeceğiz.

    Saygılar.

    Yasar Aykac
    Yasar Aykac

    Okyar Bey ,

    Bir efsaneyi ortaya koyup kişisel anılarınızla o kadar güzel harmanlamışsınız ki ne kadar teşekkür etsek bu yazı için az kalır.

    Finding Vivian Maier filmi altyazılı olarak internette var, bu akşam evde ailece seyredilip ve üzerinde sizi de anarak konuşulacak bir hikayemiz var ! “vay canına”

    Hakan Kalyoncu’ya selam buradan “Eis Tin Poli” okurken de düşündüğüm şey ; fotoğrafın artık yavaş yavaş “eski insanlar” uğraşısı olduğuydu, eski’den kastım yaşlı anlamında değil, daha çok modern zamanların hızlı gündeminde zaman ve mekanı durdurup o anı kavramaya çalışmanın artık “eski” bir anlayış olmaya başladığını düşünmüştüm. Belki bizden daha hızlı bir kavrayışları olabilir yeni nesillerin, bu da ayrı bir ironi.

    Edebi değerdeki yazınız için tebrikler, size ancak “vay canına” diyebiliyorum,

    sevgi ve saygılarımla.

    Yasar Aykac
    Yasar Aykac
    Yorumun sahibi  Okyar Atilla

    Okyar Bey, ipuçlarından “olasılıklar” içinde her şey mümkündür ve maalesef toplumsal “vicdan” çok az çalışır… gibi bir önermeye ulaştım. Önermeyi aslında Vivian Maier’in hayatıyla ilişkilendirdim bir yerde diyebilirim.
    Yazınızın edebi kısmında öykü anlatımı olarak ciddiyim, öykü kitabı yayınlamayı düşünün bence 🙂
    Dün akşam evde Vivian Maier gecesi yaşadık diyebilirim. Eşim Yıldız Teknik fotoğraf bölümü mezunu olduğundan meğer kendisi hikayeyi biliyormuş, sizin kaynakçanız ile epeyce inceledik.

    Öykülerinizi merakla bekliyoruz.

    Sevgilerle.

    Hakan Kalyoncu
    Hakan Kalyoncu
    Yorumun sahibi  Yasar Aykac

    Selamlar Yaşar Bey 😊🖐
    Şimdilerde revaçta olan sokak fotoğrafçılığı tavrı ,zekice perspektif bindirmeleri ve ışık/gölge/insanlar olarak okunuyor. Belki biraz demode bulunabilir ama klasik yaklaşımın da sevenleri olacaktır daima. Gençken ritmi bol müzikleri severken olgunlaştıkça klasiklerden de keyif almamız gibi . Kaldı ki yeni nesil sokak fotoğrafçılığı da juxtaposition peşindeyken zaman zaman mekanize olup ruh meselesini geri plana atsa da kendi dinamikleri içinde etkili an peşinde. Su aksın yolunu bulsun diyelim . =)

    Sevgi ve saygılarımla.

    Yasar Aykac
    Yasar Aykac
    Yorumun sahibi  Hakan Kalyoncu

    Hakan Bey Merhabalar, bizim evde 3 ayrı jenarasyondan fotoğrafçı var, en çok 16 yaşındaki oğlum ile “ruh meselesini geri plana attığı için” cebellleşiyorum diyebilirim. Yeni nesillerin dinamikleri gerçekten bizden farklı ve hızlı geliyor, “su aksın tabii … aktıkça denizi -de- bulsun 🙂

    Sevgilerle.

    Hakan Kalyoncu
    Hakan Kalyoncu
    Yorumun sahibi  Okyar Atilla

    Şahane olur Okyar Abi 😊🙏

    Sebahattin Demir
    Yönetici

    Sevgili Okyar,

    Öncelikle kalemine ve yüreğine sağlık.
    Çok güzel bir yazı olmuş, hayal gücün müthiş…
    Senin sayende Vivian Maier’i bir kez daha anmış ve onu senin gözünden farklı bir şekilde daha tanımış olduk.
    Henri Cartier Bresson ile maceranı şimdiden merak ediyorum 🙂

    Sevgiler.

    Hakan Kalyoncu
    Hakan Kalyoncu

    Müthiş bir yazı olmuş ağabey, gözlerimde bulutlar biriktirdi.
    Ruhundan üflemişsin .
    Uzun yazmıyorum, yazıyı bir daha okuyacağım acelem var. 😉

    Pınar Dalyan
    Pınar Dalyan

    Merhaba Okyar Bey,
    Yüreğinize ve kaleminize sağlık. Çok güzel ve duygulu bir yazı olmuş. Siz anlatırken sanki ben de ordaydım…
    Saygılarımla

    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Öner BÜYÜKYILDIZ

    Harika bir anlatım, harika bir yazı olmuş Okyar bey, ellerinize sağlık. Yolculuk molasında soluksuz okuyuverdim ve en kısa zamanda tekrar okuyacağım.
    Teşekkür ederim.
    Selam ve saygılarımla.

    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Öner BÜYÜKYILDIZ

    Yorum yazıp onaylamadan çıkmışım iyi mi 🙂 birde baktım benim yorum yok 🙂
    Çocuklarla ara tatilde Konya gezisi esnasında okuyuverdim yazınızı, sakin bir kafa ile daha sonra tekrar okuyacağım. Ellerinize sağlık.
    Selam ve saygılarımla.

    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Yorumun sahibi  Öner BÜYÜKYILDIZ

    İnternet tarayıcım yada bağlantımla ilgili bir sorun olsa gerek, yorumum sonradan göründü 👍🏻

    Okyar Atilla
    Okyar Atilla
    Yorumun sahibi  Öner BÜYÜKYILDIZ

    Sevgili Öner dostum, Diğer yorum performanslarınıza bakarak buraya yazdıklarınızı yorum kabul edemiyoruz. Kusura bakmayın. Sizden şöyle hem yazıya hem de fotoğraflara dokunan okkalı bir yorum istemek hakkımız. Öyle iki satırla kenara çekilmek yoook.
    Muhabbetle, saygıyla…

    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Yorumun sahibi  Okyar Atilla

    Kesinlikle haklısınız Okyar bey,
    Sitenin geneli için konuşuyorum; yazılan her yazı, yapılan her yorum o kadar değerli ki, inanın kuru kuruya bir teşekkür ile geçiştirmeyi bende hiç içime sindiremiyorum. Verilen emeğin, titiz çabanın karşılığını dolu dolu verebilmek istiyorum. Biliyorum bunu birkaç satırlık yorumla verebilmek mümkün değil ama bu sitede emeği geçen herkese ayrı ayrı, kucak dolusu teşekkürlerimi sunuyorum. Hepiniz çok değerlisiniz, iyi ki varsınız, iyi ki bu büyük ailenin bir üyesiyim.
    Selam ve saygılarımla.

    Bu makaleyi paylaş

    Okyar Atilla
    Okyar Atilla
    Geçmişte bir ara mühendisti. Şimdi tam zamanlı yönetici, gerçek zamanlı fotoğrafçı. Gündem "Fotoğraf" ise akan suları durdurur. Seyahat denildiğinde kapının önündedir. Klasik müzik ve kitap olmazsa olmazıdır. İki sokak köpeği, muhtelif sayıda kedi ile sürekli temas halindedir. Hızını alamadı mı dağda bayırda bulduğu gerçek köpeklerle konuşur. Sürekli sorgular. Merak ettiği bir konu olursa elinden kimse alamaz. "Bilgi ve sevgi paylaştıkça çoğalır" ilişkilerinin ana fikridir.

    MANŞET

    POPÜLER İÇERİKLER

    30
    0
    Düşünceleriniz bizim için önemli. Belirtmek ister misiniz, lütfen yorum yapın.x