Kartal abi, köyünde bizi ağırlamak istiyordu. Yola çıktık, ormanlardan, tepelerden vadilerden geçtik. Nehir kıyısından uzun süre yol aldık. Dedim ki “Abim böyle bir doğanın kıymetini bilmiyoruz, şu aldığımız nefesi ülkemizin büyük bir çoğunluğu, teneffüs edememiştir.”
Havanın yumuşaklığına inat, sert bir ifade kapladı yüzünü. Sonrasında derin bir iç çekti, “Haklısın, biz değerlerimizi kaybettik” dedi. Aracı sağa çekti, geçişi engellemeyecek şekilde, yol kenarına park etti. “Kameranı çıkarır mısın” dedi ve gelinciklerle dolu küçük bir tarlaya doğru gitti. Gelinciklerin içine daldı, anlamıştım isteğini, birkaç kare görüntüsünü aldım.
Az ötedeki kıraç tepeye doğru tek başına yol almaya başladı. Derin bir düşünce içindeydi, gözleri yere kilitlenmiş, tevekkül içinde zayıf adımlarla yol alıyordu. Bir meşe ağacına sırtını dayayacak şekilde oturdu. Yüzünü büyük bir hüzün bulutu kapladı. Dalından koparılmış bir çiçek gibi boynu büküktü. Anlamıştım, dertliydi, sohbet edip sıkıntısını paylaşmak ve içini boşaltmak istiyordu. Yamaçtaki meşe ağacına yaslanarak oturdu. Konuşmak istiyordu.
“Abim, dertlisin,” dedim.
“Babam hafızdı, köy imamlığı yapıyordu, bir gün bana, ‘oğlum biz birçok şeyleri yanlış yapıyoruz, anlayamıyorum‘ dedi. Sordum ‘neyi baba‘ dedim. ‘Okuduğumun anlamını bilmiyorum. Bir akıntıya kapılmış gidiyoruz, farkında değiliz.’ Düşündüm, haklıydı.”
“Abim” dedim, “hâlâ akıntıda sürüklenmiyor muyuz?“
“Daha çok battık, Suyun akıntısında savrulup duruyoruz,” diyerek yanıtladı.
Yanına aldığı termostan 4 bardak çay doldurdu. Önce eşlerimize, sonra bana sundu. Bağdaş kurup karşısına geçtim. İçi doluydu. Kartal abinin sorgulayıcı bir yapısı olduğunu bildiğim için suskun kaldım, analizlerini ve itirazlarını dinlemek istiyordum.
“Ya” dedi, “Derin bir karanlığa gömülmüşüz.“
“Ne gibi abim?“
“Şu coğrafya parçasına bakınca, imar yasamızın yanlış olduğunu hissettim.“
“Nasıl?“
“Bak şurada en fazla 200 m² ilk ekilebilir bir alan var, ardında susuz ve verimsiz büyük bir yamaç yer alıyor. Uzun yıllardır ekilemiyor olması dikkate alınmıyor. Tapuda vasfı ‘tarla’ olarak işaretlenmiş. Şu yamaç için inşaat izni verilmiyor, görüyorsun bu vadi boyunca böyle.“
“Haklısınız.“
“Şehirlerde apartman dairesi adı verilen bir hücreye yerleşmişiz, bunu modernlik sanıyoruz. Işıklı vitrinlerin çekiciliğinde ruhumuzu eritmişiz. Çoğumuz pencerelerle dolu duvarlara bakıp duruyoruz. Üst katta yaşıyorsak, kafamızı kaldırırsak gök yüzünü, kaldırmazsak çatıları, bacaları ve çanak antenleri seyrediyoruz.“
Sonrasında sessizleşti, bir süre öylece kaldı, yüzüne baktım Kartal abi düşünceli ve hüzünlü bir şarkıyı dinler gibiydi. Çayından bir yudum aldı ve içini dökmeye devam etti.
“Huzuru, sağlığı ön plana çıkarmamız gerekiyor. Kibirli karar vericilerin mahkûmuyuz, onların belirlediği bir daire içinde düşünüyor ve yaşıyoruz. Ne yazık ki bunun farkında bile değiliz. O duvarların dışına çıkmak için çaba göstermiyoruz. Düşünmüyor ve gerçeği bulmak için çaba göstermiyoruz. Babam haklıymış…“
“Abim kırsaldaki ekilmeyen kıraç alanlar, imara açılmalı mı demek istiyorsun.“
“Evet, insanları serbest bırakmak gerekir. Buralar her tarla 100 m2 lik temel alanı olacak şekilde imara açılırsa, hem zemini sağlam bir ev yapılır, ve deprem riski azaltılır, hem de insanlar ekilebilir yerleri bahçe yaparak gıdasının bir bölümünü organik olarak karşılar. Sağlıklı gıda tüketmiş olmasının yanında, çalışarak vücudunun daha sağlıklı olmasını sağlar.”
“Abim su yamaçta toprak kalmamış, erozyon denize taşımış.”
“Evet, önlenebilir bir sorun. Teraslama yapılarak, otlara dokunmadan tarıma dönülürse, topraktaki organik madde miktarı her geçen yıl giderek artacaktır.“
“Otlu tarım nedir abim?“
“Toprağı işlemeyeceksin, çeşitli mera bitkileri ve tahıl tohumunu toprağa atıp kendi haline bırakacaksın. Çıkan bitkilerin tohumları tekrar toprağa düşecek ve yeniden yeşerecektir. Bu yöntemden daha iyi toprak iyileştirmesi yoktur. Tabii ki herkes gördüğünü yapar, alışkanlık en önemli kelepçedir.“
“Endüstriyel tarımla, toprağın doğal işleyişini bozduk galiba.”
“Alp, bu bir gerçek.“
“Kartal abi, bu bölgede yaşamanın bir yararı daha var.“
“Ne gibi?“
“Ağabey burada eksoz kirliliği yok, oksijen deposu.“
“Haklısın hocam, bu sağlık demektir. Hastane köşelerinde daha az sürünmek, daha uzun ömür demektir.“
“Hocam, sağlık giderlerinin de azalmasına yol açmaz mı?“
“Evet. Bu çok önemli, bireyin refah seviyesi yükseldiği gibi, devletimizin de kasası daha dolu olur. Böylece yatırımlar ve hizmetler için kaynak kazanmış oluruz.“
Kartal abi, çayından son yudumu aldı, “Dert çok Alp, çözemeyeceğiz, kendimizi yıpratmak doğru değil, hadi kalkalım” dedi. “Köyümde abim bizi bekler, semaveri yakmıştır, çay içip söyleniyordur ‘bunlar nerede kaldı’ diye, ağabeyim direksiyonda ve mangal başında sabırsızdır…”
“Çoğunluk kendi yansımasına âşıktır abim, kafeste olduğunun farkında değildir. Bu nedenle bazı sorunlar çözülemez. Dert etmeyelim, gidelim.“
“Evet, herkes bildiğini ve inandığını över, bir bakıma kendini över…”


Yazı için teşekkürler Mikdat abim.
Eline, emeğine sağlık.
Teşekkürler dostum…
Selamlar.