Charles Lutwidge Dodgson’u (1832-1898) tanır mısınız? Sanmıyorum. Ya Lewis Carroll dersem? Tabii ki. Kimdir? İngiliz yazar. En güzel çocuk hikayelerinden biri olan “Alice Harikalar Diyarında” nın yazarı. Ekleyeyim, matematikçi, mantıkçı, Anglikan papazı (İngiliz Katolik kilisesi) veeee “Fotoğrafçı”. Kimse bize bundan bahsetmedi.

Ablasının yanındaki sırada otura otura artık Alice’in canı sıkılmaya başlamıştı, yapacak bir şey bulamıyordu. Bir iki kez ablasının okuduğu kitaba göz attı, ama onda da ne resim vardı ne konuşma. Alice kendi kendine, ”Resimsiz, konuşmasız kitap da ne işe yarar ki?” diye şaştı. Bunun üzerine düşünmeye başladı (pek de düşünemiyordu ya, hava çok sıcaktı, onun da uykusu gelmiş, serseme dönmüştü), acaba papatyalardan bir çelenk örmek, papatya toplamak yorulduğuna değer mi? diye aklından geçiriyordu.
Hikâye böyle başlar. Soyut ve fantastik tanımlamalarla devam eder. Alice bir rüyadadır. Yazarın sanatçı ve matematikçi yanlarının yansımasıdır cümleler. Caroll’un ölümünden sonra hikâye üzerine tartışmalar devam edecektir. Caroll hikayesinde aslında matematiksel bir evren tanımlamaktadır. Kim bilir? Belki de doğrudur. Ancak bu hikâyenin güzelliğinden bir şey kaybettirmez.
Dodgson 26 yaşındayken fotoğrafla ilgilenmeye başlar. Fotoğraf konusunda onu etkileyen iki kişi vardır; amcası Skeffington Lutwidge ve arkadaşı Reginald Southey.
Kısa bir zaman sonra bu sanat dalında uzmanlaştı ve tanınan bir fotoğrafçı haline geldi, hatta ilk yıllarda hayatını fotoğraftan kazanmayı bile düşünmüştür. Roger Taylor ve Edward Wakeling tarafından yapılan yakın zamanlı bir araştırma Dodgson’un hala korunmayı başarmış olan tüm baskıları listelerken, Taylor var olan fotoğrafların yüzde ellisinden fazlasında küçük kızların resmedildiğine dikkat çekiyor. Ancak bu bilgiyi Carroll’un fotoğraf portföyünün yaklaşık yüzde altmışının kayıp olduğu göz önüne alarak değerlendirmek gerekir. Dodgson küçük kızların dışında birçok erkek, kadın, erkek çocuk, manzaralar, kafatasları, oyuncak bebekler, köpekler, heykeller, tablolar ve ağaçlar gibi objeleri de fotoğraflamıştır. Çocukların fotoğrafları bir ebeveyn eşliğinde ve birçoğu da -pozlama iyi bir doğal ışık gerektirdiğinden- Liddell’lerin bahçesinde çekilmiştir.


Dodgson, fotoğrafı dönemin aristokrat sınıfına dahil olmak için de yararlı bulmuştur. Fotoğraf kariyerinin en verimli döneminde John Everett Millais, Ellen Terry, Dante Gabriel Rossetti, Julia Margaret Cameron, Michael Faraday ve Alfred, Lord Tennyson gibi önemli kişilerin (bu isimleri tanımıyorum ve araştırmadım. Faydalandığım kaynak bu şekilde ifade etmişti) portrelerini oluşturmuştur.
Dodgson 1880’de fotoğrafı ani bir kararla bıraktı. Geçen 24 yılda, bu konuda her yönden uzmanlaşmış, Ton Quan’ın çatı katında kendi stüdyosunu kurmuş ve yaklaşık 3,000 karelik bir portföy oluşturmuştu. Ancak 1,000’den azı günümüze gelebildi. Dodgson’un kullandığı kolodyum işlemi ile fotoğraf üretmek, 1870’lerde ticari fotoğrafçıların uyguladığı kuru plaka fotoğrafçılığa göre çok daha zahmetliydi. Fotoğrafı bırakma sebebinin, stüdyoyu işler halde tutmanın zorlukları olduğunu açıklamıştı.
1856 yılında Christ Church’e gelen yeni dekan Henry Liddell beraberinde genç ailesini de getirdi. Kimse bu ailenin ilerideki yıllarda Dodgson’un yazın kariyerine bu kadar etkisi olacağını tahmin edemezdi. Dodgson Liddell’in eşi Lorina ve çocukları ile ve özellikle de üç kız kardeş olan Lorina, Edith ve Alice Liddell ile yakın arkadaşlıklar kurdu. Uzun yıllar boyunca yarattığı “Alice” karakterinin Alice Liddell’in yansıması olduğu düşünüldü.
1862 yılının bir yaz günü kolej dekanının 10 yaşındaki kızı Alice Lidell ve kardeşleri Edith ve Lorina ile yaptığı nehir gezintisi sırasında üç kız kardeşi eğlendirmek için bir hikâye uydurdu. Küçük Alice ondan hikâyeyi yazılı olarak isteyince Dodgson onu kıramadı. Elle çizilen illüstrasyonla süslediği hikâyeyi, üzerine “Bir yaz günü hatırası anısına sevgili bir çocuğa” yazarak Alice Liddell’a hediye etti. Dodgson hikâyeye “Alice’s Adventures in Underground / Alice’in Yeraltı Maceraları” adını vermişti.

Dodgson daha sonra arkadaşlarının ısrarıyla hikâyeyi genişletti ve kitap 26 Kasım 1865’te “Alice’s Adventures in Wonderland” adıyla basıldı.
Buna dair en görünür kanıt “Aynanın İçinden” in sonundaki akrostiş şiirde adının bulunması ve iki kitabın da gizlenmiş yerlerinde üstü kapalı olarak ona atıfta bulunmuş olmasıdır. Ancak Dodgson hayatının ileriki yıllarında “küçük eroin” diye adlandırdığı ilham kaynağının gerçek bir çocuk olduğunu defalarca reddetse de eserlerini tanıdığı küçük kızlara ithaf etti ve isimlerini akrostiş şiirlerinin başına ekledi.
Kimilerine göre de Lewis Carroll’ın nadir görülen bir nörolojik hastalığı vardı. Halüsinasyonlar görüyor, nesneleri olduğundan büyük veya küçük algılıyordu. Bu hastalık 1955’de İngiliz psikiyatrist John Todd tarafından tanımlanarak “Alice Harikalar Diyarında Sendromu” olarak adlandırıldı.
İlerleyen zamanda; kuantum fiziği, uzay-zaman teorisi, paralel evrenler, tanrı parçacığı ve evrendeki kara delik gibi kavramların hayatımıza girmesiyle birlikte, Alice’in tavşan deliğinden Harikalar Diyarı’na düşmesine derin felsefi anlamlar yüklendi.
Alice, Harikalar Diyarı’na inerek aklın, mantığın ve matematiğin referans olamayacağı, her an her şeyin, paradigmanın dışına çıkıp saçmalama özgürlüğüne sahip olduğu bir evrene varmıştı.
“Ne garip bir saat! Saati değil de ayın kaçı olduğunu gösteriyor sadece” dedi Alice. Çılgın Şapkacı, “Saati niye göstersin ki!” diye mırıldandı, “Senin saatin hangi yılda olduğumuzu gösteriyor mu?” “Tabii ki hayır” dedi Alice hazırcevaplılıkla: “Ama zaten uzunca bir süre aynı yılda olmayacak mıyız?” “Benim saatim de bu nedenle saati göstermiyor işte” dedi Çılgın Şapkacı.
Harikalar Diyarı’nda zaman çok yavaş akıyordu; saatler, günler kadar uzundu. Alice bize izafiyetten mi bahsediyordu yoksa?
Eğer web de “Alice tavşana sorar” diye aratırsanız karşınıza şöyle yazılar çıkacaktır;
Kitabın başlarında Alice aşağıya düşer ve bir tavşanla karşılaşır. Önünde iki yol vardır; tavşana sorar “Hangi yoldan gideyim?”. Tavşan bugüne değin duyduğum en iyi cevaplardan birini verir: “Nereye gideceğini bilmiyorsan hangi yoldan gittiğinin hiçbir önemi yok”.
Bu konuşma danışmanlık yapanlar tarafından da çok kullanılan bir ifadedir. Ben bile en az dört kere anlattığımı biliyorum. Bunu anlattığımda katılımcıların yüzlerinde hayranlık ifadesinin belirdiğine defalarca şahit oldum. Ancak yazı için tekrar okumaya başladığımda (İngilizcesini ve üç değişik tercümesi oluyor) bu konuşmanın aslı farklıymış. Yukarıda anlatım muhtemelen konuşula konuşula ortaya çıkmış.

Alice kediye sorar: “Cheshire Puss,” she began, rather timidly, as she did not at all know whether it would like the name: however, it only grinned a little wider. “ Come, it ’s pleased so far,” thought Alice, and she went on, “ Would you tell me, please, which way I ought to walk from here?” “That depends a good deal on where you want to get to,” said the Cat. “I don’t much care where——” said Alice. “ Then it doesn’t matter which way you walk,” said the Cat. “ ——so long as I get somewhere,” Alice added as an explanation. “Oh, you’re sure to do that,” said the Cat, “if you only walk long enough.”
Ve tercümesi: Epeyce çekinerek “Cheshire’lı Pisi” dedi. Çünkü kedinin bu addan hoşlanıp hoşlanmayacağını bilmiyordu. Ama kedi daha fazla sırıttı. Alice “Neyse, hoşuna gitti galiba” diye düşünerek sözünü sürdürdü “Lütfen bana ne yana gideceğimi söyler misiniz?” Kedi “Gitmek istediğin yere göre” dedi.
Alice “Canım, neresi olursa olsun…” diye yanıtladı. Kedi “Öyleyse ne yana gitsen olur” dedi.
Alice istediğini biraz daha anlatmak için “Bir yere gideyim de” diye ekledi. Kedi “Doğal olarak” dedi “yürüye yürüye sonunda bir yere varırsın, elbet.”
Kaynaklar:
– Real Lewis Carroll and Alice
– Lewis Carroll’s shifting reputation
– Alice harikalar diyarında
– Lewis Carroll in Photo Land
– The Lewis Carroll Problem
– Kristy Walker
– 5 “Curiouser and Curiouser” Facts About Fanciful Writer Lewis Caroll


“Yeterince uzun yürürsen biryere varırsın”. Bununla ilgili kitaplar yazıldı 🙂
Lewis Carroll’ın fotoğraf çektiğini bilmiyordum. Yarattığı dünya ile ilgili sonsuza kadar film çekilir, o dünya ile ilgili kitaplar yazılır. Gerçekten de çok ilginç bir kitap. Fantezi içeren masal kitaplarının sadece çocuklar için yazıldığını düşünmemek lazım, bazı kitaplar her yaşa hitap ediyor.
Çocukluğumdan beri hoşlanmam Alice Harikalar Diyarından. Lewis Carroll’u bu hikayesi ile değil de fotoğrafçı kimliği ile tanımış olsam belki sevebilirdim 🙂
Teşekkür ederim Okyar bey. Ellerinize, emeğinize sağlık.
Selam ve saygılarımla.
Çocuk hikayelerinin farklı bir tadı var. Ancak “seç bir tane” derseniz favorim “Küçük Prens” olurdu. Fotoğrafçı kimliği ile ne kadar severdiniz emin değilim. Alice gerçekten harikalar diyarında mıydı?
Sevgi ve saygılarımla