Bu yazıyı okuduğunuza göre, sizin de bu ortamdaki herkes gibi ortak bir hobiniz var demektir; “Fotoğrafçılık”. Fotoğrafçılıkla ilgilendiğim yıllardan bu yana kendimde, dış dünyaya bakışımda ve hatta yaptığım işte önemli katkılar sağladığını sayısız şekilde gözlemledim. İster belgesel amaçlı olsun, ister turistik ve isterse bilimsel amaçlı olsun, fotoğraflar her zaman, bir anı ebedileştirmek için kullanılmıştır. O halde soru şu: Fotoğraf çekmek hafızamızı da geliştiriyor mu?
Fotoğrafçılar dikkat!
Fotoğraf çekmek görsel belleği güçlendiriyor,
Peki ya görsel olmayan bellek?
Fotoğraf çekmeye çok zaman harcayan bir fotoğrafçıysanız veya fotoğrafçılıkla hobi amaçlı ilgileniyorsanız bu konu ilginizi çekebilir. Sonuçta, beyin fonksiyonunuzu geliştirirken bunun yanında güzel görüntüler üretebiliyorsanız, neden yapmayasınız?
Beynimiz nasıl çalışır?
Beynimiz anılarımızı depolamak için tasarlanmıştır. Ama işin garibi, aynı zamanda onları anlamlandırmak için bu hatıraları uydurma veya değiştirme eğilimindedir. Beynimiz, hayatımızdaki karmaşık olayları rasyonelleştirerek işlemek için elinden gelenin en iyisini yapmaya programlanmıştır. Kültürümüze, paradigmalarımıza ve kişiliğimize dayanarak beyin, doğru olduğunu düşündüğü şeyleri bir araya getirmeye başlar.
Bir şeye ne kadar çok odaklanırsak onu daha iyi ezberlediğimizi hepimiz biliyoruz. Duygular ve farkındalık gibi faktörler devreye girdiğinde hafıza ana rolü üstlenir hale gelir.
Aylar ve hatta yıllar yıllar önce yaşanan utanç verici anıları hâlâ hatırlamamızın nedeni, o an yaşandığı anda bizi saran kızgınlık ve duygularımızdır.
Fotoğraf çekmek ve bellek ilişkisi
NYU Stern, USC Marshall, Wharton ve Yale profesörlerinin yaptığı bir araştırma, fotoğraf çekmenin anılarımızdaki görsel detayları geliştirdiğini, ancak hafızanın görsel olmayan yönlerini bozduğunu gösteriyor. Bu çalışmada yeralan uzmanlar, fotoğraf çekmenin ortamdaki görsel ayrıntıları hatırlamamıza yardımcı olabileceğini, ancak işitsel ayrıntılar gibi görsel olmayan yönler için hafızaya zarar verebileceğini söylüyorlar.
Çalışmayı yapan ekip, bazıları kameralı, bazıları kamerasız katılımcıları dört deney boyunca çeşitli deneysel ortamlarda incelemişler. Bu testler, konuyu sesli olarak anlatan rehberler eşliğinde Antik Roma eserleri sergisi de dahil birçok ortamda yapılmış. Kamerası olan veya olmayana bakılmaksızın tüm katılımcılardan, gezdikleri yerlerde anlatılanları dinlemeleri ve gördüklerini hafızalarına kaydetmeleri istenmiş. Bulgularına göre:
- Gezi sonunda, fotoğraf çeken katılımcılar, fotoğraflarını çekmiş olsun ya da olmasın, kamerası olmayan katılımcılara göre çok daha fazla nesneyi görsel olarak hatırlamışlar. Gezi sırasında rehber “Bakın şu heykelin burnu, şu tarihler arasında, şu teknik ve şu aletler kullanılarak yontulmuştur” dediğinde, heykelin burun yapısının detaylarını kamerası olanlar fotoğraf çekmeseler bile net olarak hatırlarken, kamerası olmayanlar daha az hatırlamış.
- Kamerası olanlar, kamerasız katılımcılara göre görsel olmayan bilgileri daha az hatırlamışlar. Yukarıdaki örnekte, kamerası olan katılımcılar, rehberin sesli olarak anlattığı, heykelin hangi tarihte ve kimin tarafından yapıldığı gibi görsel olmayan bilgileri hatırlamakta zorluk çekmişler, çoğu hatırlamamış. Kamerası olmayanların çoğunluğu bu bilgileri hatırlamışlar.
- Fotoğraf çekenler, fotoğraf çekmeyen katılımcılara kıyasla sergide fotoğrafını çekmedikleri nesneleri ve bölgeleri daha net tanımlamışlar. Fotoğrafçı gözüyle baktıkları için, kameralarını kullanmasalar dahi daha iyi görsel hafızaya sahip oldukları gözlenmiş.
Deney ekibi,
“Bu bulguların tüketiciler, eğitimciler ve işletmeler için önemli etkileri var”
diyor ve ekliyor:
“Bireyler şimdi kamerayı yanlarına almadan önce iki kez düşünmeliler. Örneğin rehberli bir turdan daha fazla bilgi ile dönmek istiyorsanız, kameranızı kaldırmanız daha iyi olabilir. Benzer şekilde öğretmenler, görsel hatıralarına yardımcı olmak için öğrencilerden bir müze ziyaretinde rehbersiz fotoğraf çekmelerini isteyebilir.
Ayrıca, turizm ve konaklama sektöründe işletmelerin tüketici deneyimi hedeflerine göre fotoğraf çekmeyi teşvik etmek isteyebileceği veya istemeyebileceği uygulamalar da görüyoruz. “
Sonuç
Bu konudaki temel sorun bütünü oluşturan değişkenlerdir. Beynimiz değişen hızlarda yeni bir yaşam tarzına adapte olabilir ve her bireyin dinamikleri birbirinden benzersizdir. Sonuçta fotoğraf görsel hafızayı geliştiriyor.
Bununla birlikte, bunun için ödenecek bir bedel var, bu da bizi çevreleyen görsellik dışındaki diğer hissetme yeteneklerimizdir. Bu konuyu tartışan çoğu makale ve araştırma, birine ağırlık vermenin diğerini negatif anlamda etkileyeceğini kanıtlamaktadır.





Tatile veya seyahate çıkarken bir karar vermeliyiz. Ya çevrenin tadını tam anlamıyla çıkarırız ya da onları sosyal medyada paylaşmak için fotoğraflarımıza dahil etmeye odaklanırız.
Ben, bu gibi durumlarda benim ne yaptığımı paylaşarak yazımı sonlandırayım: Tüm seyahatlerimde kameram mutlaka yanımdadır. Bazen elimde ve bazen de sırtımdaki çantamdadır. Kameram sırt çantamdan hiç çıkmadan 2-3 gün gezdiğim de olmuştur. Kiminle, nereyi ve ne amaçla gezdiğime göre bu davranışım değişir. Örneğin Okyar‘la fotoğraf çekmek amaçlı çıktığımız bir İzmir Basmane turumuzda tek bir kare çekmediğimizi, kameralarımızı çantalarından çıkarmadığımızı net hatırlıyorum. Ama çok keyifli ve bol dedikodulu bir Basmane gezi ve lezzet turu olduğunu da es geçmeyeceğim 🙂 .







Son 2-3 yıldır “hah süper sahne, hemen fotoğrafını çekeyim” dediğim anlarda fotoğraf makinemi yanıma almadığımı farkediyorum nedense. Telefon iyi güzel de açıkçası internetteki o kadar şişirme ve abartmaya rağmen en iyi fotoğraf çeken telefon bile düzgün bir fotoğraf makinesi ve lensin çektiği fotoğrafı vermiyor.
Fotoğraf çekmek insana bir bakış açısı kazandırıyor o kesin. Bunun yanında çok sayıda iyi fotoğrafa bakıp anlamaya çalışmak, hatta o fotoğraflar hakkında biriyle konuşmak daha da etkili hatta… Ben 3-4 ayda bir fotoğraf kitabı alıp çekilmiş fotoğraflara bakıyorum, onların altındaki/yanındaki yazıları okumaya çalışıyorum. Basılmış fotoğrafa bakıp onunla ilgili kısa notu okumak internetteki 80 bin fotoğrafa bakmaya göre çok farklı bir tecrübe. İnternette herşey hızlı tüketiliyor.
Şöyle bir araştırma da hatırlıyorum: Örneğin sağlam bir konserdeyseniz (mesela Musa Eroğlu) veya daha önce gitmediğiniz bir yere gittiyseniz (Machu Pichu mesela), sürekli gözünüzün fotoğraf makinesinde veya telefonda olması iyi birşey değil çünkü sürekli fotoğraf çekmenin o anıyı hatırlamakta ters etkiye sahip olduğu söyleniyor. Konseri yaşamak, Machu Pichu’ya çıplak gözle bakmak, ileride o anı daha iyi hatırlamaya sebep oluyor.
Daha önceden fotoğraf çekmişliğiniz varsa avantajınız olacak.
Güzel katkılar için teşekkürler sevgili Ertan,
Evet, bazen kameramızın çantasında kalması gerekiyor, haklısın.
Ali Poyrazoğlu’nun tek kişilik bir performansı için İzmir’de en ön sıradan bilet almıştım. Adam sahneye çıkıp konuşmaya başladığında herkes cep telefonlarını, kompak ve DSLR kameralarını çıkarıp fotoğraf çekmeye çalışmıştı. Ali Poyrazoğlu birden sustu ve yanındaki koltuğa oturdu. Dakikalarca öylece bekledi. En nihayetinde insanlar birbirlerini uyarmaya başladılar ve konu anlaşıldı. Fotoğraf makineleri ve telefonlar kaldırıldı. Sonra kaldığı yerden devam etmişti.
Selamlar.
iyi ki kameranızı yanınızda taşıyorsunuz hocam
lütfen taşımaya ve yazmaya devam edin 🙂
Teşekkürler Oğuzhan bey,
Gücüm ve zamanım yettikçe kameramı yanımda taşımaya ve yazmaya devam edeceğim 🙂
Saygılar.
Bir Çinliye “tatilin nasıl geçti?” diye sormuşlar. “Daha çektiğim fotoğraflara bakmadım” demiş. Dengeyi iyi kurmak lazım anlaşılan. Ne fotoğraf gezinin önüne geçmeli, ne gezi fotoğrafın.
Ellerinize emeğinize sağlık Sebahattin bey. Yazınız için teşekkürler.
Selam ve saygılarımla.
Gördüğüm kadarıyla Japonlar da Çinlilerden farklı değil Öner bey 🙂
Selamlar sevgiler.
Çok güzel bir yazı olmuş
Emeklerinize sağlık
Saygılarımla
Eksik olmayın.
Teşekkürler.
fotoğrafçılık zihnimizi geliştiriyor bunun bizzat ta kendisi yazıyor şu anda 🙂 ama işin işitsel ve görsel tarafını hiç düşünmemiştim 🙁 demek o da varmış öğrendik sayenizde. sayenizde daha bir çok şey öğrendik sabahattin beyciğim. var olun
Ne güzel, aynı gemideyiz Orhan bey.
Katkılarınız için teşekkürler, güç verdiniz.
Saygılar.
Lafa damardan gireyim: bu üniversitelerde para bol. Ne yapacaklarını şaşırmışlar. Gelip bize sorsalar söylerdik paraları da ceplerinde kalırdı.
Şaka bir yana, fotoğraf makinasının sadece bir “araç” olduğunu biliyoruz. Gerçek fotoğraf zihinde imgelenendir. Bir fotoğrafa baktığımızda iki şey olur: birincisi fotoğrafta direkt gördüklerimiz. Ya da şöyle ifade edersek fotoğrafçının bize gösterdikleri. İkincisi zihnimizde beliren bilgi, kültür, anı destekli diğer imge. Bazen bir fotoğrafa bakarken dalıp gitmek bu yüzden olur. Bu iki durum gerçek ve hakikat arasındaki ilişkidir.
Ancak sokağa çıkarken fotoğraf makinasını yanıma almamışsam eksiklik hissediyorum. Bazen cep telefonuna güvenip “bu da işimi görür” dediğim (https://500px.com/photo/1068207386/untitled-by-okyar-atilla) oluyor. Ancak Ertan’ın dediği gibi o anı kurtarıyor sadece. Kim bilir belki de fotoğrafın fotoğraf olmasının amacına hizmet ettikten sonra makinanın bir önemi de kalmıyor olabilir. Kalmıyor zaten. Cep telefonunun fotoğrafçı için vazgeçilmez avantajı, en olmadık ortamlarda ciddi, fotoğraf gibi bir fotoğraf çekerken ortamın fotoğrafçıyı ciddiye almaması.
Sebahattin’in dediği gibi askısını elime dolayıp (böylece makina uvzumun devamı oluyor) makinayı elimde tutarak saatlerce dolaştığım olur. Tek bir kare bile çekemezsiniz. Bunun temelinde herkesin gördüğünden farklı bir bir an, durum dikkatinizi çekmemiştir. Ancak bu süreçteki her olağan anı zihniniz kaydeder. Buna engel olmazsınız.
Burada şunu da söylemek gerekir: geçmişte çektiğiniz bir fotoğrafa baktığınızda tarihini, hatta saatini ve de çekim anının önünü ve arkasını hatırlıyorsanız o fotoğrafı zihninizle çekmişiniz demektir. Yani görsel olmayan hafızanız fotoğrafı referans alıp yaşadıklarınızı depolamıştır. Hatta fotoğrafı sadece zihninizde canlandırdığınızda bunlar da hatırlanacaktır.
Sebahattin ile son birlikte olduğumuzda (yazıda bahsediyor. Biraz detay vereyim) Basmane garından başlayıp Kemeraltı sokaklarındaki turumuz tek kare bile çekmeden geçti. Amaaaaa, o kazandibi neydi öyle? Damak çatlatan denir böylesine.
Hisarönü’ne gidip de Su Çiçeği’nde kazandibi yemeden dönülmezdi Okyar 🙂
İnsanın gözü nereye bakarsa, kulağı da o yönden gelen seslere odaklanıyordu. Muhtemelen aynı sebepten dolayı oluşuyor bu kopukluk.
Evet, nedenlerden biri de bu olabilir.
Teşekkürler.