Daha

    Gülün Gizemi

    İş hayatımın kısa bir döneminde Taipei-Taiwan’da bir fabrikada çalışma şansını yakalamıştım. Gördüğüm, tattığım her şeyin farklı ve ilginç geldiği bir dönemdi.

    Yemek molasına çıkmak üzereyken yan masada oturan Taiwan’lı arkadaşım Huang;
    - İşten çıkışta seni ilginç bir yere götürmemi ister misin?
    diye sorunca zaten yapacak bir şeyi olmayan ben bu teklife balıklama atlayıp;
    - Olur, nereye gideceğiz?
    deyiverdim.
    - Sürpriz
    dedi.

    Tekrar Antalya yollarında

    Kayınbiraderimin ilk görev yeri Sarıkamış’tı. Sarıkamış’ta ziyaretlerine gitmek kısmet olmamıştı. Kucağımızda bebeğimiz gözümüz o kadar yolu bir türlü almamıştı. Daha yeni Ilgın Konya’ya atanmış, taşınmışlardı. Nispeten hem daha yakın hem de oğlumuz beş yaşlarındaydı. Böyle bir seyahat artık bizi ürkütmüyordu. Eşimle birlikte yıllık izinlerimizi ayarladıktan sonra yola çıktık. Beş gün kadar kayınbiraderde kalıp daha sonra birkaç gün kendi kendimize bir tatil yerinde ve son bir iki gün de tekrar iş hayatına hazırlık için evde olacak şekilde yaklaşık on günlük bir planımız vardı.

    Ilgın, Afyon Konya karayolunun yaklaşık 150nci kilometresinde yer alan küçük şirin bir kasabaydı. Gittik ve güzel vakit geçirdik. Dönüşe geçtiğimizde kalan günlerde ne yapacağımız hala belli değildi. Akşehir’e yaklaştığımızda yönümüzü Yalvaç’a verdik. Harita bu yolu Isparta, Burdur üzerinden Antalya’ya bağlıyordu. Dağların doruklarını aşarak Eğridir gölü kıyısından Isparta’ya indikten sonra Burdur istikametini tuttuk. Burdur’dan çıkarken eşim;

    • Buralarda güzel bir mağara olduğunu duymuştum

    dedi. İster istemez irkildim. İnsuyu mağarası… Bir kere daha… Anılar tetiklenmişti. Sakin kalmaya çalışarak;

    • Evet var, görmek istersen gidebiliriz. Yolumuz üstünde.

    Tahmin ettiğiniz gibi oldu. Mağaranın gizemli alemine girdik. Benim elimde hem fotoğraf makinası hem de video kamera bir yandan fotoğraf çekmeye diğer yandan eşim ve çocuğumun video kaydını yapmaya çalışarak son seyir terasına kadar geldik. Derin bir nefes aldım. Zihnim film makinasını çalıştırmış geçmişi yaşamaya başlamıştım. Eşim;

    • Burası oldukça serin hadi dışarı çıkalım
    • Siz yürümeye devam edin ben biraz çekim yapıp hemen geliyorum.  

    Onlarla birlikte on onbeş adım geriye giderek kamerayı çalıştırdım ve tekrar seyir terasına doğru yürümeye başladım. Durup mağaranın derinliklerini çekiyordum. Eşim tekrar seslenince başımı çevirip;

    Gülün Gizemi – Son Bölüm
    • Hemen geliyorum

    diyerek yavaş hareketlerle geriye dönüp yürümeye başladım ve mağaradan çıkıp yolumuza devam ettik. Antalya’daki birkaç gün iyi gelmişti.

    Videodaki

    Her tatilin bir sonu var. Belki de tatilleri güzelleştiren de bitecek olmasını bildiğimizden her anını değerlendirmekten kaynaklanıyor. Dönüş yolumuz Fethiye istikametindendi. Eve dönmek, evde olmak, huzur veren bir duygunun insanın içine dolmasına neden oluyor.

    Fotoğraf çekmek, video kaydetmek güzel de sonrasında bunların basılması, düzenlenmesi ayrı bir uğraş. Filmleri baskıya verdikten sonra videoları kameranın kasetinden normal VHS’ye düzenleyerek geçirme çalışmalarına başladım. Bu işi genelde çocuk yattıktan sonra sakin bir ortamda yapmayı tercih ediyordum.

    İnsuyu videolarını aktarmaya başlamıştım. Her yolunda gidiyordu. Son seyir terası görüntülerinde karanlığın içinde çakan ışıklar gördüğümde bir anlam veremedim. Herhalde arkada gezmeye gelenlerin fenerlerinin yansımasıdır diye düşündüm önce. Görüntüler akmaya devam ettiğinde dönüş yolunda sadece giden eşim ve çocuğum vardı. İyice şaşırmıştım. Çekerken görmediğim ve anlayamadığım bir şey olmuştu. Eşime sorduğumda o da böyle bir şeyi fark etmemiş. Kayıtları temize çekme işlemi bitti, yattık ve hayat kaldığı yerden akmaya devam etti.

    Çok iyi hatırlıyorum. Üç akşam sonra. Televizyonda biraz belgesel tarzda ikinci dünya savaşına ilişkin bir film izliyorduk. Müttefiklerin çıkarma yapmaya hazırlanan iki gemisi hafif sisli bir ortamda haberleşmeye çalışıyorlar. Karşılıklı iki asker projektörlerle ışıkları yapık söndürerek mesaj gönderiyor. Birden zıplayıp;

    • Morse alfabesi

    Diye bağırdım. Aklımdan deli düşünceler geçiyordu. Mağaradaki ışıklar morse alfabesi olabilir miydi? Eşime düşüncemi söylediğimde;

    • Sen delirdin m? Mağaranın içinde ne alakası var

    Tekrar videoyu açtım ve ışıkların nasıl yanıp söndüğünü anlamaya çalıştım. Eşim tuhaflaştığımı söyleyip şaşkın bir şekilde beni izliyordu. Evet, ışıklar kısa ve biraz daha uzun yanıyordu. Elime kalemi alıp bunları “kısa” ve “uzun” diye tanımlayarak kâğıda yazmaya başladım. Delirmiş olabilirdim. İnternette morse alfabesi arattığımda çıkan web sayfalarından aklıma yatan bir tanesini açtım. Aldığım notları nokta ve çizgiye çevirmem gerekiyormuş. Yaptım. Hangi kelimelere karşılık geldiğini bulmaya çalıştığımda bazı harfleri yazsam da bu alfabenin nasıl kullanılacağını bilmeden bunu yapmanın doğru bir yaklaşım olmadığının farkındaydım. Geriye tek bir şey kalıyordu. Bilen birisine sormak. Bir gemici ile konuşmak.

    Limana girmek kolay olmadı. Ne olduğunu anlatmakta bayağı zorlandım ama sonunda yöneticileri biraz da çalıştığım firmanın adını kullanarak ikna ettim. Aldığım not ve kamera yanımdaydı. En yakın gemiye yönelip merdivenin başında duran kişiye kaptan ya da yetkili biriyle görüşüp görüşemeyeceğimi sordum. Kaptan şehre inmiş. İkinci kaptana haber verdiler. Geldi. Meramımı anlattım. Haberleşmeden sorumlu teknisyeni çağırdı. Notlarımı gösterdim. İlk tepkisi;

    • Evet, bunlar morse alfabesi gibi, ancak orijinalini görsem daha iyi olur. Bilmediğiniz için hatalı bir tanımlama yapmış olabilirsiniz

    dedi. Haklıydı. Zaten ben de böyle düşündüğüm için gelmiştim. Hemen kamerayı çıkarıp videoyu açtım. Merakla bekliyordum. İki kere izledi. Üçüncü seferde izlerken ışıkları morse diliyle yazmaya başladı. Bitirdi. Kağıttaki işaretler “…  .-..  –“  şeklindeydi. Bana döndü;

    • Bizim kullandığımız hazır kalıplar vardır. Bu kalıplarla uzun cümleleri kısaca ifade ederiz. Burada mesajı gönderen karanlık sularda sizi görmüş ve tanımış.

    (Bu arada mağaranın karanlık olması ve ekranın küçük olması nedeniyle ortam anlaşılamıyordu. Ben de açıklama yapmadım. Sanki karanlık denizde bir tekne ya da kayıktan genel işaretmiş gibi algıladılar)

    Devam etti;

    • Çok kısaca size “selam” anlamına gelen “slm” diye bir mesaj göndermiş. Belli ki bu kullanım tarzı aranızdaki bir kısaltma. Hepsi bu.   

    Bunları anlatmakla sözümden çıktığımı düşünmüyorum. Ölümü bir kenara koyarsak, eğer Cemal’le tekrar karşılaşacağıma ilişkin bir ışık görseydim yine anlatmazdım. Aradan geçen bunca zamanda ne yazık ki artık bütün umudumu yitirmiş vaziyetteyim.

    Köyceğiz, Şubat 2023

    Kaynaklar:         

    İLİŞKİLİ İÇERİKLER

    Etkili bir dil olarak Fotoğraf

    Fotografın çok etkili bir dil olduğunu muhtemelen herkes teslim edecektir. Naif olandan yola çıkarak izah etmeye çalışalım. Facebook’tan, İnstagram’dan her gün milyon milyon fotograf paylaşılıyor. Önemli bir kısmı, “Bak ben kiminleyim, bak ben ne giyiyorum, bak ben nerede geziyorum, bak ben hangi yemekleri yiyorum, bak ben nerede tatil yapıyorum, bak ben ne kadar güzelim/yakışıklıyım, bak beni ne kadar çok seviyorlar” minvalinde başkasına nispet etmeye yönelik paylaşımlardır. Bunun için sosyal medyada fotograf paylaşan birey, fotografla kendisini ifade etmiyor mu sizce? Hem de nasıl!..

    Karanlığa Gömülmüşüz…

    “Toprağı işlemeyeceksin, çeşitli mera bitkileri ve tahıl tohumunu toprağa atıp kendi haline bırakacaksın. Çıkan bitkilerin tohumları tekrar toprağa düşecek ve yeniden yeşerecektir. Bu yöntemden daha iyi toprak iyileştirmesi yoktur. Tabii ki herkes gördüğünü yapar, alışkanlık en önemli kelepçedir."

    Gözlerinin niçin ıslak olduğunu sordular “Hiç…” dedi

    Yıldız, ders çalışmaya dönmek istiyor olsa da Çanakkale bir kez aklına takılmıştı, Büyük büyük dedesinin ve o neslin yaşadığı dramı Turgut Özakman o kadar canlı şekilde anlatmıştı ki, aklından çıkaramıyordu, toparlanamıyordu.

    Mehmet Aslan Güven’in fotoğraf yolculuğu

    Neye mal olursa olsun, ne tür zararlara yol açarsa açsın umurunda olmaksızın her şeyi yiyip yutmaya çalışan açgözlü bireylere, yapılara, sistemlere seslenmekte, özetle Küresel Hegemonya kurma arzusu taşıyan güçlere itiraz etmekte usta fotografçı.

    E-POSTA ABONELİĞİ

    Makale yazarı

    Okyar Atilla
    Okyar Atilla
    Geçmişte bir ara mühendisti. Şimdi tam zamanlı yönetici, gerçek zamanlı fotoğrafçı. Gündem "Fotoğraf" ise akan suları durdurur. Seyahat denildiğinde kapının önündedir. Klasik müzik ve kitap olmazsa olmazıdır. İki sokak köpeği, muhtelif sayıda kedi ile sürekli temas halindedir. Hızını alamadı mı dağda bayırda bulduğu gerçek köpeklerle konuşur. Sürekli sorgular. Merak ettiği bir konu olursa elinden kimse alamaz. "Bilgi ve sevgi paylaştıkça çoğalır" ilişkilerinin ana fikridir.

    POPÜLER İÇERİKLER

    Yorum Politikamız: Arthenos.com ekibi olarak tüm okuyucularımızı tartışmalara aktif olarak katılmaya teşvik etsek de, Davranış Kurallarımıza uymayan veya yayınlanan materyalin editoryal standartlarını karşılamayan herhangi bir içeriği Silme / Değiştirme hakkını saklı tutarız.

    YORUM YAPILDIĞINDA BANA BİLDİR
    Bana bildir
    guest

    0 Yorum
    Beğenilenler
    En yeniler Eskiler
    Satır içi geribildirimler
    Bütün yorumları göster
    0
    Düşünceleriniz bizim için önemli. Belirtmek ister misiniz, lütfen yorum yapın.x