İşim gereği -aslında işimin güzelliği mi demeliyim- birçok yabancı ülkede çok uzun süreler olmasa da yaşama ve çalışma fırsatına sahip olmuştum. Anavatanımda ise körün değneğini bellediği gibi uzun bir süre illa İzmir de İzmir oldu.
Yaklaşık iki seneye yakın Bursa’da yaşadığımdan bahsetmiş miydim?
2000 yılında TELSİM’de çalışmaya başladığımda görev yerim Bursa oldu. Aşağı yukarı İzmir-İstanbul güzergahının ortası. Yeşil Bursa… Ailemizin Balkanlardan göç edip geldiğinde yerleştikleri şehir. Kader yıllar sonra beni de nasiplendirdi. Bursa’nın ekmeğini yedim suyunu içtim… Sokaklarını arşınladım…
Bursa denilince genelde akla -bana böyle olmasa da- hemen iki şey gelir: İskender kebap ve Uludağ. Zeki Müren ayrı bir yerdedir. Dağ, zihni direkt “kar” ile ilişki kurdurur.
Kar imgesi, şimdi de aklımdan “Karlar düşer” şarkısını seslendirmeye başladı. Candan Erçetin’den dinlemeye ne dersiniz?
Demirtaş semtinde şehrin içinde bir termik santral var. Hala durur. Kim hangi akla hizmet oraya kurdurdu anlamadım. Bursalılar derdi ki “bu santral çalışmaya başladığından bu yana kar yağmaz oldu”. Ne olduysa 2000 yılı içinde oldu. Santralın kapatıldığı ve artık çalışmayacağı haberi yayıldı. Muhtemelen maliyet kurtarmıyordu.
İşte o kış Bursa beyazlara büründü. İnanılmaz bir şeydi. Yollar kapandığı için hafta sonu İzmir’e gidememiştim. Yapabileceğim tek şeyi yaptım; elime fotoğraf makinasını alıp sokaklara düştüm. İşin güzel yanı sadece fotoğraf çekmiyordum. Yamaçlara yaslanmış evlerin arasındaki aşağıya uzanan yollarda çocuklarla birlikte tahta merdiven kızaklarına biniyorduk.
Zaman mı? Zaman yoktu ki. Eldivenin içinde üşümüş eller, kırmızıya dönmüş burun, dizi yırtılmış pantolonla çocuklarla birlikteydim. Akıp giden zaman yoktu…
Bir karantina gününde daha arşivdeki diaları tararken ekrana düşen görüntüler beni yirmi sene önceye götürüverdi. Aralardan seçtiğim ve Bursa’ya tekrar kar yağmaya başlamasının belgesi olan fotoğraflarla bu satırlar akmaya başladı. Paylaşmamak olmazdı…
Bursa… Zeki Müren’siz düşünülemez. “Karlar düşer” şarkısını Zeki Müren yorumuyla dinleyelim mi?
Çocukluğumdan hatırladığım kışları özledim doğrusu. Lapa lapa kar yağarken yürümeyi, hiç çiğnenmemiş kara basarken ayaklarınızın altında çıkardığı gırç gırç seslerini ve hissini özledim. Şimdi hızlıca yağıp kalkan, sulusepken karlar hiç haz vermiyor.
Kar her şehre çok yakışıyor. Kimisi sevmese de ayrı bir seviyorum ben kışı.
Bu güzel fotoğraflar ve yazınız için çok teşekkür ederim Okyar bey. Ellerinize, emeğinize sağlık.
Selam ve saygılarımla.
Haklısın. En başta çirkinlikleri örtüyor. Gece gibi ama çok ürkütücü değil.
Yazıda bahsetmedim. Nikon F-801 ile Kodak Ektachrome kullanılmıştır.
Ben de “hangi efekt bu?” diye soracaktım. Renkleri çok beğendim. Tab ederken ayrı bir işlem yapılıyor mu yoksa herhangi bir yerde aynı sonuçları alabilir miyiz? Yani bu filmin kendi karakteristiği mi işlemeye mi bağlı?
Dia (24 mm * 36 mm) olduğu için baskı yapılmadı. Epson V800 ile sadece istediğim alanı seçerek taradım. Manşet fotoğrafına PS de renk, parlaklık kontrast ve gamma gibi basit müdahaleler var. Yani filmin kendi karakteristiği değil.