Sonunda Sebahattin yazıyı yayınladı. İçeriğini bilmeme rağmen tekrar okuması keyifli bir yazı olmuş. Birbirimizin yazılarına yorum yapmak veya karşılık vermek gibi bir adetimiz olmamasına rağmen Sebahattin ile konuşurken “yorum hakkımı saklı tutuyorum” diye kapıyı aralamıştım. Ancak yazısı öyle böyle yorumla geçiştirilecek türden değil.
Sebahattin yazısına Hollanda’nın meşhur lale bahçelerine ekilmiş farklı farklı laleler gibi fikir tohumları ekmiş. İki örnekle kısaca vereceğim; gelişmiş teknolojiler fotoğraf alanında at koştururken analog ve film dönemine öykünmek nostaljinin fazlası olsa gerek. Plakların yeniden gündeme geldiğini düşünün. Ya lambalı amfiler? Büyük şehirde preslenen insanların “hadi köyümüze dönelim” muhabbeti gibi görünse de fazlası var. Üzerinde çok konuşulur. Diğeri de “doğruyu bulmak için yanlış yapmalısın” diyor. Ancak sakın “hata” ile” yanlış” ifadelerini birbiriyle özdeşleştirmeyin. Bunun detayı “Oedipus Kompleksi ve Fotoğraf” yazısında.
Şunu da eklemekte fayda var; bir etkinlikte ya da bir festivalde fotoğraf çekiyorsanız veya her nerede çekiyorsanız ekrana her bakışınızın bedeli kaçırdığınız iyi bir kare olabilir. Ama bunu hiç bilemeyeceğiniz üzülmenize gerek yok. Bu “ne çekmişim acaba? Nasıl olmuş?” ciddi bir konsantrasyon kaybı demektir. Yakın tanıdığım birisi her kareden sonra -abartmıyorum- üç ila beş dakika arasında çektiği fotoğrafa bakar. Onunla fotoğraf çekmeye çıkmak Çin işkencesinin (Neden Çin işkencesi denilmiş ki? Ne olduğunu bile bilmiyorum) bir basamak üstüdür.
Şimdi biraz baltayı taşa vuralım; dijital ortamda elde edilen görüntü sıkıcıdır. Bütün pikseller birbirinin kopyası gibi kusursuzca aynıdır. Bunu bilerek baktığında piksek seviyesinde milyonlarca tekrardan başka bir şey yoktur. Filmde ise gümüş tuzları görüntüyü oluşturan şartlara bakarak kafasına göre takılır. Film banyosu, sıcaklığı, nem oranı, banyo süresi çalkalama, kullanılan suyun kimyasal yapısı gümüş tuzlarına sınırsız özgürlük verir. Dolayısıyla görüntüyü de bu özgürlük içinde dağınık oluştururlar. İşte bu dağınıklığı kontrol etmeye çalışmak ve neyle karşılaşılacağının beklenmesi heyecan vericidir. Banyo sürecinde aklınız o gümüş tuz taneciklerinin nasıl hareket ettiğine takılır ve onlarla birlikte filmin üzerinde siz de koşturursunuz. Sanki John Nash’in önemli oyun teorisi burada geçerlidir. Düzensizliğin düzeni ya da Geştalt kuramının özünü görmek mümkündür.
Ne yazık ki rahatına düşkün insanoğlu her yeni teknolojiye balıklama atlar… Böylece dijitalciler oklarını yaylarına yerleştirip gerdiler ve bana doğrultular. Allahtan aralarında Mete Gazoz yok 😊.
Yukarıdaki görüntü Nikon Z6 II ile çekildi. Sadece siyah beyaza çevrildi.
“Bu arada not düşelim; eğer Leica M10 monochrome’unuz yoksa, makinanızı monochrome’a ayarlasanız bile çektiğiniz bütün fotoğraflar renklidir.”
Fotoğrafta ekranda görünen modelin yüzünün nispeten aydınlık kısmının %800 büyütülmüş halidir. Pikselleri fark ediyorsunuz değil mi? Birbirinin kopyası ve tekrarı… ☹
Bu fotoğrafta Nikon F100 ile Fomapan 100 Classic diye tanımlanan 100 ASA filmin 200 ASA’ya yani bir stop push edilerek çekilmiş bir karesinden. Adamın yüzünün nispeten aydınlık kısmının %800 büyütülmüş görüntüsü. Gümüş tuzlarının dağılımı anlatmaya çalıştığım şey…
Görüldüğü gibi Sebahattin’in önerisini bir üst basamağa taşıyıverdik. Yoksa biraz daha geçmişe mi taşıdık demeliydik?
Filmden nasıl fazla kare çıkartılır?
Öğrencilik zamanı 1970 lerden kalan bir alışkanlıktı bu. Aklıma gelince -daha doğrusu film bedeli başını alıp gidince- kare başına maliyeti azaltma yöntemi olarak kullanmaya başladım. Sebahattin pek inanır gibi bahsetmemiş olsa da yeminle söylüyorum, filmi makinaya takmadan önüne on santim postiş (ben böyle adlandırıyorum, tıpkı takma saç gibi bir şey) takın fazladan üç ya da dört kareniz var. Yalnız maliyetler Avrupa’yı da vurmuş olsa gerek ki en son kullandığım Agfa APX 100’den 39 kare çıktı. Ondan önceki Fomapan 200’den tam 40 kare çıkmışken daha bugün (üç Mart 2025) banyo ettiğim Fomapan 100 Classic’den 39 kare çıktı. Şimdi en son aldığım sarma filmin (buna bulk film deniyor) dibine de postiş, hadi Sebahattin’in deyimi ile “korsan” ekledim.
Film açık satıldığı için bu işlemi karanlık odada yapmak gerekiyor. Şimdi, Sebahattin’in inandığı ama inanmadığını hissettirdiği cümlesine kanıt koyalım:
On gün öncesi
Fotoğrafçı arkadaşlarla Deltadaki (biz gölün ucuna “delta” deriz) çay bahçesinde sohbet ediyorduk. Sevgili arkadaşım Ediz elini çantasına her attığında fotoğrafla ilgili bir şey çıkarıp masaya koyuyordu. Ben altta kalır mıyım hiç. Kullanmadığım bazı Nikon (F bayonet) malzemeleri kullanabilecek olan arkadaşıma aktardım. Ama Ediz tam da sihirbazın şapkadan sürekli bir şeyler çıkarması gibi elini atıp çıkarıyor. Hatta gözüm çantasını koyduğu sandalyenin altına kaydı ama orası boş.
Bir şey daha çıkarıp masaya tam da ikimizin arasında ortaya koydu. O bana bakıyor, ben ona bakıyoruz, ikimiz o şeye bakıyoruz, derken Ediz “abi bu senin işine yarar” diye lafa girdi. Bu “işe yarar” dediği şey masada duran bir Canon AL-1 analog makine. “İçinde film de var” diye devam etti. Yani hediyenin de hediyesi var. “Yalnız pil kapağı kırık” dedi. Zaten bant yapıştırıldığı belli oluyor. Neden makine üreticileri şu pil yuvası kapağını doğru dürüst tasarlamazlar? Ben de sanki hiç iştahım kabarmamış gibi “eee o kadar getirmişsin deneyeyim bari” diye yarım ağız taklidi yapmaya çalıştım ama olmadı tabii ki.
Sorum: içindeki film nedir? Cevap: hatırlamıyorum… İşte bu zor bir durum. Üç gün sonra sokağa çıkıp -önce ASA değerine bakıp 100 ASA olarak ayarladım- çekmeye başladım. Film çabuk bitti. Heyecanla eve gelip makarayı çıkardım ve Kodak Gold 200 ASA renkli film. Bende tam bir hayal kırıklığı. Uzun lafın kısası biraz araştırınca renkli filmin kendisi yaklaşık 450 TL, banyo ücreti 400 TL, filmi gönderme kargo ücreti 150 TL, geri alma kargo ücreti 150 TL olarak toplamda 1150 TL gibi bir bedeli var. Nooldu? Film çektik… bu maliyete çekme kardeşim. Şimdi film kenarda duruyor. İnşallah, Hollanda seyahatinde elden banyo ettireceğim.
Son olarak
Sebahattin’in önerisini yabana atmamak gerek. Eğer benim gibi takıntı yapıp filme dönmeyi düşünmüyorsanız nispeten iyi bir yöntem.
Benim gidiş de gidiş değil. Dijital makinayı elime daha seyrek almaya başladığımı fark ettim. İyi yolda değilim. Allah sonunu hayra çıkarsın…
Şimdi Sebahattin’in yazısından bu yana bir adet renkli (banyo edilmemiş) iki adet de siyah-beyaz film çekmiş vaziyetteyim. İki örnekle yazıya nokta koyamaya ne dersiniz:
Fotoğraf: Köyceğiz pazarı, 3 Mart 2025, Nikon F100, Fomapan 100 Classic, evde yapılmış D 76 formül geliştirici.
Fotoğraf: 8 Mart 2025 kadınlar günü etkinliği, Köyceğiz, teknik bilgiler bir önceki fotoğrafla aynıdır. Bu iki fotoğrafta hiçbir düzenleme yoktur. Sadece tarayıcı ile dijital dünyaya aktarıldı.
Hadi bir tane de BONUS…:
Sonun en sonu
Farkındasınız değil mi? Hala “neden film çekmeli açıkça yazmadım. 😊
Manşet fotoğrafı 14 Şubat 2025 günü Datça badem çiçeği festivalinden. Adı: Baş aşağı dinlenen balık… Film Agfa APX 100, geliştirici her zamankinden…
Okyar Abiii,
Bekleyip dururdum şu Sebahattin Bey’in yayınlanmamış yazısına yaptığın yorum ne zaman çıkacak diye…
Tabii bu yorumun anlamlı olabilmesi için öncelikle “istimin arkadan gelmesi” gerekiyordu. (Burada Sebahattin Bey’e de saygı sevgi ve tebriklerimi sunarım; şahane bir yazı olmuş))
Yine müthiş güzel yazmışsın, kaldı ki en sonunda dediğin gibi neden film çekmeliyiz’i açıkça yazsaydın bu kadar etkili olmazdı.
Konu zaten salt teknik detayla açıklanacak gibi değil; işin duygu yönü ağır basıyor ve işte bu yazı da tam olarak bu duyguyu okuyucuya (en azından bana) damardan veriyor.
Yazının en sevdiğim bölümü her kareden sonra çektiği fotoğrafa 3-5 dakika bakan arkadaşını anlattığın paragraftı. Yeminle benim de ayni böyle bir arkadaşım var, hadi kendi kendine isterse 10 dak. baksın ama bizim grup fotoğraflarını çekerken her kareden sonra bu ritüeli tekrar ediyor olması bizleri çileden çıkartıyor (ama yine de O’nu çok seviyoruz)
İşte bu bile “neden film çekmeli”nin tek ve biricik sebebi olabilir 😆
Bu arada arkadaşının sana, nasıl bir şey olduğunu bilmediğin “Çin işkencesi” yaptığını söylemişsin. Aşağıda link bırakıyorum, gerçekten ilginç bir işkence yöntemiymiş.
Sağlıcakla kal…
https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%87in_su_i%C5%9Fkencesi
Ben de o arkadaşımı çok seviyorum. İşin bu kısmında sorun yok. “Neden film çekmeli?” açıklamasına şöyle cevap vereyim; Sebahattin, Nikon Z8 varken film peşine düştüyse artık gerisini söylemeye gerek kalmıyor. Bütün olmuş, olan, olacak ve olası nedenleri düşünmenin alemi yok.
Linke de baktım. Bizim burada Toparlar şelalesi var. Su yukarıdan dar bir arık gibi yerden akıyor. Gideyim altında bi durup mukayesesini yapayım😀