1. Zanaat yerine Yazılım: Üretimin Otomasyonu
Fotoğraf işleme, bir zamanlar neredeyse törensel bir süreçti.
Bir zanaatkâr titizliğiyle yaklaşılırdı.
Renk düzeltmesi mi yapacağız? Önce beklenirdi.
Kadrajda bir şey rahatsız mı ediyor? Göz geri çekilir, nefes alınır, yeniden bakılırdı.
Her adım bir iç muhakemenin, sezgisel kararların ve estetik deneyimin sonucu olurdu.
Geri al, yeniden dene, sonra yine geri dön…
Bazen saatler süren ama her saniyesi “fotoğrafçının benliği” ile dolu bir süreç.
Ama bugün işler değişti.
Şimdi bir prompt yazıyoruz…
ya da bazen onu bile yapmıyoruz.
Tek tıkla birkaç seçenek karşımıza geliyor.
Kimi zaman 3, kimi zaman 10…
Yapay zekâ, biz sormadan öneriyor — hatta karar da veriyor.
📌 Ve biz sadece “seçiyoruz.”
Zanaatkâr mı, Jüri mi olduk?
Bu durum düşündürücü:
Artık üretmiyoruz, “üretilenler arasından en iyiyi seçiyoruz.”
Yani sanatçılık yerini küratörlüğe,
estetik sezgi yerini “promptla şansını dene” oyununa bırakıyor.
Peki bu durumda…
Üretilen şey bizim vizyonumuz mu?
Yoksa sadece hoşumuza giden bir algoritmanın seçimi mi?
Bu süreçte deneyimimiz, görsel hafızamız, duygusal bağımız nereye yerleşiyor?
📷 Önceden biz “yaratıcı”ydık.
Şimdi yapay zekânın “seçici kurulu” gibiyiz.
Üretim mi, Oylama mı?
Yapay zekâ iş akışında hız kazandırıyor, evet.
Ama hızla birlikte derinlik azalıyor mu?
Onlarca işlenmiş versiyon içinde kaybolduğumuzda,
seçmekten yorulup “idare eder” dediğimizde,
“nasılsa AI var, sonra düzeltirim” rahatlığına kapıldığımızda…
Acaba gerçekten üreten kişi biz miyiz?
Yoksa bir bakıma AI’ın bize sunduğu alternatiflerden birini seçerek
sadece onun “vizyonunu oylayan” bir kullanıcı mıyız?
Estetik hakemliği mi, Sanatsal yolculuk mu?
Bu başlık altındaki en can alıcı soru belki de şu:
Sanat, sadece sonuç mudur?
Yoksa onun oluşum süreci midir aslolan?
Eğer süreç, düşünmeden, sezmeden, hata yapmadan, geri almadan,
ellerin o görsele değmeden ilerliyorsa…
O zaman ortaya çıkan sonuç, sanatçının mı, yazılımın mı?
Etik ve Açıklık: Nerede Bitmeli Müdahale?
Bir önceki makalemizde, “kiralık işleyiciler” meselesine değinmiştik.
Yani görünmeyen ellerin, fotoğrafın kimliğine katkı sağladığı;
ama ismin sadece fotoğrafçının ön planda olduğu bir düzen.
Şimdi tablo daha da karışık.
Çünkü bu görünmeyen ekipte artık insanlar yok.
Yerlerini sessiz ama kudretli bir başka oyuncu aldı:
Yapay zekâ.
AI Dokunuşu gizli bir ortak mı?
Bugün birçok fotoğrafçı, AI ile işlenmiş kareleri kendi üretimiymiş gibi sunuyor.
Ama şu soruyu nadiren kendimize soruyoruz:
Kendi dokunuşumuz gibi sunduğumuz bir AI müdahalesi etik midir?
Yoksa bu, sadece “yeni nesil fırça”yı kullanmak mıdır?
Yani dijital çağın estetik araçlarını kullanmak da sanatın içindeki bir beceri midir?
📌 Ama izleyici bunlardan haberdar değilse, bu hâlâ dürüst bir paylaşım sayılır mı?
Bilgi şeffaflığı bir zorunluluk mu olmalı?
Bir sergiye ya da yarışmaya gönderilen bir fotoğraf için…
- Hangi yapay zekâ aracı kullanıldı?
- Ne düzeyde müdahale yapıldı?
- Orijinal kareyle ne kadar örtüşüyor?
… gibi bilgiler verilmeli mi?
Yoksa sanatın doğası zaten değişti mi ve bu sorular artık anlamını mı yitirdi?
Yeni bir etik rehber gerekli mi?
Belki de yeni çağda “etik” için yeni bir rehber kitapçığa ihtiyaç var.
Çünkü mesele sadece “ne yapıldığı” değil, “ne açıklandığı”yla da ilgili.
Sanatçı yalnızca üreten değil, aynı zamanda dürüstçe ne ürettiğini açıklayan da olmalı.
Çünkü bazen, en parlak görsellerin arkasında,
görülmeyen karanlık boşluklar vardır.
Son söz ve açık soru
Fotoğraf hâlâ seninse, neden hissi sana ait değil?
🎬 Perdenin Arkasına Devam Ediyoruz…
Bir sonraki yazıda müdahalenin sınırlarını, etik çizgileri ve izleyiciden neyin saklandığını tartışacağız:
📌 “Fotoğrafın Orijinal Olması Hâlâ Mümkün mü?”
Gür Gürelli
Ağustos 2025
Gür Gürelli kısa özgeçmiş
Balıkesir’de yaşayan Türk fotoğraf sanatçısı Gür Gürelli’nin çalışmaları portre, insan hikayeleri ve insanlar ile çevreleri arasındaki dinamik etkileşime dayanıyor. 1968’de İstanbul’da doğan Gurelli’nin fotoğraf tutkusu, küçük yaşlarda babasının çok sevdiği 1954 model Kodak Retina fotoğraf makinesiyle ateşlendi ve bu, onu yaşam boyu sürecek yaratıcı bir yola sokan biçimlendirici bir etki oldu.
İşletme mezunu olmasına rağmen, sanatsal arayışları onu Fotoğrafçılık ve Kamera Operasyonu alanında uzmanlaşmaya yöneltti. O zamandan beri, kimlik, duygu, seyahat anlatıları ve günlük yaşamın sessiz güzelliğini araştıran çeşitli çalışmaları oldu. Makro fotoğrafçılık da yaratıcı sürecinde özel bir yer tutuyor ve detay ve hassasiyete yönelik gözünü yansıtıyor.
Ödüllü bir fotoğrafçı olan Gurelli, 39 ülkedeki prestijli yarışmalarda takdir görmüştür. FIAP, PSA, TFSF, SSS, APS, CPE ve SSP dahil olmak üzere birçok saygın kuruluşun üyesi olarak küresel fotoğrafçılık topluluğuna aktif olarak katkıda bulunmaktadır.
Sanatsal pratiğinin yanı sıra, deneyimlerini ve teknik bilgisini atölye çalışmaları ve dersler aracılığıyla paylaşarak başkalarının kendi görsel seslerini keşfetmelerine ve geliştirmelerine yardımcı oluyor.
Sohbet açan ve düşündüren yazılar devam edecek gibi. Bu tarzda okuyucu -yazarla özdeşlik sağlasa da sağlamasa da- konu üzerine kendi düşüncelerini filizlendirecek. Bu düşünceleri bizim gibi yeşertip büyüten de elini korkak alıştırma den yazının altına notunu bırakıverecek. Ele alınan öyle bir konu ki hiçbir şekilde mutlaka doğrusu ve yanlışı olmayan bir fikir üzerine gelişip yoluna devam ediyor. Muhtemelen bunda hemfikiriz. Herkesin doğrusu kendine.Yıllar önce Sabit Kalfagil ile yaptığım röportajda “fotoğrafa ne kadar müdahale etmeli?” soruma hiç bekletmeden “istediğin kadar” cevabını vermişti.Yani düz bir portre fotoğrafını Picassovari bir portföye dönüştürmenin ne sakıncası olabilir ki? Ve tabii bunu YZ ile yapmanın da. Bu bir tercih meselesi. Fotoğraf temelinde sanat genelinde eser yasal olarak yapana ait olabilir. Ancak yayınlandıktan sonra sanatçının eser üzerinde manevi aitliği paylaşılmaya başlanır. Diğer yandan -yakalamışken- Sebahattin e laf atayım; çektiğin filmin sunuma hazır hale gelmesinde karanlık oda işini yapanın %50 aitliği var. Belki de bunu Epson da dahil edərek üçümüz %33,33 olarak paylaşmak gerek. Yani özetle Gür, felsefenin içine fotoğrafı boca edip ortaya diyalektiğin her türlüsüne açık yazılar koyuyor. Artık kim ne kadarını alırsa. Ellerinize sağlık.
Banyo ve tarama konusunda Okyar’dan bir eleştiri/düzeltme geleceğini taa başından tahmin etmiştim, yanılmadım. Haklı ama, bu da banyoya göre film kullanma ve ona göre sahne/ortam/ışık seçimini beraberinde getiriyor. Daha dün yazıştığımızı hatırlıyorum bu konuda.
“Ben çektiğim gibi paylaşırım” diyen de var, “Küçük şeyler yapıyorum” diyen de.
“Hiç kimse tam anlamıyla dürüst değil, bir tercih meselesinin eleştirilmesini doğru bulmuyorum” diyorum ve ortamı diğer fikirlere emanet ediyorum.
Saygılar.
Sevgili Okyar Bey,
Yorumunuz, yazımın hedeflediği o “sohbet açma” amacını çok güzel yakalamış. Sabit Kalfagil’in cevabını örneklemeniz ve “tercih meselesi” yaklaşımınız, bu tartışmanın en kıymetli yanını ortaya koyuyor: Farklı bakışların bir arada var olabilmesi…
Fotoğrafın hem teknik hem de estetik yolculuğunda ister karanlık oda olsun, ister dijital müdahale, emeğin paydaşlarını konuşabilmemiz bence sanat ortamını zenginleştiriyor.
“Felsefenin içine fotoğrafı boca etmek” tanımınız ise beni gülümsetti. Sanırım bu serinin tüm metinlerini özetleyecek en kısa ve en güçlü cümle bu olabilir.
Katkınız, sonraki yazılarda tartışmayı başka bir boyuta taşıyacak kıymette. Değerli düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim.
Güzel ve bir o kadar da düşündürücü bu yazı için kalemine sağlık Gür.
Bence sanat, sonuçtur.
Onun gelişim süreci de sanatkarlık; İster çeken olsun, ister onu AI vb araçlarla değiştiren olsun bu değişmez bence.
AI’den önce de PhooShop yok muydu? O zamanlar renk, kontrast, bölgesel poz ayarı, dodding, keskinleştirme, texturing hangimiz yapmadık? AI’nin suçu bunlardan daha fazlasını yapmak mı?
Benim işimi kolaylaştırıyorsa kimse kusura bakmasın ben AI kullanırım. Varsın izleyenler bunun artık benim fotoğrafım olmadığı konusunda eleştirsinler. Daha iyisini onlardan görmedikçe üstüme alınmam.
Yazında da belirttiğin gibi kameramızdan çıkan hangi RAW bizim sanki?
Yukarıda yazdıklarımın tek istisnası tam analog bir kamerayla filme çekip sonucu değerlendirmek olur kanımca. O zaman ellerinde veya akıllarında devamlı bir “FotoğrafçıKaliteÖlçüm” aleti olanların eleştirileri anlam kazanacaktır.
Selamlar, sevgiler.
Sebahattin Bey,
Yorumunuz için çok teşekkür ederim. “Sanat, sonuçtur” ifadeniz yazımın tartışmaya açtığı eksenle kesişiyor. Evet, sanatın üretim süreci ne kadar çeşitli olursa olsun nihai ürün karşısında izleyicinin gördüğü şey yalnızca ortaya çıkan sonuç oluyor.
AI’ın ya da Photoshop’un burada sadece araçlar olarak konumlanması gerektiğine katılıyorum. Kimi için bu araçlar sadece işi kolaylaştırırken, kimi için üretim sürecinin ayrılmaz bir parçası haline geliyor. Tartışma da bu noktada derinleşiyor. Bir araç, yaratıcı sürecin ne zaman asli unsuru olur ve o noktada “sahiplik” ya da “aitlik” nasıl tanımlanır?
Aslında niyetim, neyin doğru neyin yanlış olduğunu kesin çizgilerle belirlemek değil, fotoğrafın üretim sürecinde görünmeyen ellerin, görünmeyen katkıların ve bunların izleyici algısındaki etkisinin konuşulmasını sağlamak. Çünkü bu diyalog, hem üreticiyi hem izleyiciyi daha bilinçli bir ilişki kurmaya davet ederken, tüm fotoğrafçılara dönüm kendine bakması için de bir imkan sunuyor.
Selam ve sevgiler,
Okyar abinin ve Sebahattin beyin yorumları en az Gür beyin zihin açıcı yazısı kadar güzel.
Özellikle Sebahattin beyin “ Sanat sonuçtur, onun gelişim süreci de sanatkarlık “ yorumunu çok beğendim.
Ben burada haddimi aşmayarak YZ tartışması yapmayacağım ama yıllar önce Selânik arkeoloji müzesinde gezdiğim geçici bir serginin tanıtım yazısını buraya bırakacağım. Konu tam örtüşmese de sanatta kopyacılığı ele alıyordu ve pek çok ünlü ressamın yaratım sürecinde başka mecralardan yardım aldığından bahsediyordu. Onların döneminde de YZ olsaydı eminim ki kullanırlardı.
Yazı şöyle:
– Kopyalama… Ne, ne zaman, nasıl ve özellikle neden?
Selanik Arkeoloji Müzesi’nin “Geçmişte Kopyalama: Taklit ve İlham Hikâyeleri” adlı geçici sergisi, geçmişte ve günümüzde kopyalama olgusunu sayısız yönüyle ele alıyor.
Kaç farklı taklit biçimi vardır?
Neyi kopyalamayı seçiyoruz ve neden?
Kopyalama günümüzde mi yoksa geçmişte mi daha yaygındı?
Antik çağda eserlerin çoğaltılmasında kalıp kullanımı gibi teknik yeniliklerin etkileri nelerdi?
Greko-Romen sanatının tekrarlanan imgeleri, dönemlerinin toplumsal hiyerarşilerini, geleneklerini ve ideolojilerini nasıl yansıtıyordu?
Antik Yunan dünyasının sanatsal yaratımı, sanat akımları ve stillerinden bağımsız olarak Batı sanatı için neden sınırsız bir ilham kaynağı oldu?
Kopyalar müze salonlarına ne zaman ve neden girdi? Nasıl kendi kendine yeten bir rol edindiler ve araştırma konusu oldular?
Antik Yunan eserleri hakkında hangi fikirler, hatıra olarak bilinen nesneler aracılığıyla aktarılıyor?
Ve son olarak, kopyalama her zaman olumsuz mudur, yoksa Picasso’nun dediği gibi “Sanat hırsızlıktır”, ya da Rodin’in söylediği gibi “Ben hiç bir şey yaratmam, yeniden keşfederim” midir?
Sergiye hoş geldiniz!