Uğur Kavas ile Söyleşi

    1977 yılında fotoğrafa başladı. Ankara Çankaya Belediyesi Basın ve Yayın Müdürlüğü’nde belediye foto muhabiri, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM)’nde Başbakanlık foto muhabiri olarak görevini sürdürdü.

    Sayın Uğur KAVAS, 1954 yılında Ankara’nın Yahudi Mahallesi’nde doğdu. 1968- 1998 yılları arasında Türk halk dansları ile ilgilendi. Kültür ve Turizm Bakanlığı Devlet Halk Dansları Topluluğu’nda ve birçok dernekte dansçı, öğretici ve yönetici olarak görev yaptı. Yurt dışı festivallerde Türkiye’yi temsil etti. ABD, Kanada, Hollanda ve İsviçre’de Türk halk danslarını öğretti. Türkiye’de kültür turlarının yapılmasına öncülük etti.

    1977 yılında fotoğrafa başladı. Ankara Çankaya Belediyesi Basın ve Yayın Müdürlüğü’nde belediye foto muhabiri, Başbakanlık Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü (BYEGM)’nde Başbakanlık foto muhabiri olarak görevini sürdürdü. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği (TFMD), Ankara Kulübü ve Çağdaş Gazeteciler Derneği üyesi olup, sürekli basın kartı sahibidir. KAVAS, 1970’li yıllardan bu yana, Ankara’yla ile ilgili kitap, fotoğraf ve efemera toplamakta olup, Ankara Kent ve Bina tarihî üzerine araştırmalar yapmaktadır.

    Bu kapsamda;

    1. Çizgiler (Grup UMAR) Albümü (1995)

    2. “Bir Başka Ankara” Kızılötesi Fotoğraflar Albümü (2005)

    3. Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi – Osmanlı’dan 1960’a (2008)

    4. Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi – 1960’dan Günümüze (2011)

    5. Atış Poligonu, Ankara’da yok olan bir tesisin öyküsü  (2013)

    6. Yıldız Albümleri’nde Ankara Fotoğrafları (2014)

    7. Bir Fotoğraf Ustasının Yaşam Öyküsü, Osman Darcan 1909-1963 Foto Osman (2015)

    8. Görünmeyen Işıkta Ankara Fotoğraf Albümü (2017)

    9. İkiz Kardeşler, İzmir Ve Ankara Paraşüt Kulesi (2018)

    10. Ankara’dan Sahneler Ve Kaderin Mahkûmları (2019)

    11. Ankara’dan Sahneler Ve Kaderin Mahkûmları, Tamamı ya da bir bölümü Ankara’da geçen veya adını Ankara’dan alan filmler, Genişletilmiş 2. Baskı  (2021)

    12. Ankara’dan Sahneler Ve Kaderin Mahkûmları – Sergi Kataloğu (2021)

    13. Gaybi, Fotoğrafçı, Ressam, Grafiker, Burhan Agâh Özak (1908-2003) Yaşamı Ve Eserleri (2021)

    14. Bir Fotoğrafçının İcatları, Fikret Kaftanoğlu (1914-1995) “Selfi’den, Stüdyo Makinesine” (2022), eserleri yer almaktadır.

    Bu eserleri için büyük emek harcayan KAVAS, hiçbir maddi getiri elde etmeden ve maddi beklenti içine girmeden yapmıştır. Tüm amacı gelecek nesillere hafızalar aktarmaktır.

    Şimdi kendisini tanıyalım:

    Yazının başında otuz yıl kadar halk oyunları ile ilgilendiğiniz belirtiliyor. Yaşamınıza nasıl girdi, biraz bahseder misiniz?

    1968 yılında Ankara Halkevleri Genel Merkezi’ne oyun öğrenmek için, babamın rıza imzasıyla kayıt oldum. Bir müddet orada değişik yörelerden oyunlar öğrendim. Halkevleri çok önemli bir yere sahipti. Özellikle halk müziği alanında çok değerli ses ve saz sanatçıları vardı. Bunlar sonraları Ankara Radyosunda görev yaptılar.

    Uzatmayalım, sonra Halkevlerinden ayrıldım Anadolu Folklor Turizm Derneği (AFTUD)’a, devam ettim. Ayrıldım, Halk Oyunları Turizm Derneği (HOY-TUR)’a, 1975 yılında Ankara Kulübü’ne üye oldum. Devlet Halk Dansları Topluluğu 1975 yılında sınav açınca sınava girdim ve kazandım. Burada dört yıl kaldım ve dünya birincilikleri alan ekiplerde yer aldım. 1982 yılında Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nden davet geldi. Beni davet eden de Amerikalılardı ve 4 ay ABD’de kaldım, 23 eyalette oyunlar öğrettim. Oradan Kanada’ya geçtim, orada da oyunlar öğrettim. Bu ekip İstanbul Festivali’nde ve Ankara Resim Heykel Müzesi’nde Bitlis yöresinin oyunlarını oynadılar.

    Sonraki yıllarda aldığım davetlerle, Hollanda’da ve İsviçre’de de oyunlar öğrettim. Halk dansı belli bir yaşa kadar yapabiliyorsun. Belli bir yaştan sonra ayrılmak gerekiyor, bende öyle yaptım. Türkiye’nin 13 bölgesinin oyunlarını oynadım, öğrettim, dernekte yöneticilik yaptım. Ben daha çok Karadeniz ve Bitlis yöresini oynadım. Rahmetli hocalarımla ile Türkiye Kültür turları düzenledik.   Yabancı folklorcularla bir hafta otelde seminerler veriyor ve her yörenin halk dansı hocasını davet ediyorduk. Sonra da Türkiye turu yapıyor, yörelerinde oyunları inceliyor, kayda alıyorduk.

    Devlet Halk Dansları Topluluğu serüvenime sonra geleceğim.

    Uğur Kavas
    Uğur Kavas

    Ankara sevdanız nereden geliyor?

    Ankara’nın yerlisiyim. Ankara’nın göbeğindeki Yahudi Mahallesi’nde doğdum. Sinagog’un yakınında dedemin evi durur hâlâ. 6-7 yaşıma kadar Yahudi Mahallesi’nde, ondan sonra Bahçelievler ve sonrasında da hâlen oturduğum Küçükesat’a taşındık. Ankara’ya olan tutkum lise yıllarında başladı. Sınıf arkadaşlarımdan Ankara yerlisi olanlar vardı. Onlarla kaynaştıkça, ortak tanıdıklar çıktı. Zaten özümde olan Ankara sevdam daha da pekleşti. Sonrasında 1971’de sahaf arkadaşlarla tanıştım. Onların sayesinde de koleksiyonerlerle tanışma fırsatı buldum. Sorarlardı bana ‘Ne biriktiriyorsun?’ diye. O zaman pul biriktiriyorum. ‘Ya bırak pulu mulu. Madem Ankara’nın yerlisisin Ankara ile ilgili bir şeyler biriktirmeye başla’ dediler. O zaman Ankara kartpostalları biriktirmeye başladım. Kartpostallar giderek kitaplara, kitaplar giderek efemeralara dönüştü. Kitap sayısı o kadar çoğaldı ki, en sonunda 6-7 koli Ankara kitabımı Atılım Üniversitesi’ne bağışladım. İşim gücüm Ankara oldu. Niye Ankara sorusunu çok soruyorlar. Belki başka bir yerde yaşasaydım, orası için de aynı şeyleri yapardım. Ankara için genelde ‘gri şehir’ derler. Ankara beş kez başkent olmuş bir kent. Üzerine geleni önce iter, sonra şehri tanımaya başlayıp içinde kayboldukça sizi öyle bir sarıp sarmalar ki, bırakmaz. Büyük Atatürk’ün bu kentin bağrında yatması da, kenti sevmemin en büyük nedenidir. Büyük Önderimiz, ‘Ben Ankara’yı coğrafya kitaplarından değil, tarih kitaplarından öğrendim.’” demiştir.

    Benim derdim hep Ankara oldu. Bu sefer Ankara fotoğrafları ile mimari eserleri hakkında araştırma yapmaya, bilgi, belge toplamaya başladım. Yapılmayan işler üzerinde daha da yoğunlaştım. Çalışmalarımın büyük çoğunluğu zaten Ankara üzerine. Yeni çalışmam ise, 19 Mayıs Stadı.. 19 Mayıs Stadı Türkiye’nin ilk modern stadıydı.  Yıkıldı yerine devasa bir stadyum yapılmakta. Kitap çalışması devam etmekte, yeni stadı TOKİ iki firmaya yaptırıyor. Kitabın baskısı için destek isteyeceğiz. Para pul istemiyoruz, reklam da verebilirsiniz, yeter ki kitap basılsın diyeceğiz.  Umarım isteğimiz sonucu alırız.

    Devlet Halk Dansları Topluluğu (DHDT) serüvenine sonra geleceğim dediniz. Herhâlde fotoğrafa başlamanız o yıllara denk geliyor?

    Evet, doğrudur. Başta dediğim gibi DHDT’na 1975 açılan sınavı kazanarak girdim. Burada dört yıl kaldım ve dünya birincilikleri alan ekiplerde yer aldım. Bu arada toplulukla birlikte 1976 yılında Özbekistan, Gürcistan ve Moskova’yı kapsayan büyük bir turne yaptık. 120 kişilik bir kafile idi. Kafilede TRT’den Cinuşen TANRIKORUR, Cenk KORAY,  Devlet Tiyatrosu’ndan Ayten ve Cüneyt GÖKÇER de vardı. Hepsi rahmetli oldu. O zamanlar Ozan SAĞDIÇ Hoca da bizimle beraberdi ve Bakanlığın tanıtım fotoğrafçısıydı. Temsillerden arta kalan zamanlarda geziyorduk. Ozan Hoca elinde Leica fotoğraf makinesi, fotoğraf çekiyordu. Bu beni çok etkiledi ve Ozan Hocaya ‘ben de fotoğraf çekmek istiyorum, ne yapmam gerek’ diye sordum. Ozan Hoca ‘Rusların Zenit marka bir makinası var, yanında bir de agrandisör al burada ucuz’ dedi. Bende Zenit fotoğraf makinesi ile bir tane de çanta tipi agrandisör aldım ve ülkeye dönüşte fotoğraf çekmeye başladım. O zamanlar bu kadar fotoğraf ile ilgili kitap, doküman yoktu. Fotoğraf hocalarının yanına yaklaşamıyorduk. Hocalar ya bilmediğinden ya da bilmeni istemediğinden cevap vermezlerdi. 

    Karanlık oda kurmak, film banyo etmek, fotoğraf basmak bu kadar kolay mı?

    Bilmeyene her şey zor.
    Tüm zorlukları yenip, sabırla işin üzerine gitmek lazım.
    Ben de öyle yaptım.

    Karanlık odayı, topluluktan bir arkadaşın evine kurduk. İlk başlarda çok kimyasal, film ve kâğıt harcadık. Masrafları bölüşüyorduk. Yavaş yavaş, film ve kart banyosunu yapmayı, baskı tekniklerini öğrendik. Ama, öğrendikçe bu sefer eldeki ekipman az gelmeye başladı.

    İlk Nikon marka fotoğraf makinası almanızdan da bahsedebilir misiniz?

    DHDT’dan askerlik nedeniyle ayrıldıktan sonra, topluluğa tekrar dönmedim. Babamın işleri ile uğraştım. Bu arada USA’dan bir teklif geldi. Amerika’ya oyun öğretmek için davet ediliyordum. Gittim ve dört ay boyunca 23 eyalette ders verdim.

    Washington DC’de bir Amerikalının evinde kalıyordum. Amerikalı benim elimde Zenit’i görünce şaşırdı, inceledi: Daha önce hiç Zenit fotoğraf makinası görmemiş. Ben bu arkadaşa ‘Nikon marka bir fotoğraf makinası almak istiyorum’ dedim. Arkadaşım ‘kaç dolarlık olsun’ dedi. Ben de ‘100 dolarlık olsun’ dedim. O ‘150 dolar verirsen iyi bir makine alabiliriz, ben de Nikon’cuyum’ dedi. ‘ben ancak 100 dolar verebilirim’ dedim ve sonunda ‘peki 100 dolarlık fotoğraf makinasına bakalım’ dedi. Amerikalı arkadaşım ‘sen gideceğin adresi bana ver, siz Teksas’a varana kadar makine o adrese gelir’ dedi. Ertesi gün Washington DC’den Teksas’a hareket ettik. Teksas’a yolculuğumuz üç gün sürdü. Teksas’taki eve geldiğimizde birlikte seyahat ettiğimiz arkadaşın kiracısı ‘size bir paket geldi’ dedi ve paketi bize uzattı. Paketi açtım ve paketin içinden Nikon EM modeli ile bir tane de flaş çıktı. İlk Nikon’umu böyle almıştım.

    Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD)’ne girişiniz nasıl oldu?

    1976 yılından itibaren ne görsem çekiyordum. Bu bilinçsiz bir yaklaşımdı. 1989 yılında bu dernekte neler oluyor diye, AFSAD’ın kapısını çaldım. Bana temel fotoğraf eğitimine katılmam, eğitim sonunda seçici kurula fotoğraf vermem ve asıl üyelik için beklemem gerektiği söylendi. Oysa 1976 yılında benim karanlık odam vardı. Mecburen AFSAD’da temel fotoğraf eğitimini aldım. AFSAD’a gittiğimde iki fotoğraf makinam üç tane de objektifim yanımdaydı. O tarihte AFSAD’ın elinde eğitime katkı sağlayacak ekipman fazla değildi. Eğitim süreci bitti. Derneğe sıkça gitmeye, etkinlikleri kaçırmamaya başladım. Ama 1968 yılından başlayan bir dernekçiliğim vardı. Aramızda geçen konuşmalarda bu özellik sıkça ortaya çıkmaya başladı. Bu dikkat çekmiş olmalı ki, benden fotoğraf istediler, 10 dia verdim, dialar beğenildi ve uzun süre asil üyeliği bekleme zahmeti olmadan üyeliğe kabul edildim ancak kanımca dernekçilik hakkında görüşlerimin de üyelikte etkisi olmuştur. Şunu da söylemeden geçemeyeceğim. AFSAD bana geniş bir arkadaş çevresi ve fotoğrafı kaygı ile çekme özelliğini kazandırmıştır. Arkadaş çevremin yarısı halk oyunlarından ise, yarısı da fotoğraf camiasındandır. Üyeliğim boyunca AFSAD’ta yoğun olarak çalıştım.

    AFSAD’ın Kırgızistan sergisi nasıl oldu?

    Daha önce dediğim gibi AFSAD’ta çok yoğun çalıştım. Sergi gösteri biriminde yer alıyordum.AFSAD’ın kuruluşunun 15. yılı kapsamında sergi için bir ekip kuruldu. Bu grup ben, Tarık YURTGEZER, Doğanay SEVİNDİK, Gülnaz ÇOLAK, Gürsel GÖKÇE, Cengiz Oğuz GÜMRÜKÇÜ, Firdevs KARAPINAR, İbrahim MERİÇ’ten oluşuyordu. Eski Çalışma Bakanı Yaşar OKUYAN’ın İmbat Fuarcılık isimli firması vardı. Bu firma AFSAD’a ‘Kırgızistan’da, Kazakistan’da, Katar veya Dubai’de Türk fuarı açacağım, siz de fotoğraf sergisi açın’ demiş. Firmanın devletten maddi destek alması için sanatsal bir kaç serginin de olması gerekiyormuş. 1992’de AFSAD’ın 15. yılı çalışmalarında çok çalıştığımızdan AFSAD bizi ödüllendirmek için yurt dışına göndermeye karar vermiş. Değişik arkadaşlar farklı yerlere,. Biz de Tarık YURTGEZER ile birlikte Kırgızistan’a gittik, AFSAD’ın sergisini astık.  10 gün kaldık ve döndük.

    Çankaya Belediyesi’nde Belediye muhabirliğiniz nasıl oldu?

    1992 yılında AFSAD’ın kuruluşunun 15.Yılı kutlandı, bundan daha önce bahsettim. Sevgili dostum Mehmet Arslan Güven’le 1989 yılında tanıştım. Sonra onun asistanlığını yaptım. Dernek yönetiminde de yer alıyordu. Aynı zamanda Çankaya Belediyesi CHP Grup Başkan vekili ve meclis üyesiydi. Babam firmayı asker dönüşü bana devretmiş, bir ustamızı da firmaya ortak etmişti (1980-1992). Babamın 1991’de vefatı ile ortağım ile anlaşamadım ve şirketi ona devrettim. Yani işsiz kalmıştım. Dönemin Çankaya Belediye Başkanı Doğan TAŞDELEN, Fransız Kültür Merkezi’nde AFSAD 15. Yıl Sergisini gezerken, benim fotoğrafın önüne geldi ve uzunca bir süre baktıktan sonra ‘bu fotoğraf kimin’ diye sordu. Ben de ‘benim’ dedim Bana ‘ne iş yapıyorsun’ diye sordu, ben de ‘işsizim’ dedim. ‘Bu arkadaş yarın gelip dilekçe versin işe başlasın’ dedi. Ancak belediyeye başlamam 1993 yılını buldu. Belediyeye bu şekilde başladım. Burada 2-2,5 yıl çalıştım. Bu dönem benim alt yapımı kuvvetlendirdi. Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürlüğü gazete bürosu gibi çalışıyordu. Çalışanların hepsi basın yayın bölümü mezunuydu. Orası bana fotoğrafın başka bir yönünü foto muhabirliğini öğrenmem ve araştırmam için basamak oldu.

    ÇİZGİLER Albümü nasıl ortaya çıktı? ÇİZGİLER’in Almanya yolculuğu nasıl gerçekleşti?

    AFSAD’ta Resul Baştuğ, Adnan Buldan, Mete Akoğuz isimli arkadaşlarım vardı. Sohbetlerimizde birbirimize fotoğrafları gösteriyor, üzerinde konuşuyorduk. Ortak görüş, birbirimizden habersiz, grafik ağırlıklı fotoğraflar ürettiğimiz üzerineydi. Bunun üzerine bir grup kurmaya karar verdik. Grubun adı Uğur, Mete, Adnan ve Resul’un baş harflerinden oluşan UMAR idi. İlk sergi AFSAD’ta oldu. Sonra üniversitelerde dia gösterileri bunu takip etti. Adana’ya davet aldık, orada da bir gösteri yaptık. İşi daha ileri götürdük, bir albüm yapmaya karar verdik. Ancak yeterli paramız yoktu. Şans yardım etti. Bir reklam firmasından teklif geldi, teklif Çimento Sanayi Şirketi’ne ait uçağın çekim işi idi. İşler yaver gitti, çekim başarılı oldu, oradan bir miktar para kazandık.

    O zamanlar Turizm Bakanlığı, turistik yerlerin dialarını fotoğrafçılardan satın alıyordu. Bu fotoğrafçılar için önemli bir kazanç kapısıydı. Elimizdeki dialara baktık, turistik yerler olanları ayırdık ve bakanlığa gönderdik, oradan da alım oldu. Çankaya Belediyesi’nin bir ticari şirketi olan Halk SU’dan reklam aldık. Yeterli parayı oluşturunca, Çizgiler albümünü bastırdık. 500 adet basıldı, dördümüz eşit olarak bölüştük. Para kazanmadık, eşe dosta dağıttık. Albümü Alman Kültür Derneği’nde bir dostumuza da vermiştik. Dostumuz bizden habersiz, Almanya’ya göndermiş, Almanya’da beğenilmiş, bize bir sergi teklifi geldi. 1995’te Mannheim-Abendakademie de sergi açtık, dört kişi gittik ve çok iyi karşılandık.20 günlük sergi dört ay kaldı. Ancak, sergi toplandığında bir depoda nasıl olduysa fotoğraflar kaybolmuş, fotoğrafları tanzim ettiler. Oradan gelen para ile fotoğraflar yeniden basıldı ve bu kez 1996’da Ankara Devlet Resim Heykel Müzesi’nde Kemik İliği Vakfı yararına bir sergi açtık. Fotoğraf satışından gelen parayı da Kemik İliği Vakfı’na bağışladık.

    BYEGM ‘de (Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü) işe başlamanız hakkında bir şeyler söylemek ister misiniz?

    Belediyede çalışırken, BYEGM’de çalışanbir arkadaş burada bir kadro boşaldı, bir dilekçe ver buraya geç dedi. O zamanlar sınav yok tabii. Hemen bir dilekçe verdim ve oraya kabul ettiler. Yıl 1995. Tabii hemen fotoğraf makinesi vermediler ve karanlık odada çalışmaya başladım ama bir fotoğrafçı için kelimenin tam anlamıyla bir cennet. İki üç sene sonra arşivin başına sen geç dediler. Kurs görmem için Devlet Arşivleri Müdürlüğüne gönderdiler. Folklordan dolayı zaten aşinayım araştırmaya. Arşivi açıyorum Othmar PFERSCHY (1898-1984)’ın çektiği fotoğrafların negatifleri, inanılmaz bir arşivdi. Sevinçten çıldırmamak elde değildi ve başta dediğim gibi benim için tam bir cennetti. BYEGM’de ayrıca renkli baskıyı, makinede baskı yapmayı öğrendim. Othmar benim örnek aldığım fotoğrafçılardan biri oldu. Onunla ilgili epey belge topladım, belki küçük bir sergi yaparım. Nasip.

    BYEGM’ndeki tek işiniz bu muydu?

    Tabii ki hayır. Dönemin Başbakanlarından ve Sayın Süleyman DEMİREL’den başlayarak; Mesut YILMAZ’dan, Tansu ÇİLLER’e, Necmettin ERBAKAN’dan, Bülent ECEVİT’e, Abdullah GÜL’den, Recep Tayyip ERDOĞAN’a kadar yedi başbakanımızın yurt içi ve yurt dışı gezilerinde yer aldım ve fotoğraflarını çektim. 1995’den 2007 yılına kadar burada görev yaptım.

    AFSAD’tan ne zaman ayrıldınız? Sonraki çalışmalarınız neler oldu?

    1996 yılında AFSAD üyeliğinden ayrıldım. Kolektif çalışmalara karşı değilim ama fotoğraf ferdi bir iştir. Ayrıca derneğe bakış açım farklı idi. Ayrıldım ama gönül bağım hâlâ sürmekte. Edindiğim dostlukların çoğu AFSAD sayesindedir.

    Kızılötesi fotoğrafla tanışmanız ve çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

    Türkiye’de Kızılötesi fotoğrafı sergi ve albüm bazında ilk yapan Reha AKÇAKAYA’dır, İstanbul’da yaşıyor ve kendisi mühendistir. Kızılay’daki Dost Kitabevi’nin alt katında galeri vardı. Reha AKÇAKAYA burada Kızılötesi fotoğraf sergisi açtı. Bu sergiye gittim, ağaçlar beyazdı, gökyüzü, bulutlar abartılı, sular siyah, kendi kendime ‘bu nedir’ dedim, görüntüler beni çok etkiledi. Reha AKÇAKAYA ile bir şekilde tanıştım. Reha AKÇAKAYA, ‘bu özel filmle yapılan bir çekim, fotoğraf makinesinin arka kapağı plastik olmayacak, filmi zifiri karanlıkta takıp, çıkaracaksın, çelik tankta banyo edeceksin, çelik tank yoksa plastik tankta ve üzerine alüminyum folyo saracaksın, çekim aşamasında, objektifte red mark ona getireceksin netliğini bozacaksın çünkü kızılötesinde insan gözünün netlemesi farklı oluyor ve bu filmden Türkiye’de yok’ dedi. Bu filmi o zamanlar bildiğim kadarıyla sadece Kodak üretiyordu. Sonra İlford da üretmeye başladı. Japonlara ben halkoyunları öğretirken arkadaşlıklar kurmuştuk. Japonlar Türkiye’ye gelirken ‘ne istersiniz’ dediklerinde hemen kızılötesi film istiyordum. Japonlar 10’ar 20’şer film getiriyorlardı. Kızılötesi fotoğraf, kızılötesi ışınlara duyarlı sensörlerle, kamera filtreleriyle veya filmlerle pozlanmış fotoğraflara deniyor. Kızılötesi fotoğrafta, sensörler ve filtreler normal fotoğraflardan farklı olarak, görünmeyen kızılötesi ışığı algılayabilirler ya da filtrelenebilirler. Bu özellik, özellikle manzara ve portre fotoğraflarında farklı bir görsellik yaratır. Işık çok hızlı hareket eden elektromanyetik dalgadır. Bu elektromanyetik dalganın boyu 6000 nm ile 0,0005 nm arasında değişebilmektedir. Işık dalga boylarının tamamının gözümüz tarafından algılanması mümkün değildir. Işığın gözümüzün algılayabildiği (gördüğü) bölümüne görünür spektrum denir. Bu bölge, mor 400 nm ile kırmızı da 700 nm dalga boyu ile sınırlıdır. Gün ışığı beyaz renkte bir ışıktır. Homojen bir yapıda değildir. Farklı dalga boyundaki ışıklar bir araya gelerek gün ışığını meydana getirir. Eğer gün ışığı bir prizmadan geçirilecek olursak gün ışığını oluşturan ve her biri farklı dalga boyundaki ışıklara ve renklere ayrılır. Bu her bir fark dalga boyundaki ışıklar bizim renk diye adlandırdığımız kavramı meydana getirirler. Bu renkli ışık demetleri tekrar birleştirilirse beyaz gün ışığı meydana gelir. Beyaz ışığın, kendisi oluşturan farklı dalga boyundaki renkli ışıklarına ayrılmasına ışık tayfı, renk tayfı denir. Işık tayfı incelendiği zaman, mordan [lacivert, mavi, yeşil, sarı ve turuncu] kırmızıya doğru çeşitli renkler oluşur. Bu renkler alt alta sıralanırsa beyaz ışık şu renklerin birleşiminden oluşur. Gün ışığının bileşiminde en küçük dalga boyuna sahip olan ışıma 400 nm ile mordur. 400 nm’den daha küçük dalga boyuna sahip ışımaya morötesi [Ultraviyole (UV)] adı verilir. UV ile gün ışığı arasından sınır tam olarak 400 nm değildir. 350 nm ye kadar olan UV ışımalar göz ile de görülebilir. En büyük dalga boyu ise 700 nm ile kırmızıdır. 700 nm den daha büyük dalga boyuna sahip olan ışımalara da IR infrared yani kızılötesi adı verilir. 700 nm ile 1350 nm arasındaki bölgeye de infrared bölgesi denir. Kızılötesi ışıkta insan gözü bir şey göremez. Sağlıklı bitkilerin yaprakları gün ışığını emer, infrared olarak yansıtırlar ve görüntüde yeşillikler beyaz renkte gözükür, gökyüzü ve bulutlar abartılı bir hâlde gözükür.

    “Bir Başka Ankara” Kızılötesi Fotoğraflar albümünüz hakkında neler söylemek istersiniz?

    Kızılötesi / Infrared filmler gelince Resul BAŞTUĞ ile ikimiz Ankara’yı çekmeye başladık. Resul BAŞTUĞ banyolarını yaptı. ÇSM’de sergisini açtık. Bu sergi ilk sergimizdi ve yer yerinden oynadı. Daha önce Ankara konulu hiç kızılötesi fotoğraf sergisi açılmamıştı ve sergide 40 civarında fotoğraf sergilendi. Daha sonra Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi galerisinde tekrarladık. Tripod Fotoğrafçılık bize banyolar için sponsor oldu. Sergi çok iyi geçti. Albümü de, sonra Resul’le anlaşamadığım için “Bir başka Ankara” olarak 2005’de yaptım. Albümü basan matbaa kötü olduğu için albüm de kötü oldu. Başta dediğim gibi, film Türkiye’de bulunmuyordu. Kodak firmasının Türkiye Müdürü rahmetle andığım Bülent Nart’a bu filmden getirmesini rica ettim. Önce olumsuz baktı, sonra 500 tane getirdi ve hemen hepsi bir haftada bitti. Ardından daha çok sipariş verdi ve kızılötesi film böylece Türkiye piyasasına girmiş oldu.

    Kodak firmasının size maddi olarak desteği oldu mu veya sponsorluk yaptı mı?

    Kodak Firması, rahmetli Bülent Nart sayesinde,  2008’de yayımlananTürkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi – Osmanlı’dan 1960’a’ kitabımın tümünün,  sponsorluğunu üstlendi.

    BYEGM’den emekli olduktan sonra neler yaptınız?

    Daha önce bahsetmiştim, Çankaya Belediyesi’nde çalışırken, foto muhabirliğine de adım atmıştım. Belediye foto muhabirliği yapıyordum. O zaman Türk Basın Tarihi ile ilgili literatürü taramaya başladım. Enver Behnan Şapolyo’nun, Nuri İnuğur’un ve diğer başka yazarların yazdığı basın tarihi kitaplarında foto muhabirlerinin adı geçmiyordu. Bu dikkatimi çekti ve Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi adını verdiğim bir çalışmaya başlayarak doküman toplama işine girdim. Başlangıçta Osmanlı’dan Günümüze diye başladığım işin beni çok zorlayacağını anladım. Arkadaşlarım, bunu iki bölüm hâlinde yapmamı tavsiye ettiler. Ben de Osmanlı’dan 1960’a, 1960’dan Günümüze olarak iki kısma ayırdım. Ancak, taramalarımda kaynak olarak hep bir kitabın adı çıkıyordu. Orhan Koloğlu Hoca’nın “Basınımızda resmin ve fotoğrafın başlaması”.Bu kitap Yenimahalle’de bir yayın evinde basılmış, aradım aradım bulamadım, artık ümidi kestim.1995 yılında belediyede iken başladığım araştırma beni ümitsizliğe sevk etti.  Bir gün BYEGM’de laboratuvarda çalışırken müdürümüz beni telefon ile arayarak ‘bir misafirimiz geldi, mutlaka görmen gerek’ dedi ve odasına çağırdı. Müdürün odasına girdim, karşımda kimi görsem beğenirsiniz, Orhan KOLOĞLU! Yani onca zaman kitabını aradığım insan şimdi karşımdaydı ve benim için inanılmaz bir şeydi. Hemen gittim ve elini öptüm. Hemen ‘Hocam ben sizin kitabınızı beş senedir arıyorum, bulamadım’ dedim. ‘Uğur’cuğum bende bir tane var, adresini ver sana fotokopisini çekip göndereyim’ dedi. Hemen adresimi yazdım Orhan Hocamıza verdim. Bu arada mutluluğumu anlatamam. Bu kitabın içeriği Servet-i Fünun’dan başlıyor, Servet-i Fünun koleksiyonu ise, BYEGM (Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü) kütüphanesinde var, eski Türkçe biliyor musun?’ dedi. Ben de ‘eski Türkçe bilmiyorum da rakamları okurum, oradan cildini bulurum ayrıca bilen arkadaşlarım da var orada’ dedim. Bana bir liste gönderdi, şurada şu var, burada bu var diye. Ben hemen listeyi aldım ve kütüphaneye gittim. Listede ne yazıyorsa aynen orada sayfasına kadar vardı. Bu arada kitap fotokopisi bir hafta sonra adresime geldi. Sonraki yıllarda da bir sahafta şans eseri kitabın aslını bulup aldım. Hem fotokopisi, hem de aslı yan yana kitaplığımda yer almakta.

    Basın fotoğrafçılığı ile ilgili bir iki kitap dışında bir şey yoktu. Ben de gazeteleri arayarak bilgi edinmeye çalışıyorum. Hürriyet gazetesinden editöre telefon ediyorum, ‘ağabey seni sonra arayayım’ diyor aramıyor, vaktim yok diyor, beş saniyelik bir işi yaptıramadım. Anadolu Ajansı ve biraz da Cumhuriyet gazetesi yardımcı oldu, diğer gazetelerin hiçbirinden geri bildirim yapan olmadı. Kitap çıkınca bu defada ‘ben niye yokum’ serzenişleri oldu. Ben de onlara ‘ben sizden yazılı olarak (e-posta) bilgi istedim ama siz bir şey göndermemişsiniz ben ne yapayım’ dedim. Belediyede çalışırken başlayan araştırmam, BYEGM’de devam etmiş, ilk bölümü yayımlamam ancak emekli olduktan sonra 2008 yılında gerçekleşmişti. 13 sene süren meşakkatli bir iş. Çalışmanın devamı olan Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi 1960’dan Günümüze ise, 2011 yılında bitti. 2010 yılına kadar olan gelişmeler vs. Aradan 15 yıl geçti. Güncellenmesi gerek, ama kılını kıpırdatan yok. Ben üzerime düşeni yaptım. Çok gurur duyduğum bir çalışma olup, foto muhabirliğini konu alan alanındaki iki ciltlik tek kitaptır.

    Fotografya isimli internet sitesinin 31. sayısında bir makaleniz var. Bu makalenizin bir yerinde “(…) …Damat Ferit zamanında İstanbul’da verilmiş olan 1920-1336 tarihli şu fetvayı okudu:

    -Zeydümüslimin insan ve sair ziruh olan hayvan suretlerini alâküllihal tasviri şer’an haram olur mu?

    -El cevap: Olur.

    -Bu surette suveri mezkûrenin hane ve sair mevazide ittihazı tahrimen mekruh olur mu?

    -El cevap : Olur” bunun günümüz Türkçe karşılığı nedir?

    O zamanlar dergiler çıkarken, Şeyhülislamlar fotoğrafın yasak ve haram olduğuna dair fetva veriyorlar. Bu fetva Servet-i Fünûn dergisinin üçüncü sayısında kırılıyor ve dergide fotoğraflara da yer verilmeye başlanıyor. Servet-i Fünûn sahibi Ahmet İhsan Bey Saray’da görevli ve etkili bir kişinin damadı. Ahmet İhsan Bey aynı zamanda saraydan da sponsorluklar alıyor. Derginin üçüncü sayısında Ahmet Vefik Paşa’nın fotoğrafını yayınlıyor. İslam’da fotoğraf yasak ama Ahmet Vefik Paşa Saray tarafından çok sevildiği için kimse bir şey diyemiyor. Sonraki sayılarda, yurt dışından alınan insan, hayvan fotoğrafları yayınlanıyor. Bununla İslam Dünyası’nda basılı yayınlarda insan ve hayvan fotoğrafı yayınlansın mı yayınlanmasın mı tartışması yaşanıyor. Yukarıdaki pasaj bu tartışmanın bir bölümüdür. Servet-i Fünun, TBFT kitabımın ilk cildinde epey yer almakta.

    BYEGM’den emekli olduktan sonra, yayın işine daha fazla vakit buldum. Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi (TBFGT) kitabı da bahsettiğim gibi o döneme rastlıyor. Sonra yayınlar dışında gösteriler, söyleşiler, sergiler zamanımı almaya başladı. Ankara üzerine yapılmamışlar üzerine mesai harcadım. 2013 yılında, bir başka kitap, Ankara yok edilen bir tesisin öyküsü /Atış Poligonu çıktı.

    Atış poligonu hakkındaki çalışmanız ile ilgili neler söylemek istersiniz?

    Emekli olmadan önce, BYEGM’nin arşivini düzenlerken bir negatife rastladım. Bu negatif neresi diye merakla araştırırken Anayasa Mahkemesi eski başkan vekili, Ankara’yı çok iyi bilen yazan, çizen Güven DİNÇER ağabeyime sordum. Güven Ağabey ‘o Atış Poligonu’ dedi. Güven Ağabey ‘Atış Poligonu diye bir yer mi var?’ dedim. ‘Vardı’ dedi. Negatifte 19 Mayıs Stadı’nın inşaat hâli de görünüyor. Bu negatiften hareketle atış poligonunu araştırmaya başladım. Poligon hakkında bilgi almak için çalmadığım kapı kalmadı. En son Mimarlar Odasına gittim. ‘Atış poligonu hakkında bir araştırma yapıyorum sizde bilgi var mı’ dedim.

    Görevli ‘içeride bir hocamız oturuyor, Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde profesör ona sorabilirsiniz’ dedi. Görevlinin gösterdiği hocaya ‘Hocam atış poligonu ilgili bir çalışma yapıyorum, bilginiz var mı?’ diye sordum. ‘Kardeşim o Zir Vadisi’nde’ dedi. ‘Hocam orası askerî poligon’ dedim. ‘Atış poligonu ile ilgili bilgiyi La Turquie Kemaliste dergisinde bulabilirsin’ dedi. Bende ‘Hocam ben zaten BYEGM’den emekliyim, dergiyi iyi biliyorum’ dedim. Hoca ‘başka yerde atış poligonu yok’ dedi. Bunu duyunca kitabı çıkaramayacağım diye üzülmeye başladım. Bir gün bir yakınımız telefon etti ve ‘bir fotoğrafçının negatifleri var, öldüğü için negatifleri çöpe atacaklar gel bak’ dedi. Hemen gittim, bir kutu içinde atış poligonunun negatifleri çıkmasın mı? Nasıl sevindiğimi anlatamam. Bir arkadaşım ‘benim babam albaydı, atış poligonuna çok giderdi’ dedi ve birkaç fotoğraf da o verdi.

    Böylece kitap için yeterli görsele kavuşmuş oldum. Belgesel çalışmak meşakkatli ve sabır gerektiren bir yolculuktur.  Şans faktörü de önemlidir. Kitabın basılması on yıllık bir süreci buldu.

    2013 yılında Ankara Kulübü tarafından Ankara’ya hizmet ödülüne layık görüldüm. Ödülü rahmetli Adnan Turani Hoca ve Prof. Dr. Mehmet Haberal ve diğer hocalar ile paylaştım. Gurur duyduğum bir ödüldür.

    Yıldız Albümlerinde Ankara isimli albümünüzden bahsedebilir misiniz?

    Yıldız Albümlerinde Ankara’yı, BYEGM bastı. Fotoğraf konusunda Millî Eğitim Bakanlığı (MEB)’nın arşivi çok iyidir. Bazen fotoğraf gerektiğinde oradan bulabiliyorduk. Sonra yapılan bir protokole tüm arşiv BYEGM’ye geçti. MEB Yıldız albümleri ile ilgili bir çalışma yapmış, bir sergide bazı fotoğrafları kullanmıştı. Ben de bu albümü çalışmaya başladım. Bunun için İstanbul’a, İstanbul Üniversitesi Nadir Eserler Kütüphanesi’ne gittim, bu gidişler 4-5 kez oldu ve arşivden yayın hakkı için gerekli ödemeyi yaparak 64 tane fotoğrafı aldım. Fotoğraflar bakılacak gibi değildi. Bir arkadaşım fotoğrafları Photoshop’ta güzelce temizledi. Bu arada ben BYEGM’den emekli olmuştum.

    Ben emekli olduktan sonra yeni gelen şube müdürü beni aradı: ‘Uğur Ağabey bize yardım et.’ ‘Sen Ankara’yı iyi biliyorsun, Ankara’nın başkent oluşunun 90. yılı nedeniyle kitap yapacağız’ dedi.

    Arşiviniz çok iyi ‘90 Karede Ankara’ isimli kitap yapabilirsiniz, isterseniz 90 tane fotoğrafı ben seçeyim’ dedim. Hemen aklıma benim daha önce hazırladığım Yıldız Albümü fotoğrafları geldi ve müdüre bunu önerdim. Ankara’yı çok iyi bilen bir ağabeyim var, belki iki kitap olabilir dedim. ‘Turan Tanyer, bir de ona danışalım’ dedim. O da, arşivden faydalanarak Ankara 1930-1960 kitabını hazırladı. İki kitabın da baskısını da BYEGM yaptı. Kitabın tanıtımı, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapıldı. Kitaplar satışa konmadı. Genel müdürlüğe gelenlere armağan edildi. Yani prestij yayını oldu.

    2014- Bu kez bir sergi- Yine Kızılötesi fotoğraflar- Görünmeyen Işıkta Ankara sergisi?

    Evet, Kızılötesi çekmeye devam. Ama bu kez sayısal olarak. Ali Değer Usta, Nikon D70 model makinede bir değişiklik yaparak, makineyi kızılötesine duyarlı hâle getirdi. Çekimleri onunla yaptım. Dört arkadaş, Cer Modern’de sergi açtık. Her birimiz ayrı konularda. Ben 30 sayısal çekim kızılötesi fotoğrafımla katıldım. Ancak bu çekimlerin yer aldığı ve aynı ismi taşıyan albümü ne yazık ki 2017 yılında yapabildim. İki kızılötesi albümden ilki analog, ikincisi sayısal çekimlerden oluşuyor.

    Yıl 2015, bir yayın daha. Bir fotoğraf ustasının yaşam öyküsü Osman Darcan-1909-1963/ Foto Osman. Bunun hakkında ne dersiniz?

    Bir koleksiyoner arkadaşımız var. ‘Osman DARCAN diye biri var, bende de çok fotoğrafı var, bu adamı mutlaka çalışmalısın’ dedi. Fotoğraflara baktım çok çok güzel, zamanının artistleri, bakanları, müzisyenlerin portrelerini çekmiş. Bir başka arkadaşım ‘Uğur sana birini tanıştıracağım’ dedi. Ben de ‘kim’ dedim. ‘Mete DARCAN, Osman Bey’in oğlu, Ankara’nın en önemli gezgini dedi. Ben Mete DARCAN’ı üyesi olduğum TFMD’ne davet ettim.

    Mete Bey sırt çantası ile geldi ve masanın üstüne fotoğrafları döktü. ‘Mete Ağabey bunun bir sergisini bir de kitabını yapalım’ dedim. Önce ikna olmadı, sonunda ısrarıma olumlu cevap verdi. Bu vesile ile tanıştığım kankam Sabahattin Ergin’le iki sene gece gündüz çalıştık ve sergiyi açtık, bu kitabı da çıkarttık. Kitabın sponsoru Darcan ailesi oldu. Sergi boyunca satılan kitapların geliri de aile tarafından Türk Eğitim Vakfı’na bağışlandı. Osman Bey’le ilgili kitap, Ankara fotoğrafçıları üçlemesinin ilk kitabıdır. Sergi ile ilgili video- youtube’da bulunmakta-Osman Darcan fotoğraf sergisi.

    2015 yılında bir de Sanat Kurumu tarafından Jüri Özel Ödülü ile onurlandırıldım. Benim için önemli ödüllerden birisi.

    Yıl yıl gidelim. 2016. ÇSM’de hiç te istenmeyen bir olaya tanık oldunuz? Büyükelçi Karlov Cinayeti. Bununla ilgili ne dersiniz?

    Evet maalesef. Hâlâ gözümün önünden gitmeyen sahneler. Adını şimdi anmak istemediğim gezgin bir arkadaşım, Kamçatkaya adını verdiği bir Rusya sergisi düzenledi. Rusya Büyükelçiliği sponsorluk yapmıştı. O arkadaşımla birlikte Moskova’ya gitmiş, bir hafta kalmıştık. Orada fotoğraflar da çekmiştim. Sergide benim de iki fotoğrafım vardı. Sergide hazır bulunduk, tam büyükelçi konuşma yaparken silah patladı ve ne yazık ki elçi bir cinayete kurban gitti. Detaylara fazla girmek istemiyorum. Biz yerlere yatmışken, iki tarafımda olanlara seken kurşunlar isabet etmişti. Ortalık kan gölüydü. Olay Fetö kaynaklı bir olaydı. Seken mermilerden biri de Ali Değer’in oğlu Anıl’a gelmişti. Ancak çok büyük bir şey yoktu. Biz Güven Hastanesine giderken, mermi sesleri gelmeye, katil silahını ateşlemeye devam ediyordu. Doğru yerde, doğru zamanda olmak fotoğrafçı için en önemli ögedir. Bir foto muhabiri arkadaşım AP foto muhabiri Burhan Özbilici, fotoğraf çekmeye devam etti. Bu kareleri o’na World Press ödülünü kazandırdı. Olay sonrası daha vahim, sergi düzenleyen arkadaşı Fetö bağlantısı var diye Sincan’a attılar. Tüm mahkemelerini takip ettim. Eşini defalarca Sincan Cezaevi’ne taşıdım, ev hapsinde hiç yalnız bırakmadık. Gel gör ki, sonra beraat edince yaptıklarımın hepsi unutuldu. Yüzümüze bile bakmadı arkadaş. Bu işler böyle. Allah ıslah etsin.

    Yıl 2018. Bu kez başka bir yayın. İkiz kardeşler/ İzmir ve Ankara Paraşüt Kuleleri?

    Atış Poligonu kitabını yapınca, arkada tüm haşmetiyle duran Paraşüt Kulesi ile ilgili çalışma yapmamak olmazdı. Atış Poligonu kitabı çalışmasını yaparken, zaten kule ile ilgili haberleri de dosyaya atıyordum. Yaşadıklarım, ülkedeki kurum arşivlerinin ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor ki, kurumları deşifre etmemek için burada uzun uzun bahsetmeyeceğim. Sponsor yok. Kendi imkânlarımla, ancak 50 adet dijital basıldı. Ancak ISBN aldığım için literatüre girmiş oldu.

    2019-İki yıl duraklama ama bir başka yayın için herhâlde, Ankara’dan Sahneler çalışması için ne diyorsunuz?

    Arşivime attığım konulardan birisi de Ankara filmleri idi. Tamamı ve bir bölümü Ankara’da çekilen ya da adını Ankara’dan alan filmler başlıklı bir dosya. Bu dosya da gelişti. Üzerinde çalışılmamış bir konuydu. 2019 da çalışmayı, Film Yapımcıları Meslek Birliği (FİYAB)’ne sundum. Sağ olsunlar ilgilendiler. Ancak, sektör çalışanlarına verilmek üzere sadece 350 adet basıldı. O yıl bu kez Beysukent Rotary Kulübü tarafından Rotary Meslek Ödülü’ne layık görüldüm.

    Yine bir iki yıl duraklama. Bu arada bu çalışma devam etti. Film sayısında artış oldu. Bu kez Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Mansur Yavaş kitabı belediyeden basmak istediklerini söyledi. Genişletilmiş hâliyle 2021 de tekrar basıldı, pek beni memnun eden bir tasarım olmamasına rağmen, insanlara ücretsiz ulaşacak olmasını bilmek adına bu tasarıma katlandık. Kitap 2000 adet basıldı ve belediyede de kalmamış.

    Aynı yıl Gaybi- Burhan Agâh Özak kitabınız var?

    Burhan Bey, daha önce kitabını ve sergisini yaptığımız Osman Darcan’ın çok yakın arkadaşı. Ressam, grafiker, pul ve milli piyango biletleri tasarımcısı, fotoğrafçı. Trabzon’lu ama Ankara’da yaşamış, ürünlerini burada vermiş birisi. Biz kitabı yapınca, Burhan Bey’in oğlu, Ali Özak ben de babamın arşivini sakladım. Babamın da kitabını yapalım dedi. Onu da yaptık. Kitabın sponsoru, Burhan Bey’in yeğeni Eski bakanlarımızdan Faruk Nafiz Özak oldu. Kitap, Trabzon Vakfı’nda düzenlenen tanıtım ve imza gününde satıldı. Geliri maddi durumu iyi olmayan başarılı öğrencilere verildi. Bu kitap, fotoğrafçılar üçlemesinin ikinci kitabı oldu.

    Yıl,2022. Bu kez Bir fotoğrafçının icadları- Fikret Kaftanoğlu. Bu konuda ne dersiniz?

    Fikret Bey, hem Görçek adını verdiği selfi sistemini yapan, hem de aynı isimli stüdyo makinesini üreten kişi. Üretim yeri bizim eve çok yakın, üç durak aşağıda Olgunlar Durağı’ndaydı.  Bülbülderesi Caddesi’nde geçerken Kaftanoğlu Stüdyo Makinaları asılı tabelayı görüyordum.(Fikret Bey o yıllarda selfi makine üretimini bırakmış, stüdyo makineleri yapmaya başlamış) Ben de fotoğrafla uğraşıyordum ama 1970’li yıllarda bu stüdyo makinesi ilgimi çekmiyordu. O makinadan AFSAD’da ve değerli dostum Ali DEĞER’de var. Ali DEĞER Usta o makinayı koleksiyonuna katmıştı. Bir gün ‘gel bunun bir videosunu yapalım’ dedi. Videoyu Ali DEĞER’in evinde Murat ÖZCAN çekti. O zamanlar selfiden haberim yoktu. Bizim sokağın sonunda İbrahim BOLIŞIK isimli reklamcı bir arkadaşımız var. Onun dükkânına gittik, değerli dostum Sabo (Sabahattin ERGİN) ile Fikret KAFTANOĞLU’nun hakkında konuşurken İbrahim ‘Fikret KAFTANOĞLU benim dayım, torunu benim kuzenim, istersen telefon edeyim hemen gelsin’ dedi. İbrahim aradı, Murat isimli kuzen hemen geldi. Murat, ‘Uğur Ağabey dedemin bütün belgeleri, gazete kupürleri, haberler, fotoğraf, malzemeler, ne istersen bende’ dedi. Ben ‘dedenizin kitap yapacağız’ demenin yollarını ararken, Murat ‘kitabı siz yapın parası da benden’ dedi. Biz donduk kaldık. Aile fertleri birbiri ile görüşmüyordu.   Fikret Bey’in iki oğlu hayatta, Büyük oğlu profesör Bilgin Bey, diğeri de eskiden Kaftanoğlu Stüdyo Makinalarının satıldığı ama şimdi Doğa sporları malzemeleri satan Kaftanoğlu adlı dükkânda iki oğlu ile duran Ersin Bey. Ersin Bey sonra vefat etti. Kendisi ile vefat etmeden önce görüşmüştüm. Fikret Bey’in bir de Nevin adında kızı var. Murat’ın annesi. Nevin Hanım da babası ile ilgili her şeyi anlattı.  Netice de Murat’ın verdiği belgeler, Nevin Hanımın verdiği bilgilerle kitabı yaptık. Bu kez sponsor Murat oldu. Kitabın tanıtım ve imza gününü AFSAD’ta yaptık. Gelirin bir bölümü Tohumluk Vakfı’na gitti.  Kitap için danışmadığım,  Fikret Bey’in büyük oğlu Bilgin Bey’le aramızda nahoş yazışmalar oldu ama gereken cevaplar verildi. Bu kitapla, ortalıkta dolaşan yanlış bilgilerin önüne geçtik ve kitap üçlemenin son kitabı oldu.

    Aynı yıl, bu kez Gaybi-Burhan Agâh Özak kitabından Kütahya Millî Pul Sergisi’de yayın dalında Altın Madalya ve KKTC Ödülü aldık.

    Bu arada söylemeden geçemeyeceğim;

    ÇIKARDIĞIM 14 KİTABIN ALTISINDA, ÜÇ SERGİDE KANKAM, DEĞERLİ KARDEŞİM SABAHATTİN ERGİN’İN BÜYÜK KATKISI VAR. KİTAPLARIN VE SERGİLERİN TASARIMI, DÜZENLEMESİ O’NA AİT. KENDİSİNE ÇOK ŞEY BORÇLUYUM.

    Geldik 2023-2024 yılına. Yine ödüller var. Bunlar neler?

    2023 yılında, Ankara’nın 50 yılını devirmiş bir Halk Müziği ve Oyunları Derneği (HOYAM)’nden HALK BİLİM Ödülü.

    2023 ama 2024 de verilen, yaptığım çalışmaları değerlendiren Türkiye Fotoğraf Sanatı Federasyonu (TFSF) 2023 ödülü. Bu ödüller, yarışmalardan aldığım ödüllerden daha kıymetli benim için.

    Biraz da fotoğrafa, fotoğraf yayınlarına, bunun zorluklarına ve arşivlere dönelim.

    Fotoğrafa yeni başlayanlara ne gibi öğütleriniz olur?

    Yeni başlayan arkadaşlara önerim, önce fotoğrafın temel özelliklerini, teorisini iyi öğrenmeleri. Sonra ne çekeceklerine karar vermeleri. O dalda da ilerlemeleri. Öyle olunca, ekipmanlarını da ona göre hazırlama imkânları olur.

    Yoksa makine ve lens çeşitleri fazlalaşır, makine parkına dönüşür. Bol bol fotoğraf sergilerini gezmeliler, fotoğraf yayınlarını takip etmeliler. Şimdiki nesil daha şanslı, zira hem malzemeye, hem bilgiye daha kolay ulaşabilirler.

    Fotoğraf derneklerinin veya gruplarının bu kadar çok olması hakkında neler söylemek istersiniz?

    Fotoğraf dernekleri fotoğrafa ilgi duyanlara destek oluyor ve eğitimler, söyleşiler ile gösteriler için imkân veriyor. Derneklerin daha aktif ve etkili olması gerekiyor. En başta arşivlerinin düzenli ve talep edildiği takdirde belge ve bilgilere hemen ulaşılabilir olması gerekli. Yönetimler kişiye endeksli ve kısır çekişmeler içinde ‘Küçük olsun, benim olsun’ düşüncesi hâkim olmamalıdır. İki aylık eğitimden sonra ‘ben hocayım’ diyerek derneklerde ders verenler var.

    Ne yazık ki dernekleşme konusunda büyük bir enflasyon mevcut. Dernek ve grup sayısı arttıkça, sorunları çözmek daha zorlaşıyor. Birlikten kuvvet doğar sözü unutulmamalı. Tek vücut hâline gelinse, sorunların ortadan kalkması daha kolay olur.

    Fotoğraf müzesi hakkında görüşlerinizi paylaşabilir misiniz?

    Yapmayı planladığımız, üzerinde 3-4 yıl çalıştığımız ve hüsrana uğradığımız Ankara Kent Müzesi’nin içinde fotoğraf ile ilgili stant da olacaktı. Fotoğraf ve Ankara Seymen bölümünü hazırlamak bana aitti. Sonradan büyük engellemeler ile karşılaştık ve müze işini başaramadık.

    Aslında daha önce, fotoğraf müzesi için dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul GÜNAY ile görüşmüştüm. Mekân verilmesi hâlinde, Ankara’da bir fotoğraf müzesi açmak istediğimizi belirterek ‘Ankara’ya ait tüm eski fotoğrafların, emek veren fotoğrafçıların işlerini ve fotoğraf makinalarının sergileneceği bir mekân yapalım’ dedim. Ertuğrul Bey ‘çok iyi olur’ dedi. Yer olarak da şimdi Yunus Emre Enstitüsü olan eski Tekel Binasını önerdim. Ancak, üzülerek Bakan olduğu hükûmetin bu türde sanat ve kültüre mekân ve zaman ayırmayacaklarını söyledi. Böylece fotoğraf müzesi hayalimiz suya düştü. Ama Ankara Kent Araştırmalar Merkezi hayalim hâlen devam ediyor. Buraya kitaplarımı, elimdeki malzemeleri vermek istiyorum. Ancak böyle bir merkezi oluşturmak için vizyon sahibi yöneticilerin olması gerekiyor.

    Örneğin Gültekin ÇİZGEN Hoca, İstanbul’da bir ilçe belediyesinin desteğiyle bir fotoğraf müzesi kurdu. Belediye Başkanı değişince müzeyi başka işlerde kullandılar. Fotoğraflardan haber yok. Bu fotoğraflar da, Türk Fotoğrafına emek veren önemli fotoğrafçılarınındı.

    Hâlen fotoğraf çekiyor musunuz?

    Çok sık değil. Ama cep telefonu ile ilginç bulduklarımı çekiyorum. 3-4 senedir çektiğim iki konu var, onları da atlamıyorum. Daha çok fotoğraf benim için, gizli kalmış hazinelerin izini sürme aracı, fotoğrafın izini sürmeye devam ediyorum.

    Fotoğraf yarışmaları hakkında, FİAP ünvanları hakkında neler söylemek istersiniz?

    Fotoğraf yarışmaları benim de ilk yıllarımda katıldığım işlerdi. Ancak, hep Ankara konulu yarışmalara girdim. Biri hariç, hiçbiri para ödüllü değildi. Sonra bu işlerin pek önemli olmadığını anladım ve bıraktım. Fotoğraf camiasında ne yazık ki, bu işlere rağbet fazla. Bir yarışma enflasyonu var. Sadece yarışmalar için fotoğraf çekenler, en küçük derneğin ya da belediyenin düzenlediği yarışmayı kaçırmayanlar mevcut. Bir yarışmaya dik kadraj, diğer yarışmaya aynı fotoğrafın yan kadrajını gönderenler. Kazandıkları yarışmaların çetelesini tutanlar. Fotoğrafa ilk başlayanlar, yarışmaları denesinler ama yarışmaların kölesi olmasınlar. Kendilerini tartmak için, belki fotoğraf yollarını kesinleştirmek için olabilir. Bu FİAP için de geçerli. Burada uzun uzun bahsetmek istemiyorum. Bu tür unvan dağıtılan organizasyonlar kapitalizmin sanata el atmasıdır. Bilmem kaç dolar ver, yarışmaya katıl, aynı fotoğrafı başka salonlara ver, onlara da katıl, onlara da para ver. Aldığın puanları topla, FİAP unvanı al, başka yarışmalara gir, AFİAP ol. Böyle gitsin.

    Ustalardan bazıları da bu sele kapılmıştı. Mühim olan unvan değil, fotoğraf dilinin oluşması. Bu da çok kolay bir iş değil. İşin kötüsü, ülkemizde de bazı kurumlar, ünvan dağıtmaya başladı. Alan razı, satan razı. Yolları açık olsun. Bir sergide fotoğraf paspartusunun altında fotoğraf çekenin adı soyadı, altında da Master of the Photography (Fotoğrafın ustası) yazıyordu. Bir başkasında yine ad soyad, Queen of the Photography (Fotoğrafın kraliçesi). Sözün bittiği yer bana göre.

    Bir fotoğraf dergisinin içeriği sizce nasıl olmalı? Ülkemizdeki ve dünyadaki fotoğraf yayıncılığı konusunda ne söylemek istersiniz?

    Fotoğraf dergisi, fotoğrafı besleyen tüm disiplinlerden faydalanmalı. Felsefe, sosyoloji, çevre, antropoloji, etnolojiye dair konular, sanatçıların portfolyoları, albümler, kitaplara yer verilmelidir.

    Fotoğraf 186 yıl önce icat edildi, şimdi fotoğrafın gerçekliğini, manipülasyonunu, yapay zekâsını konuşuyoruz. Teknoloji ile birlikte fotoğraf artık çok hızlı yol alıyor. Bir günde milyarlarca fotoğraf çekiliyor ve servis ediliyor. Hangisi gerçek fotoğraf, hangisi sanal fotoğraf, hangisi yapay zekâ ile üretilmiş artık bilmiyoruz. Ama ben doğrudan fotoğraftan yanayım. Photoshop çıkana kadar fotoğrafın şahitliği kabul ediliyordu. Photoshoptan sonra artık fotoğrafın şahitliği kabul edilmiyor. Yapay zekâ demişken, iletişim çağının son marifeti. Bazen çok iyi, bazen çok şaşırtıcı, bazen de çok ürkütücü ve tehlikeli.

    Hem ülkemizde, hem de diğer ülkelerde fotoğraf yayıncılığı memnuniyet verici. Özellikle ülkemizde çok değerli çalışmalar, imkânsızlıklara rağmen yayınlanmaya devam ediyor. Tarih herkesin yaptığını, iyiyi de kötüyü de kaydediyor.

    Günümüzde her şey elektronik, dijital ve sanal ortamdayken neden basılı hâlde eser üretmeye devam ediyorsunuz?

    Çünkü kitap kalıcı, elektronik, dijital ve sanal ortamlar güvenli değil ve kaybolursa bir daha bulamazsın. Kitap ise her zaman elinde ve ulaşılabilir. Bu kitaplar 100, 200 sene kalabilir, basılı yayına %100 güvenebilirsin, ancak elektronik, dijital ve sanal ortamların yarın ne olacağının garantisi yok ve güvenemezsin. Basılı olmasını istememizin asıl nedeni, eserimizin kütüphanelere girmesi ve 100 sene sonra bizim gibi bir meraklısına kaynak olmasıdır. Elektronik ortamın, sanal dünyanın, sosyal medyanın kaybolma riski %90, ancak basılı yayının kaybolma riski %0’dır.

    Birincisi kayıt altına alınması ikincisi de fiziki varlığı insana güven veriyor. Bu yüzden basılı olarak üretmek benim için mutluluk verici, kâğıda dokunmak, onun kokusunu hissetmek.

    Uğur Hocam sizi bu yayınları yapmaya, maddi ve manevi olarak yorulmanıza, yıpranmanıza neden olan şey nedir? Kendinizi neden bu kadar yoruyorsunuz?

    Sanatla uğraşanların bana göre izlemesi gereken üçleme şu. Yerel, ulusal, uluslararası. Yereli hâlletmeden, ulusal olunmuyor, sonraki aşama ise uluslararası. Yaptığınız işler ses getiren işlerse zaten uluslararası yol da ister istemez açılıyor. Sanatla uğraşanların önce yaşadığı kente, ülkeye vefa borcunu ödemesi gerek. Ben, bu vefa borcunu ödemeye çalışıyor ve yerel hazineleri izini sürüyorum. Yereldeki gizli hazinelerin peşindeyim. Hâlimden de memnunum.

    Normalde her bireyin böyle derdi olması gerekiyor fakat kimse böyle şeyleri dert etmiyor. O vakit ben, sen, bizler o derde düşüyoruz: Senin buraya gelip, söyleşi yapma isteğin nedir? Bundan ne kazanacaksın? Belki manevi bir haz alacaksın. Hepsi o.

    Basılı yayın çıkartmanın zorlukları (maddi-emek) konusunda neler söylemek istersiniz? Kitabın her şeyini hazırlıyorsun, emek veriyorsun ve x kitapevine götürüyorsun, x kitapevi yayın politikasına uygunsa ve diğer kurullarından da onay aldıktan sonra tamam basabiliriz diyor. Örneğin 1000 tane kitap basıyorlar, bu kitaplardan 10 tanesini ve gelirin de sadece %20’sini telif olarak sana veriyorlar. Parasını 6 ay sonra alırsınız. (Tanınmış biriysen, telif ve kitap oranı artar.)

    Diğer taraftan, kitabı siz çıkardınız ama pazarlaması sorun. Bunun için dağıtım firmalarına başvuruyorsunuz. Çoğunlukla %50 ile çalışıyorlar. Kitapevleri konsinye almıyor. Kitabın üzerinde bir yayınevi adı aranıyor. Alsalar bile satılan kitabın parasını yine 6 ay sonra alırsınız. Kitap çıkınca eş dost bedava kitap bekler, birine versen, diğerini atlasan sorun. Yani sıkıntılı bir durum.  Ama arkanızda bir kurum, kuruluş desteği varsa bu sorunlar aza iniyor, hatta yok oluyor. Ünlü bir yazar, araştırmacı isen, kitabın çok baskı yaparsa, her baskıdan telif alırsın, yoksa ben kitap yazdım, bastırdım, para kazandım demek hayaldir. Sponsor ve maddi destek olacak, kurum ya da kuruluş ile sanatsever kişiler bulmak gerekir. Talep ettikleriniz sanattan anlayacak ve destek vermek için gönüllü olacak. Bunu bulursanız işiniz kolaylaşır.

    Yayın işi çok meşakkatli, sorunlu bir iş. Ama yaptığın işin rağbet görmesi, bir yerlerde haber olması, insana manevi bir haz veriyor, her insanda olan ego okşanmış oluyor.

    Kitaplarınızın basım ve dağıtımı sırasında sponsor buldunuz mu veya bulabildiniz mi, bunun ile ilgili anılarınız var mı?

    Baştaki sorularda biraz açıkladım ama biraz konuyu açayım. Grup Umar’la yaptığımız albüm aldığımız bazı desteklerle çıktı. Para kazanmadık.

    Bir Başka Ankara kızılötesi albümü- kendi paramla yapıldı. Sıfır kazanç.

    Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığını Görsel Tarihi 1. Cilt- Kodak sponsorluğunda çıktı, 1000 adet basıldı. Toplu alımlar olduğundan bundan para kazandım.

    Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığını Görsel Tarihi 2. Cilt- %50’si, birinci kitaptan kazandığımla, %50’si Foto Muhabirleri Derneği’nin sponsorluğunda çıktı. Yine toplu satışlar oldu, en azından harcadığımı karşıladı.

    Atış Poligonu-Kendi paramla yapıldı. Satış hüsran, depoda duruyor, ancak ISBN alındığı için literatürde gözüküyor.  

    Yıldız Albümlerinde Ankara-BYEGM tarafından basıldı. Prestij yayını. Bir miktar para verildi.

    Osman Darcan -Aile karşıladı- para kazanmadık, hatta az da olsa harcadık. Ancak ISBN alındığı için literatürde gözüküyor.  

    Görünmeyen Işıkta Ankara albümü, kendi paramla yapıldı. Çok az kazandım, harcamayı karşılamadı. Eşe dosta hediye, bir miktar depoda.

    İkiz Kardeşler- İzmir ve Ankara Paraşüt Kulesi- Kendi paramla 50 adet dijital basıldı. Ancak ISBN alındığı için literatürde gözüküyor. 

    Ankara’dan sahneler 1. Baskı- Az basıldı, satışı olmadı, film sektörüne hediye edildi. Az miktar para kazandım. Ancak ISBN alındığı için literatürde gözüküyor. 

    Ankara’dan sahneler 2. Baskı- 2000 adet basıldı. Bir miktar para kazandım.

    Gaybi-Burhan Agâh Özak ve Bir fotoğrafçının icadları kitaplarını aile karşıladı. Para kazanmadık.

    Akademik yönden atıflara gelirsek; Görüldüğü gibi para kazanma işi yok. Ama kitap basılınca, kanun gereği 8-9 adet kitap devlet kütüphanelerine gönderilmek üzere mecburi olarak veriliyor. Ve bu kitaplar kütüphanelerin envanterine giriyor. Bu da araştırmacılar için kaynak olmasında yarar sağlıyor. Bunu bilmek bile yeter. Birçok kitap ve araştırmada benim çalışmalarıma atıflar var. Orhan KOLOĞLU’nun “Osmanlı Döneminde Basın Teknikleri ve Araçları” isimli eserinde, TFSF’nun Temel Fotoğraf Bilgisi kitabında, Atatürk Üniversitesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Yüksekokulu’nun ders kitabında.

    Akademik çevrelerde de alıntılar yapıldığını biliyorum. Ama takip edemiyorum. Bazen arkadaşlar haber veriyor. Ama bazen sürprizler de oluyor. Antalya’da bir toplantıda bir akademisyen kürsüde, Uğur Kavas isminde birisi var, onun Türkiye’de Basın Fotoğrafçılığının Görsel Tarihi kitabı olmasaydı, birçok ismi toplu olarak bilmeyecektik dedi. Ben de konuşma bitince kendisine kartımı uzattı. Çok şaşırdı, sarıldı. İyi dostum oldu. Böyle şeylerle çok karşılaştım. Tabii ki bunlar insanı manevi yönden besleyen şeyler.

    Arşivcilik hakkında neler söylemek istersiniz?

    Arşiv işi bir birikim işi, üniversitelerde dersleri var, belli kuralları var vs. Hem fiziksel, hem de sayısal arşivlemenin kendine göre zorlukları var. Her ikisi de iyi şartlarda saklanması gerek. Analog makine ile çekilen fotoğrafların negatifini arşivlemek için ısı nem kontrolünü ve ortam şartlarını sağlamak, filmleri kesip, film poşetlerine koymak, poşetlerin üzerine No. Çekim tarihi, konusunu ve çekim yerini belirtmek. Hangi banyo ile kaç dakika yıkandığını not düşmek ve artı olarak filmin kontak baskısını eklemek. Benim arşivimde böyle ve klasörlerde tutuluyor. Sayısalda iş biraz daha kolay, çekilen fotoğrafların infosunu yazmak lazım. Onları flash belleklerde, olabilecek aksaklıklara karşın birkaç kopyalı olarak saklamak önemli. Bir başka yol, analog olarak çekilenlerin taranıp, bir de sayısal hâlde saklanması. Bunlar çok uzun mesai isteyen şeyler.

    Arşiviniz hakkında neler söylemek istersiniz?

    Benimle ilgili bütün belgeler tarihli ve konulu olarak arşivlenmiştir. Yaptığım bütün etkinlikleri (sergi, gösteri vb.) fotoğraflarıyla ve varsa belgeleriyle arşivliyorum. Arşivim 1975’ten itibaren başlıyor. Bunlara efemeralar (gündelik yaşama ait “ıvır zıvır” olarak nitelendirilebilecek kısa ömürlü küçük ve geçici belgeleri ifade eden bir tanımlama) eşlik ediyor. Bu efemeralar yazılarınızı destekler nitelikte belgelerdir, kanıtlardır. Önemsiz olarak gördüğümüz bu küçük parçalar, bir kitap, bir sunum yapacağınız zaman destekleyici unsurlar olarak ortaya çıkar. Bütün kurum ve kuruluşların kendileri ile ilgili en ufak belgeyi saklamaları, arşivleri için çok faydalı olur.

    Uğur Hocam bu odanızda, evinizdeki eserlerin ve malzemelerin maddi değeri için bir rakam söyleyebilir misiniz?

    Giysi ve otantik bebek koleksiyonum biraz kıymetli ama şu kadar eder diyemem. Özellikle halk dansları günlerimden bana sirayet eden giysi aksesuar kısmında çoğu gümüş nadir parçalara sahibim. Kitaplar vs. için manevi değerleri var. Ara Güler’den, Fikret Otyam’a, Ozan Sağdıç’tan, Gökşin Sipahioğlu’na kadar tüm ustaların albümleri adıma imzalıdır. O yüzden değer biçemem. Ama sokaktaki vatandaş için atık kâğıt kadar ederi olabilir.

    Size bir şey olduğunda bu arşiviniz ne olacak?

    Bu aslında sadece benim sorunum değil, fotoğrafla, koleksiyonla uğraşan herkesin sorunu. Bu dünyadan göçen usta fotoğrafçıların arşivleri ne oldu? Allahtan Ara Usta, ölmeden sorunu çözüp, bir holdinge satmıştı. Holding de bunu iyi değerlendirdi. Müze yaptı. Ama örneğin Sabit Kalfagil Hoca’nın arşivi ne oldu? Seyit Ali Ak’ın arşivi ne oldu? Tuğrul Çakar’ın arşivi ne oldu? Meraklı birilerine düşerse, yaşar. Kitap olur, sergi olur. Bizim Osman Darcan’ın, Burhan Özak’ın, Fikret Kaftanoğlu’nun geride kalan arşivinden faydalandığımız gibi. Bir belge bırakarak, ölümüm hâlinde nerelere gitmesini istediğimi yazdım. Gerisi Allah kerim. Sizi misafir ettiğim odamda Ankara hakkında elli tane kitap yazacak belge ve bilgi var. Bir arkadaşım var, kendisi Ankara’nın en büyük koleksiyoncusudur. İki tane de oğlu var, oğulları ilgilenmediği için arkadaşım koleksiyonunu satmaya başladı. 

    Sürekli basın kartınızın size avantajı, faydası oldu mu veya oluyor mu?

    Konumuzla pek ilgili değil ama bilmeyenler için açıklamada bulunayım. Basın Kartı, basın sektöründe çalışanlara işlerinde kolaylık gösterilmesi için devletçe verilmiş bir karttır. Eskiden beri rengi sarı olan (Sarı basın kartı) olarak geçen kartı almak için, belli şartlar mevcuttur. Tahsil, çalıştığın yayın organı, sigortanın 212 olması- bu yıpranma hakkının olması demek- Kart belli bir taşındıktan sürekli kart almaya hak kazanılır (18 Yıl). Eskiden kartın sarı renkte olmasının sebebi, sarı rengin sıcak renk olması, boynunuza kartı astığınız zaman fark edilmesidir. Ne yazık ki, bu iktidar zamanında, her şeyde olduğu gibi basın kart düzenlemesinde de büyük hatalar yapıldı. Basın sektöründe olsun olmasın herkese kart verildi. Kart rengi de sebebini bilmediğimiz değişikliğe uğrayarak Turkuaz’a dönüştü. Ne işe yarıyor derseniz. Müzelerde, ulaşım araçlarında ücretsiz girişe yarıyor. Eskiden uçak, tren, telefon % 50 indirimli idi. Hepsi iptal edildi. Ben kart sayesinde, Sadece araştırmacıların alındığı bazı kütüphanelere rahatça giriyor ve çalışıyorum. Çalışan görevliler de çok yardımcı oldular. Türkiye Foto Muhabirleri Derneği’nin üyesiyim. Bir dönem yönetimde bulundum. Derneğin yayın organı olan Foto Muhabiri Dergisi’nde Yazı İşleri Müdürlüğü yaptım. Dergideki köşemde yazılar yazdım. Sonra ara verdim. 41 sayı basılan dergi, üç sayı sayısal olarak yayımlandı. 45.sayı ile birlikte tekrar basılı olarak yayına girdi. Ben de ara verdiğim yazılara tekrar başladım.

    Ankara ile ilgili yapmak istediğiniz, ya da yapmayı arzuladığınız bir şey var mı?

    Bir stadın öyküsü adlı kitap çalışmam devam ediyor. İnşallah sponsor bulup basarız. Ankara’dan Sahneler kitabının genişletilmiş 3. Baskısı yapmak istediğim bir şey. Yirmi senedir duran ve hâlâ geliştirmeyi bekleyen Ankara Erkek Kıyafetlerinin Tarihçesi- Ankara Seymenleri- Başka yörelerle karşılaştırmalar çalışmasını ölmeden yapmak istiyorum. Ayrıca belki gizli kalmış bir hazineyi ortaya çıkarmak bana nasip olursa, o’nu da yaparız. Ya nasip.

    *Bu söyleşi için öncelikle sanat hayatı 50 yıla yaklaşan Sayın Uğur KAVAS Hocamıza ve bu söyleşiye vesile ve öncülük eden Sayın Tekin ERTUĞ Hocamıza sonsuz şükranlarımın kabulünü arz ediyorum. Dünya kaldıkça kalasınız…

    Ali Durmaz kısa özgeçmiş

    1965, Malatya doğumlu. İlk ve ortaöğretimi Ankara’da tamamladı. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi ile Atatürk Üniversitesi Kameramanlık ve Fotoğrafçılık Ön Lisans mezunu.

    2022 yılında Temel Fotoğraf Eğitimi aldı. 2023 yılında Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD)’ne üye oldu. Nisan 2024 ve Nisan 2025 tarihleri arasında AFSAD Yönetim Kurulunda yer aldı. 2025 yılında Engelsiz Fotoğrafçılar Derneği (ENFOD)’nde Minimalizm Akımı hakkında ders vermek amacıyla eğitmenliğe başlayacak. AFSAD, Fotoğraf Sanatı Kurumları ile ENFOD üyesi. AFSAD ve Fotokolektif’de birçok atölye, proje ile karma sergilerde yer aldı. Hâlen ağırlıklı olarak Minimalizm, soyut, grafik ve diğer konular üzerine Doğrudan Fotoğraf çekiyor.

    1985 yılından bu yana kamuya ait bir sağlık kuruluşunda çalışıyor, 2007 yılından bu yana da aynı kuruluşta idareci olarak, ayrıca, son bir yıldır bir sanat dergisinin yazı işlerinde redaktörlük yapıyor. Bunun yanı sıra fotoğrafın ustaları ile söyleşiler gerçekleştirerek ustalarımızı tanımaya ve tanıtmaya, eserleri ve deneyimleri hakkında bilgi edinmeye ve bunu da siz sanat[fotoğraf]severler ile paylaşıyor.

    İLİŞKİLİ İÇERİKLER

    Sanat makinelere bırakılırsa

    Bugün birçok fotoğrafçı, AI ile işlenmiş kareleri kendi üretimiymiş gibi sunuyor. Ama şu soruyu nadiren kendimize soruyoruz:
    Kendi dokunuşumuz gibi sunduğumuz bir AI müdahalesi etik midir?
    Yoksa bu, sadece “yeni nesil fırça”yı kullanmak mıdır?
    Yani dijital çağın estetik araçlarını kullanmak da sanatın içindeki bir beceri midir?

    Bu Fotoğraf Kimin?

    Bir film izlediğinizde, akılda başrol oyuncusu kalabilir.Ama o film bittiğinde mutlaka jenerik akar.Çünkü sanat, çoğu zaman kolektif bir yapıdır. Ve kim katkı verdiyse, adı yazılır. Sessizce, alçakgönüllü ama dürüstçe.Fotoğraf dünyasında bu jenerik genellikle yok.Ama bu, orada bir ekip olmadığı anlamına gelmez.

    Damağımda Analog Fotoğrafın tadı var…

    Fotoğraflarımda farklı bir bakış açısı sunarak hayatın her anını, gözüme hoş gelen anları kaydetmeye gayret ediyorum. Bunun yanı sıra belli bir konu üzerine çalıştığım projelerim var ve bu kapsamda fotoğraf üretmeye devam ediyorum.

    Şehir Hikayeleri

    'Kentte var olan ve senin trafiğe, kalabalığa, itiş kakışa takılarak gözden kaçırdığın her şeyin aralarındaki gerçek ilişkiye göre düzenlenmiş şekliyle desende bulunduğunu anlarsın. Kendi özel kent imgesini, kendi bunalımını düşünür ve arabesklerin arasında gizlenmiş bir yığın yanıtı, kendi yaşamının hikayesini, kaderin cilvelerini bulabilirsin orada.'

    E-POSTA ABONELİĞİ

    Yorum Politikamız: Arthenos.com ekibi olarak tüm okuyucularımızı tartışmalara aktif olarak katılmaya teşvik etsek de, Davranış Kurallarımıza uymayan veya yayınlanan materyalin editoryal standartlarını karşılamayan herhangi bir içeriği Silme / Değiştirme hakkını saklı tutarız.

    YORUM YAPILDIĞINDA BANA BİLDİR
    Bana bildir
    guest

    0 Yorum
    Beğenilenler
    En yeniler Eskiler
    Satır içi geribildirimler
    Bütün yorumları göster

    MANŞET

    POPÜLER İÇERİKLER

    0
    Düşünceleriniz bizim için önemli. Belirtmek ister misiniz, lütfen yorum yapın.x