Daha

    “Düzenli pratik” mi “Bilinçli pratik” mi?

    Birkaç ay önce hobi olarak film fotoğrafçılığına başladım. Dıştan görünüşte "mükemmel" gibi algılalnan dijital dünyadan sıkılmıştım galiba. Bir kontrast ve heyecan özlemi çekiyordum. Hayatın güzelliğini çekim sonrasında düzenlenmemiş karelerde görmek istiyordum, Photoshop ve filtreler olmadan bir hayat nasıl olabilirdi?

    Bir şeyde daha iyi olmanın anahtarı pratik yapmaktan geçer. Bunu söylemeye ne gerek var ? Yeterince basit, değil mi? Mesele şu ki, spor veya müzik gibi uzun yıllar içerisinde yapılandırılmış, kuralları oturmuş uğraşların aksine, örneğin sokak fotoğrafçılığında pratik yapma fikrinin kafada canlanması biraz zor görünüyor. Ancak bu detaylara girmeden önce, genel olarak pratik için yeni öğrendiğim bir metodolojiye birlikte bakalım istiyorum; “Düzenli Pratik ve Bilinçli Pratik“.

    The Talent Code

    Bu kavramı ve aralarındaki farkı ben de bilmiyordum. Sosyal medya ortamından tanıştığım yurt dışındaki bir arkadaşımın bana okumamı tavsiye ettiği “The Talent Code – Yetenek kodu (Şifresi)” adındaki bir kitap pratik yapma kavramına bakışımı kökünden değiştirdi diyebilirim. Daniel Coyle’nin bana çok ilginç gelen bu kitabının ön yüzünde şu yazar “Büyüklük doğuştan gelmez, büyütülür“.

    Coyle’a göre, “başlamak için hepimizin biraz motivasyona ihtiyacı vardır. Ancak gerçekten yüksek başarı gösterenleri diğerlerinden ayıran nedir? En derin bilinçaltı arzularımızdan doğan ve belirli ilkel ipuçlarıyla tetiklenen daha yüksek düzeyde bir bağlılık – buna tutku deyin -. Bu sinyallerin nasıl çalıştığını anlamak, tutkuyu ateşlemenize ve beceri gelişimini hızlandırmanıza yardımcı olabilir” diyor ve ekliyor:

    Herkes uygulama yapmanın başarının anahtarı olduğunu bilir. Herkesin bilmediği şey, belirli uygulama türlerinin beceriyi geleneksel uygulamadan on kata kadar daha hızlı artırabileceğidir.

    Daniel Coyle

    Kitaptan bazı alıntılar:

    Jennie ile tanışın. Yirmi dört yaşında ve Dallas’taki sıkışık bir vokal stüdyosunda, “Running Out of Time” adlı bir pop şarkısının nakaratına çalışıyor.  
    Zaman  kelimesini nota şelalesine dönüştürdüğü büyük finaii yakalamaya çalışıyor. Bunu deniyor, hata yapıyor, duruyor ve düşünüyor, sonra çok daha yavaş bir hızda tekrar söylüyor. Her notayı kaçırdığında, duruyor ve başa veya kaçırdığı noktaya geri dönüyor. Jennie şarkı söylüyor ve duruyor, şarkı söylüyor ve duruyor. Sonra aniden anlıyor. Parçalar yerine oturuyor. Jennie altıncı seferde ölçüyü mükemmel bir şekilde söylüyor.

    Brezilyalı futbolcuların kolektif yeteneğini tarif etmeye çalışmak, yer çekimi yasasını tarif etmeye çalışmak gibidir. Bunu ölçebilirsiniz: Beş Dünya Kupası zaferi, her yıl profesyonel Avrupa kulüpleri tarafından transfer edilen yaklaşık dokuz yüz genç yetenek. Örnekler: Pelé, Zico, Socrates, Romário, Ronaldo, Juninho, Robinho, Ronaldinho, Kaká ve “dünyanın en iyi oyuncusu” tacını hak ederek takan diğerleri gibi üstün yıldızların geçit töreni. Ancak sonunda Brezilya yeteneğinin gücünü sayılarla ve isimlerle yakalayamazsınız. Hissedilmesi gerekir. Dünyanın dört bir yanındaki futbol hayranları her gün şu öz sahneye tanıklık ediyor: Bir grup düşman oyuncu bir Brezilyalıyı çevreliyor ve ona hiçbir seçenek, alan ve umut bırakmıyor. Sonra dans benzeri bir hareket bulanıklığı oluyor: Bir aldatmaca, bir fiske, bir hız patlaması ve aniden Brezilyalı oyuncu kurtuluyor, kalabalık bir otobüsten inen birinin rahat bir özgüveniyle artık birbirine karışmış rakiplerinden uzaklaşıyor. Brezilya her gün son derece zor ve beklenmedik bir şeyi başarıyor: Tüm dünyanın kıyasıya rekabet ettiği bir oyunda, alışılmadık derecede yüksek oranda yetenekli oyuncu yetiştirmeye devam ediyor.

    Ancak bu açıklamada ufak bir sorun var: Brezilya her zaman harika bir futbolcu üreticisi değildi. 1940’larda ve 1950’lerde, iklim, tutku ve yoksulluk üçlüsü çoktan yerleşmişken, ideal fabrika gösterişsiz sonuçlar üretti, hiçbir zaman bir Dünya Kupası kazanamadı, o zamanlar dünya gücü olan Macaristan’ı dört denemede yenemedi, daha sonra tanınacağı göz kamaştırıcı doğaçlama becerilerinden çok azını gösterdi. Dünyanın artık tanıdığı Brezilya, 1958’e kadar, İsveç’teki Dünya Kupası’nda on yedi yaşındaki Pelé’nin yer aldığı parlak bir takım şeklinde gerçek anlamda ortaya çıkmadı.** Eğer önümüzdeki on yıl içinde Brezilya spordaki yüksek yerini şok edici bir şekilde kaybederse (Macaristan’ın şok edici bir şekilde yaptığı gibi), o zaman Brezilya’nın benzersiz olduğu argümanı bize omuz silkmek ve şüphesiz kendine özgü bir dizi özelliğe sahip olacak yeni şampiyonu kutlamaktan başka düşünülebilir bir tepki bırakmıyor.

    Peki Brezilya bu kadar çok büyük oyuncuyu nasıl yetiştiriyor?

    Şaşırtıcı cevap, Brezilya’nın harika oyuncular üretmesidir çünkü 1950’lerden beri Brezilyalı oyuncular, top hakimiyet becerilerini dünyanın herhangi bir yerinden daha hızlı geliştiren belirli bir araçla belirli bir şekilde eğitim alıyorlar. Clarissas ulusu gibi, öğrenme hızlarını artırmanın bir yolunu buldular ve tıpkı onun gibi, bunun farkında bile değiller. Ben bu tür eğitime derin pratik diyorum ve göreceğimiz gibi, bu futboldan daha fazlasına uygulanıyor.

    Coyle şöyle devam ediyor:

    Derin pratik kavramını anlamanın en iyi yolu onu yapmaktır. Aşağıdaki listeye bakmak için birkaç saniye ayırın; her birine aynı miktarda zaman ayırın“.

    AB
    okyanus / esintiekmek / b_tter
    yaprak / ağaçmüzik / l_rics
    tatlı / ekşish_e / çorap
    film / aktristelefon / bo_k
    benzin / motorchi_s / salsa
    lise / kolejpap_r / kağıt
    hindi / dolmanehir / b_at
    meyve / sebzebe_r / şarap
    bilgisayar / çiptelevizyon / rad_o
    sandalye / kanepel_nch / akşam yemeği

    Şimdi gözlerinizi kapatın. Bakmadan, mümkün olduğunca çok kelime çiftini hatırlamaya çalışın. Hangi sütundan daha fazla kelime hatırlıyorsunuz?

    Çoğu insan gibiyseniz, B sütunundaki, parçalar içeren kelimelerin daha fazlasını hatırlayacaksınız. Çalışmalar, üç kat daha fazlasını hatırlayacağınızı gösteriyor. Sanki o birkaç saniyede hafıza becerileriniz aniden keskinleşmiş gibi. Bu bir test olsaydı, B sütunu puanınız yüzde 300 daha yüksek olurdu.

    B sütununa bakarken IQ’nuz birden artmadı. Farklı hissetmediniz. Dehadan etkilenmediniz (üzgünüm). Ancak boşluklu kelimelerle karşılaştığınızda, hem fark edilemeyen hem de derin bir şey oldu. Durdunuz. Çok kısa bir süre tökezlediniz, sonra kuralı anladınız. Bir mikrosaniye mücadele ettiniz ve o bir mikrosaniye tüm farkı yarattı. B sütununa baktığınızda daha çok pratik yapmadınız. Daha derin pratik yaptınız.

    Başka bir örnek: Diyelim ki bir partidesiniz ve birinin adını hatırlamaya çalışıyorsunuz. Başka biri size o adı verirse, onu tekrar unutma olasılığınız yüksektir. Ancak, o adı kendi başınıza hatırlamayı başarırsanız – bilgiyi pasif bir şekilde almak yerine, sinyali kendiniz ateşlerseniz – onu hafızanıza kazırsınız. Bu ad, bir şekilde daha önemli olduğu veya hafızanız geliştiği için değil, sadece daha derinlemesine pratik yaptığınız için aklınızda kaldı

    “Ya da diyelim ki bir uçaktasınız ve hayatınızda belki de yüzüncü kez kabin görevlisinin can yeleğinin nasıl giyileceğine dair o net, özlü bir dakikalık gösterimini izliyorsunuz. (“Yeleği başınızın üzerinden geçirin,” diyor talimatlar, “ve iki siyah kayışı yeleğin ön tarafına bağlayın. Kırmızı bantları aşağı çekerek yeleği şişirin.”) Uçuşun üzerinden bir saat geçtikten sonra uçak sarsılıyor ve kaptanın acil sesi interkomdan yolculara can yeleklerini giymelerini söylüyor. Bunu ne kadar çabuk yapabilirsiniz? O siyah bantlar nasıl dolanıyor? Kırmızı bantlar ne işe yarıyor?

    İşte alternatif bir senaryo: aynı uçak uçuşu, ancak bu sefer bir can yeleği gösterisi daha izlemek yerine can yeleğini deniyorsunuz. Sarı plastiği başınızın üzerine geçiriyorsunuz ve tırnaklarla ve kayışlarla oynuyorsunuz. Bir saat sonra uçak sarsılıyor ve kaptanın sesi interkomdan geliyor. Ne kadar daha hızlı olurdunuz?

    Derin pratik, bir paradoks üzerine kuruludur: belirli hedefli şekillerde mücadele etmek yani yeteneklerinizin sınırlarında çalışmak, hata yapmak sizi daha akıllı yapar. Ya da biraz farklı bir şekilde ifade etmek gerekirse, yavaşlamaya, hatalar (yanlış değil “hata”, Okyar kulakların çınlasın) yapmaya ve bunları düzeltmeye zorlandığınız deneyimler, örneğin buzla kaplı bir tepeye tırmanıyormuşsunuz gibi, yürürken kayıyor ve tökezliyorsanız bu, farkına varmadan sizi hızlı ve zarif hale getirir.

    Yukarıdaki örnekleri geliştiren Robert Bjork, “Zahmetsiz performansı arzu edilir olarak düşünürüz, ancak aslında öğrenmek için berbat bir yoldur,” diyor. UCLA’da psikoloji bölümü başkanı olan Bjork, hayatının çoğunu hafıza ve öğrenme sorularını araştırarak geçirmiş. O, hafıza bozulmasının eğrilerini veya serbest atışlarda kötü olduğu bilinen NBA yıldızı Shaquille O’Neal’ın bunları standart 15 fit yerine 14 fit ve 16 fit gibi garip mesafelerden nasıl çalışması gerektiğini tartışmada eşit derecede yetenekli, neşeli bir bilge. (Bjork’un teşhisi: “Shaq’ın motor programlarını düzenleme yeteneğini geliştirmesi gerekiyor. O zamana kadar berbat olmaya devam edecek.“)

    Derinlemesine pratik yaptığınızda, dünyanın olağan kuralları askıya alınır. Zamanı daha verimli kullanırsınız. Küçük çabalarınız büyük, kalıcı sonuçlar üretir. Başarısızlığı yakalayıp beceriye dönüştürebileceğiniz bir kaldıraç noktasına kendinizi konumlandırmış olursunuz. İşin sırrı, mevcut yeteneklerinizin hemen ötesinde bir hedef seçmektir (kendine meydan okumak) ; mücadeleyi hedeflemektir. Körü körüne çırpınmak yardımcı olmaz. Uzanmak yardımcı olur.

    Her şey tatlı noktayı bulmakla ilgili,” diyor Bjork.

    Bildiğiniz şeyle yapmaya çalıştığınız şey arasında optimum bir boşluk vardır. O tatlı noktayı bulduğunuzda, öğrenme başlar.

    Derin pratik iki nedenden ötürü garip bir kavramdır. İlk neden, yetenek hakkındaki sezgilerimize aykırı olmasıdır. Sezgilerimiz bize pratiğin yetenekle bir bileme taşının bir bıçakla olan ilişkisine benzer şekilde ilişkili olduğunu söyler: hayati önem taşır ancak bileme taşı, sözde doğal yeteneğe sahip sağlam bir bıçak olmadan işe yaramaz. Derin pratik ilgi çekici bir olasılığı gündeme getirir: pratik, bıçağın kendisini dövmenin yolu olabilir.

    Buraya kadar okuduysanız sizi tebrik ediyorum. Okurken aklınıza sıkça “ne zaman sadede gelecek” dediniz mi demediniz mi? Evet, ben de öyle tahmin etmiştim 😀.

    O zaman sadede geliyorum.

    Düzenli pratik vs Bilinçli pratik

    Düzenli pratik, gelişmek istediğiniz konuda hemen hemen her şeyi yaptığınızda gerçekleşir. Bunu düşünürseniz, çatal kullanmaktan konuşmaya, ayakkabılarımızı bağlamaya kadar hayattaki çoğu şeyi bu şekilde öğreniriz. Önce sadece yaparsanız, yavaş yavaş daha iyi hale gelirsiniz. Bu daha belirli beceriler için de geçerlidir. 30 dakika gitar çalmak için oturursanız, sadece 30 dk pratik yapmış olursunuz. Okuldan sonra potaya birkaç serbest atış mı yapacaksınız? Pratik yapın. Aynısı fotoğrafçılık için de geçerli – çıkın dışarı bir saat çekim yapın. Bu pratiktir. Düzenli pratikle kesinlikle aydınlanmalar yaşayabilir ve gelişmeler kaydedebilirsiniz. Ayrıca çok eğlenceli de olabilir! Ancak yaygın olarak ‘Bilinçli Pratik’ olarak adlandırılan daha rafine bir yaklaşım daha vardır.

    Bilinçli pratik, çok belirli becerileri hedefli bir şekilde uygulamak için bilinçli bir çaba gösterdiğiniz zamandır. Ayrıca geri bildirim ve tutarlı kurallar veya bir dizi kısıtlama içerir. Bunu biraz açalım. Spor ve müzikteki benzetmeleri tekrar kullanmak gerekirse, çok belirli eylemler ve hareketlerin, örneğin koşu antrenmanları ve özellikle zayıf olduğunuzu düşündüğünüz yeteneklerinizi hedeflemek gibi. Basketbolda bu, serbest atış çizgisinden şut atmak olabilir veya belki de bir şarkının belirli bir bölümünü gitarla tekrar tekrar çalmak olabilir, ta ki o bölüm mükemmel olana kadar. Bilinçli pratik, becerileri parçalamak ve zayıflıkları hedeflemekle ilgilidir. Peki bunu fotoğrafçılığa nasıl uygulayabiliriz?

    Kısıtlamalar anahtardır:

    Analog Fotoğrafçılığı denemek

    Analog kamera kullanarak ışık konusundaki bilgilerimize bir kısıtlama koyabiliriz. Birkaç ay önce hobi olarak film fotoğrafçılığına başladım. Dıştan görünüşte “mükemmel” gibi algılanan dijital dünyadan sıkılmıştım galiba. Bir kontrast ve heyecan özlemi çekiyordum. Hayatın güzelliğini çekim sonrasında düzenlenmemiş karelerde görmek istiyordum, Photoshop ve filtreler olmadan bir hayat nasıl olabilirdi?

    Böylece Almanya’dayken ilk film kameramı aldım. Bu, ikinci el bir Nikkormat (Nikon) FT2 model analog kamera. Beraberinde bir rulo ILFORD HP5 PLUS 400 ve bir rulo Kodak TMAX 100 35mm Siyah & Beyaz negatif film satın aldım.

    Analog fotoğraf serüvenim en başından itibaren büyülüydü. Deklanşöre ilk bastığınızda ilk kez “çıtak” sesini duyduğunuz an ve hemen akabinde sağ elinizin baş parmağınla filmi saran kolu “cıııırt” diye sağa doğru 3 çeyrek daire döndürüp bıraktığınızda çok heyecan verici bir his kaplar içinizi. Tam analog bir kameranız varsa ne demek istediğimi anlarsınız.

    Sonra siyah beyaz bir film olan ILFORD HP5 Plus ile çekim denemeleri yaptım. İşte o filmden çektiğim kareler:

    Filmle çekim yapmak bana, dijital kameralar ve sosyal medya yüzünden unuttuğumuz dört şeyi hatırlattı:

    1. Şimdiki anın kıymetini bilmeyi öğreniyorsunuz,
    2. Elinizdeki, sahip olduğunuz kaynaklarınızın daha fazla farkında oluyorsunuz,
    3. Mükemmeliyetçilik takıntısından kurtuluyorsunuz.
    4. Ama bunlardan daha önemlisi gerçek fotoğrafçılığın ne olduğunun farkına varıyorsunuz.

    Analog fotoğrafçılık zor hakikaten, Evet. Her küçük hatayı ağır cezalandırıyor. Kameranızda hiç bir çekim ayarı otomatik değil. Bir tek ISO yani ASA sabit, Ki, onu da kullandığınız film belirliyor – bu bende 400 ISO idi. Diyaframa ve ortamdaki ışığa göre ona uygun deklanşör hızına ben karar vermeliydim, Çok heyecanlı!..

    Deklanşöre bastığınız anda görüntünüzü adeta taşa kazırsınız, artık geri dönüşünüz yoktur. Bu, aynı anda hem korkutucu hem de özgürleştirici bir histir, TAM BİR MEYDAN OKUMA.

    Ancak, bir rulonuz bitince onları banyo ve dijital tarama için bir laboratuara gönderip günlerce bekledikten sonra (ki inanın bana bu bir sonsuzluk gibi geliyor) işlenmiş fotoğrafları negatiflerini elinize almanın ve dijital ortama taranmış JPEG çıktılarını görmenin heyecanı paha biçilemez. Doğum günü hediyelerinizi açmak gibi bir şey. Sonucun hayal ettiğiniz gibi çıktığını gördüğünüzde bu his daha da tatmin edici oluyor. Ama en umut bağladığınız karelerin simsiyah veya bembeyaz çıkmış olduğunu görmek de bir o kadar yıkıcı oluyor.

    Analog fotoğrafçılık bana an’ın kıymetini ve benim kusurlarımı gösterdi. Analog bir kamera almayı düşünüyorsanız, bunu yapmanızı şiddetle tavsiye ederim. Sonra belki de benim gibi kendi kameranıza ilk pozunuzu verip böyle keyif alabilirsiniz:

    Bu fotoğrafı çeken FH Fotoğrafçılık sahibi değerli dostum Fatih Özkadir’e teşekkür ediyorum.

    Kendinizi sabit odaklı lensler ile kısıtlayın

    Fotoğrafçılıkta, özellikle sokak fotoğrafçılığında, becerileri alt becerilere bölüp bunları öğrenmek zordur. Ne yapacaksın, acemi bir turist gibi elinde kamerayla mı dolaşacaksın? Kulağa saçma geliyor. Fotoğrafçılık için, kasıtlı pratiğin ‘hedeflenen’ kısmına odaklanmak en faydalıdır: kısıtlamalar.

    Mesela, fotoğrafçılığımızın birçok yönüne kısıtlamalar koyabiliriz, ilk aklıma gelen bunun en kolay yolu odak uzaklığıdır. Prime (asal) lenslerin sokak fotoğrafçıları tarafından geleneksel olarak bu kadar çok övülmesinin nedeni nedir? Fotoğrafçılar arasındaki en yaygın olan bilgelik, asal lenslerin yaratıcılığı teşvik ettiği yönündedir, ancak ben bu yaygın düşüncenin altında, görüş alanını kısıtlayarak fotoğrafçının vücudunu hareket ettirerek (‘ayaklarımızla zum yapma‘ klişesi) çerçeveyi nasıl oluşturacağını öğrenmesi gerektiği gerçeğinin yattığına inanıyorum, bu da daha iyi bir mekansal farkındalık ve belirli odak uzaklığının etkilerine dair daha iyi bir anlayışla sonuçlanır.

    Ancak, yukarıda belirtildiği gibi, kasıtlı pratik konusunda, zayıf noktalara odaklanmak iyidir. Yıllardır 35 mm’lik bir sabit odaklı lensle çekim yapıyorsanız, belki birkaç hafta boyunca 16mm, 28 mm veya 50 mm’lik bir lens denemek, bu odak uzaklıklarındaki becerilerinizi geliştirmenize yardımcı olabilir . Sonunda, bir zum lens kullanmak, kendinizi konumlandırmanın (ve dolayısıyla perspektifinizin) lens tarafından daha az etkilendiği daha bilinçli ve kasıtlı bir çekim deneyimi haline gelecektir. Bunun yerine, daha kolay bir şekilde bir perspektif seçip ardından odak uzaklığını eşleştirebilir veya bir odak uzaklığını (etkili bir şekilde, bir görüş alanı) seçip ardından perspektifinizi işe yarayacak şekilde ayarlayabilirsiniz.

    Elbette, tüm bunları bir zum lensle de öğrenebilirsiniz, ancak kendinize bu odak uzaklığı kısıtlamasını vererek kasıtlı pratik yöntemini uygulamak daha verimlidir. Ve eğer çok prime lensiniz varsa veya hiç yoksa bu sorun değil! Sadece bir zum lensinizi belirlediğiniz bir odak uzaklığında bantlayın ve dışarı çıkıp bir veya iki gün boyunca o şekilde çekim yapın. işte prime lens!

    Manuel mod kullanmak

    Prime lensler kullanarak görüş alanımıza bir kısıtlama uygulayabiliriz. Çekim şeklimizi kısıtlamanın bir başka yolu da Manuel Modu kullanmaktır. Manuel Modun sokak fotoğrafçılığı için bir zorunluluk olduğuna yemin edecek çok fotoğrafçı tanıyorum olsam da ben böyle oldmadığını düşünenlerdenim. Ben bunun bazı durumlarda bir engel olabileceğini düşünüyorum, ancak diğer çekim modlarından daha kesin, doğru ve en önemlisi tutarlı pozlamaya izin veriyor. Çoğunlukla, sahada dolaşırken ve sokak fotoğrafları çekerken Diyafram Önceliği + Otomatik ISO kullandığımı fark ettiğimde anladım bunu. Ancak, bu makalemin bağlamında, Manuel Modun pozlama anlayışımızı eğitmek için bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum. Bunun pozitif katkısı ise, fotoğrafçıyı hemen hemen her kamerada bulunan üç ana pozlama ayarı olan deklanşör hızı, diyafram ve ISO hakkında düşünmeye ve bunların arasındaki bağı ve ilişkiyi anlamaya zorlaması anlamında bir kısıtlama uygulamasıdır.

    Bunun bir adım ötesi, daha da ileri gidip bir veya iki ayarı bir gün boyunca ‘kilitlemek’ de olabilir. Yani, üçünden ikisi için belirli bir ayar kombinasyonu seçebilir ve ardından doğru pozlamayı korumak için yalnızca üçüncüsünü ayarlayabilirsiniz. Tıpkı benim son zamanlarda yapmaya çalıştığım dijital kameramı filmli kamera gibi kullanmak gibi. Örneğin, güneşli bir günde diyafram için f/11 ve 1/500 enstantane hızını seçebilir ve ardından doğru pozlamayı elde etmek için yalnızca gerektiği kadar ISO’yu ayarlayabilirsiniz. Benzer şekilde, başka bir durumda, diyelim ki gece, f/2.8, 1600 ISO seçebilir ve ardından enstantane hızını gerektiği gibi ayarlayabilirsiniz. Önemli olan, bu ayarların birlikte ve ayrı ayrı nasıl çalıştığına dair içsel bir anlayışa sahip olmaktır. Bu sezgiye sahip olduğunuzda, Otomatik ISO etkinleştirilmiş Diyafram Önceliği gibi yarı otomatik modlarda çekim yaparken neler olduğunu çok daha belirgin hale gelir. Tüm bunların nihai amacı, kameranın işlemlerinin bir tür ‘kara büyü’ olduğu aşamanın ötesine geçmek ve kameranın ne yaptığına dair bilinçli bir farkındalığa geçmektir. Bu, sokak fotoğrafçılığı yaparken daha tutarlı bir pozlamaya olanak tanır; bu da hızın önemli olduğu ve ikinci şansların az olduğu bir fotoğrafçılık türünde çok faydalıdır.

    Şimdi, “Ben tüm bunları zaten biliyorum, ne gerek var bu gibi denemelere” diyorsanız alın ışık ölçersiz bir tam analog kamera, pozlamayı kendiniz yapmayı deneyin. Veya dijital kameranızı bir tam analog kamera gibi kullanıp çekimler yapmaya çalışın, sonra konuşalım.

    Tema kısıtlamaları: Ustalardan ilham almak

    Çerçevelememizi ve pozlamamızı sınırlamanın yollarından bahsettik. Bilinçli pratik uğruna uygulanabilecek üçüncü sınırlama, stil veya tema sınırlaması olabilir. Bunu yapmanın kolay ve eğlenceli bir yolu ‘ustalardan ilham almaktır.’ Bunun anlamı, çalışmalarına hayran olduğunuz veya hatta yalnızca kendi çalışmalarınıza dahil etmek istediğiniz belirli yönlere veya niteliklere sahip bir fotoğrafçı bulmaktır. Böyle bir çalışma grubu bulduğunuzda, ‘usta’nın çalışmalarında yaptığı tutarlı temaları ve seçimleri belirlersiniz. Sonra dışarı çıkmak ve bu temaları aklımızda tutarak, her zaman ‘bu durumda usta _____ ne yapardı?’ diye düşünmekle başlayabiliriz.

    Ben, geometrinin ve özellikle çalışmalarında çizgiler ve şekiller kullanmanın ustası olan Alman sokak fotoğrafçısı Siegfried Hansen’in çalışmalarından hoşlanıyorum. Onun çalışmalarını geçen yaz Frankfurt’taki bir açık hava sergisinde görmüştüm ve ilgimi çekmişti. Çalışmalarının çoğu sokak fotoğrafçısı için insanları alışıldık şekilde içermiyor, ancak o bunu başarıyor. Şimdi ben de sokağa çıkığımda onun gözüyle bakmayı deniyorum çevreme ve olaylara.

    Sizi ilhamlandıran ustaları bulun ve onlardan ilham alın!

    Öz geribildirim ve akıl hocaları

    ‘Bilinçli pratik’ bulmacasının son parçasına geldik: Geri bildirim. Bu tartışmasız en önemli kısımdır ve genel olarak bilinçli pratik modeline özgü bir şey değildir. Herkes eleştirilerin ve geri bildirimlerin sanatsal gelişim için çok önemli olduğu konusunda hemfikirdir. Sorun bize geri bildirim verecek bir akıl hocası bulamadığımızda ortaya çıkar. Bunun etrafından nasıl dolanabiliriz? Öğrendiğim şey, kendi akıl hocanız olmanızın mümkün olduğudur… Yukarıda bahsettiğim gibi, çekime çıktığınızda kendinize “‘şu kişi’ bu sahneyi nasıl oluştururdu?” diye sorabilirsiniz. Ya da daha somut olarak, kompozisyonunuzun belirli yönlerine odaklanabilirsiniz: “‘şu kişi’ bu çerçeveleme, çekimdeki bu unsur veya benim zamanlamam hakkında ne söylerdi?”

    Bu fikirden kendinize yapılması ve yapılmaması gerekenler hakkında bir beyin jimnastiği yapabilirsiniz. Örneğin, ben sıklıkla çektiğim fotoğraflara göz atığımda şunları sorarım sıklıkla:

    1. Hikayeyi daha güçlü kılmak için bu kareden neyi çıkarabilirim?
    2. Hikayeyi daha güçlü kılmak için çerçeveye ekleyebileceğim yakın çevrede ne vardı?
    3. Sahnedeki herhangi bir yönlendirici çizgiyi köşelere vb. taşıyarak iyileştirebilir miydim?
    4. Çekim zamanlamam olabilecek en iyi seviyede mi? Aksiyonu daha mükemmel bir anda yakalayabilir miydim?
    5. Burada daha iyi bir konu hayal edebilir miyim, ya da başka bir deyişle, kompozisyonumu geliştirecek daha uygun bir yoldan geçen hayal edebilir miyim? Şimdi aynı yerde ve zamanda olsaydım neyi daha iyi yapabilirdim?
    6. Bu kareyi çekmeseydim bir şey kaybeder miydim?

    Ve benzeri… Zihinsel kontrol listesi, üzerinde çalışmanız gerektiğini düşündüğünüz herhangi bir şey olabilir. Belirli zayıflıkları veya geliştirmek istediğiniz yönleri düşünebilir ve düşünmelisiniz ve sonra bunları aklınızda tutabilirsiniz. Bunları hatırlamanıza yardımcı olması için bunları yazmanız da sorun değil.

    Sonuç: Zihnimizi odaklama ve daha fazla ‘tekrar’ yapma

    Son olarak, sokak fotoğrafları çekerken yaptığım birkaç somut ve belirli şeyden bahsetmek istiyorum. Birincisi, kendime odaklanmak için her fırsatı verdiğimden emin olmak. Genellikle, telefonumu uçak moduna alıyorum veya çantama koyuyorum. Bu, dikkatimin dağılmasını engelliyor. Bir diğer şey de, genellikle tek kamera ve tek bir lens ile çıkıyorum. Bu bazen dezavantajlı olabilir, ama bunun beni aynı zamanda daha az kararsız yaptığını deneyimledim. Lensleri değiştirsem mi diyerek acabalar üzerinde durmuyorum. Sadece sahip olduğum ekipmana odaklanıyorum ve onunla idare ediyorum. Bu, yaratıcılığı teşvik etmek için kısıtlamalar fikrine geri dönüyor. Odaklanmamı daha da artırmak için, mümkün olduğunca aç karnına çekim yapmayı tercih ediyorum. Önce öğle yemeği yemenin yaratıcılığın ölümü olduğunu düşünüyorum, ancak aç olduğumda duyularım keskinleşiyor ve farkındalığım ve algım artıyor. Ayrıca, birkaç saat çekim yaptıktan sonra güzel bir şeyler yemek ve içmekten daha harika bir ödül olur mu ki?

    İLİŞKİLİ İÇERİKLER

    Analog Fotoğrafçılık ve Film Kullanmak

    Böyle bir bölümü iki üç kişinin sürüklemesini beklemek biraz hayal olmaz mı? Dolayısıyla siz sevgili ve değerli okur-takipçilerimizden şu gibi katkılar bekliyoruz

    50mm Sokak Fotoğrafçılığı için doğru seçim mi?

    50mm, bazı şeyler için işe yarayan ortalama bir odak uzaklığıdır ve portreler için iyidir, ancak kadrajda biraz nefes alma alanına ihtiyaç duyan bir sokak veya belgesel fotoğrafçısıysanız sizi çileden çıkarma potansiyeline sahiptir.

    Damağımda Analog Fotoğrafın tadı var…

    Fotoğraflarımda farklı bir bakış açısı sunarak hayatın her anını, gözüme hoş gelen anları kaydetmeye gayret ediyorum. Bunun yanı sıra belli bir konu üzerine çalıştığım projelerim var ve bu kapsamda fotoğraf üretmeye devam ediyorum.

    Sunny 16 kuralı nedir, nerede kullanılır?

    Sunny 16 Kuralı, açık ve güneşli bir günde ƒ/16 diyafram ve 100 ISO ile aynı olan bir enstantane ile iyi pozlanmış çekimi elde etmeyi sağlar.

    E-POSTA ABONELİĞİ

    Makale yazarı

    Sebahattin Demir
    Sebahattin Demir
    Mühendis ama Tıp meraklısı. Seyahat etmeyi seven bir fotoğraf gönüllüsü. Okumayı, araştırmayı, sorgulamayı sever. İnsan ilişkilerine ve saygıya önem verir. Bildiklerini paylaşmaktan mutluluk duyar. "Bilmiyorum" demekten çekinmez. Türkçe yazım kurallarına uymayanlarla arası iyi değildir. Detay profil bilgisi için tıklayınız.

    POPÜLER İÇERİKLER

    Yorum Politikamız: Arthenos.com ekibi olarak tüm okuyucularımızı tartışmalara aktif olarak katılmaya teşvik etsek de, Davranış Kurallarımıza uymayan veya yayınlanan materyalin editoryal standartlarını karşılamayan herhangi bir içeriği Silme / Değiştirme hakkını saklı tutarız.

    YORUM YAPILDIĞINDA BANA BİLDİR
    Bana bildir
    guest

    10 Yorum
    Beğenilenler
    En yeniler Eskiler
    Satır içi geribildirimler
    Bütün yorumları göster
    Ümit Yakup Beştepe
    Ümit Yakup Beştepe
    Makale Puanlama :
         

    Çok güzel yazılmış bir makale!!

    Görünüşte sıradan gibi görünen bir hobiden bu kadar çok şey öğrendiğinize inanamıyorum, müthişsiniz.

    Bayıldım !!!

    Süreyya B.
    Süreyya B.
    Makale Puanlama :
         

    Sebahattin Hocam

    Benim içün çok derin bir yazı olmuş. O nedenle 3 defa okudum yazınızı. Gerçekten çok iyi olmuş. Emeklerinize sağlık.

    Teşekkürler, saygılar

    Emrullah
    Emrullah
    Makale Puanlama :
         

    Sebahattin bey merhaba,

    Katılıyorum. Film fotoğrafçılığı, fotoğrafçılığın ne olduğunu gerçekten anlamak için her dijital fotoğrafçının uğraşması gereken bir alandır.
    Kendi negatiflerimi banyo etmeyi ve sonrasında taramayı seviyorum.

    Şu anda 3 analog kameram var ama favorim Nikon FM2.

    Tebrikler ve teşekkürler.

    Okyar Atilla
    Editör / Yazar

    Sevgili dostum harika bir yazı. Eline sağlık. Şu kitabı bulup okuyacağım.

    Sadece iki noktada kendi tercihimi eklemek istiyorum. Birincisi dijital makinayı analog gibi kullanırken sabit kalması gereken tek değer “ISO”. Film de bu değeri en başta belirler ve bir daha asla değiştiremezsin. Dolayısıyla elinde iki ayar kalır; enstantane ve diyafram. Sokakta eğer sabit bir şeyi fotoğraflamak istiyorsam manuel moda geçiyorum, yoksa enstantane öncelikli mod “an” için bana daha hızlı geliyor. İkincisi, “ustaları taklit etmek” bana çok doğru bir şey gelmiyor. Aslında ve özünde sokak fotoğrafçılığı -bana göre- başkalarının görmediği anı görerek kaydetmek olduğu için bir hikaye anlatmasının, başka bir fotoğrafla ilişkili/benzerlik olmasının da çok anlamı yok. Yeter ki tekrara düşüp izleyiciye “of beee” dedirtme. O zaman soru şu; bir fotoğrafçı nasıl tekrara düşer??? Şimdi sorduğumuz sorunun cevabını çoook önce Hakan Kalyoncu ile birlikte vermişiz:https://www.arthenos.com/duvar/
    “Duvar” üzerine tekrara düşmeden fotoğraf üretmek.

    Not: “Hata” demişsin kulağım çınladı. Film ile bağlantılı yazısı gelecek. Hele bi köyüme döneyim…

    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Makale Puanlama :
         

    Sebahattin bey, bu yazınızla resmen kanayan yarama parmak basmışsınız. Zira okuma ve öğrenme konusundaki hevesimi az buçuk biliyorsunuz. Ama bu hevesi pratik yapma ve sonuçlara yansıtamama konusundaki şikayetimi daha önce de müteakip defalar dile getirmiştim.
    Sahada da bu pratik eksikliğini bariz hissediyorum. Bazen iyi bildiğimi sandığım bir şeyi, uygularken zorlanıyor ve istediğim sonuçları alamıyorum.
    Yazınızı severek okudum ve benim için ilham verici oldu. Umarım şeytanın bacağını kıracağım.

    Bu arada yeni ekipmanınız hayırlı olsun. Okyar abim analog fotoğrafçılık girdabına sizi de çekti 🙂 Analog fotoğrafçılık herkes için erişilebilir bir alan olmasa da sizlerin değerli çalışmalarını, bilgi ve birikimlerinizi hiçbir karşılık beklemeden bu kadar anlaşılır biçimde paylaşmanızı severek takip ediyorum.

    Ellerinize , emeğinize sağlık.

    Selam ve saygılarımla…

    Sebahattin Demir
    Yorumun sahibi  Öner BÜYÜKYILDIZ

    Eksik olmayın Öner bey, teşekkürler.
    Selamlar sevgiler.

    10
    0
    Düşünceleriniz bizim için önemli. Belirtmek ister misiniz, lütfen yorum yapın.x