Foto-grafik düzlemde yer alan birbirinden farklı ilgi alanlarının neler olabileceği konusunda üç aşağı beş yukarı şunlar söylenebilir: Doğa foto-grafı, Portre foto-grafı, Makro foto-graf, Stil life foto-graf, Tanıtım ve reklam foto-grafı, Manzara foto-grafı, Soyut foto-graf, Fotojurnalizm, Belgesel foto-graf, Sosyal belgesel foto-graf, Foto-röportaj, Kuş foto-grafı, Sokak foto-grafı, Foto aktivizm, Kavramsal foto-graf, Kurgu foto-graf, …vs.
Dilerseniz bunlardan bazılarını lüzumsuz bulup listeden çıkartın, dilerseniz bir kısmını üst başlık-alt başlık olarak ele alın, dilerseniz yenilerini ilave edin fazla bir şey değişmeyecektir. Bütün mesele farklı ilgi alanlarının varlığına işaret etmektir.
Tanıdığımız onlarca insan doğa foto-grafı alanına, bir o kadarı manzara foto-grafına, bir o kadarı kuş foto-grafına, bir o kadarı makro foto-grafa, bir o kadarı sokak foto-grafına meraklıdır. İlgi duyduğu alana dair usta işi foto-graf yapıp yapmama meselesi ise başka bir mevzudur.
Bununla birlikte örneğin Doğa Foto-grafı alanının içerisinde özel bir alan seçilmiş olabilir. Diyelim ki sürüngen foto-grafı veya böcek foto-grafı yahut daha da özele indirgeyerek söylersek varsayalım örümcek foto-grafı.
Kuş foto-grafçılığı alanı Doğa Foto-grafçılığının bir parçası olmakla birlikte yaşadığımız zamanda aşırı ilgiyle çok sayıda foto-grafçının o alana yönelmiş olması sonucunda popüler bir alan haline gelmiş ve ilgililer belli ölçüde örgütlenmiş, araştırma-tartışma ve/ya bilgi alışverişi ciddi anlamda ileri safhaya taşınmış, bu itibarla da başlıbaşına ele alınıp değerlendirilen bir alan haline gelmiştir. Özel bir ihtisas alanı haline gelmesinde elbette sorun yok, aksine, hem foto-grafik düzlemde bilgilenme bakımından, hem de kuş popülasyonu lehine olumlu sonuçlara yol açtığı söylenebilir.
Bu genel geçer bilgileri açarak altını çizmek istediğimiz şey, her birinin foto-grafik düzlemde yer alan birer alan olduğu hususudur. Çok kez insanlar, yanılgıyla, bu alanları birer tarz olarak ele almaktalar. Hangi alana ilgi duyduğunuz veya hangi alanda foto-graf yaptığınız sorusu başka bir şeydir, tarzınızın, yani üslubunuzun ne olduğu sorusu başka bir şeydir.
Örnekleyelim: Ara Güler ustanın portre tarzının (üslubunun) kendine has olduğunu söyleyebiliriz. Man Ray’in kurgularını kendine has bir üslupla (tarzla) ortaya koyduğunu söyleyebilir. Bresson’un sokak foto-graflarının kendine has bir üslup içerdiğini söyleyebiliriz. Ve aynı şekilde Ozan Sağdıç ustanın (birbirlerini hiç tanımamış olmalarına karşın Bresson’la benzerliklerinden kendileri söz ederler) zıtlık ve ironi içeren foto-graflarının kendine has bir üsluba dayandığını söyleyebiliriz. Salgado’nun belgesel anlayışını irdelerken kendine has üsluptan söz edebiliriz. İşte, tarz (üslup) dediğimiz şey, herhangi bir foto-graf alanında bireye özgü bir yaklaşımın teknik ve estetik bağlamda ve elbette ki belirgin şekilde ortaya konmuş olmasıdır.
Ayırıcı husus şudur: Foto-grafinin herhangi bir alanında (portre, doğa, sosyal belgesel vs) iştigal eden binlerce insanın foto-grafik kayıtları (ustaca yahut acemice) birbirinin tekrarı gibi dururken, aynı alanda iştigal eden ve kendine has bir üslup geliştirmiş olan insanın foto-grafik kayıtları hiç birine benzemez. O nedenle istisna haline gelir, beğenilir ve üzerinden asırlar geçse de, hâlâ ondan söz edilir ve üzerine yazılıp çizilir.
Yazın alanında da öyle değil midir? Şiirde, örneğin. Fazla uzağa gitmeye gerek yok, hatırlayalım: Orhan Veli, Nazım Hikmet. Ve Romanda. Dostoyevski, Tolstoy, Balzac, Dickens. Her birinin üslubu diğerinden farklıdır. Sinemada böyle bir şey yok mudur? Şayet olmasa idi, yönetmenlerin farkından nasıl söz ederdik?!. Öyle olduğu için Tarkovski fenomendir. Peki, Resimde durum nedir? Dali, Picasso, Cezanne, Van Gogh… Hiç biri diğerine benzemez.
Analog dönemin bitmek tükenmek bilmeyen tartışması veya karşıtlığı, Belgesel-Deneysel meselesiydi. Oldum olası ‘deneysel’ tanımlamasını tam olarak bir yere oturtamadığımızı da söylemek isteriz. Hep bir tereddüt vardı zihnimizde. ‘Deneysel’ sözcüğü, ilgili alanı tam olarak ifade edemiyor veya yanlış bir algıya yol açıyordu kanaatimizce. ‘Deney’ olgusu bilime ilişkindi ve başka bir şey ifade ediyordu. Şayet deneysel kelimesinden kasıt ‘deneme’ ise ve bu da çekim aşamasında ekipmanın sağladığı olanaklarla bazı hünerler ortaya koymak veya çekim sonrası film banyosunda, agzandizör altında (baskı sırasında) hüner göstermekse, mesele yok. Tereddütle söylesek bile bunlara ‘deneysel’ demek fazla zorlayıcı olmayabilir. Öte yandan foto-grafı önceden zihninde kurmuş ve ortamı, nesneleri, ışığı, velhasıl her şeyi o kurguya uygun şekilde hazırlayıp görüntüyü kaydetmişse, burada deneysellikten söz etmek mümkün değildir. İlkinde bir deneme-yanılma süreci varken ve hemen her şey rastlantıya bırakılırken, ikincisinde deneme-yanılma ve rastlantı söz konusu değildir.
Deneysel değilse, ‘kavramsal’ mı, ‘kurgusal’ mı, ‘kreatif’ mi?.. Doğrusu, herhangi bir tanımlamaya ihtiyaç olduğu kanaatinde değiliz. Her biri tek başına söylenebileceği gibi, hepsi birlikte de söylenebilir veya hiç birini söyleme ihtiyacı duyulmayabilir. Sınır koymaya, çerçeve belirlemeye hiç gerek yok esasında. Koyduğunuz veya koyacağınız her sınır, en nihayet bir sınırdır ve sizi kısıtlar, orada kalmaya zorlar.
Sanat kulvarında yolculuk ederken, bir niyetiniz vardır. Söz söyleme ihtiyacı nedeniyle oradasınızdır, öğrenmek istiyorsunuzdur, varoluş gereksinimi nedeniyle o yolculuğa çıkmışsınızdır, nitelikli zaman geçirmek amacıyla tercihinizi bu yönde kullanmışsınızdır vs. Vaziyet böyle iken, şu ya da bu yere, şu ya da bu aralığa kendinizi sıkıştırmanız, en başta kendinize haksızlıktır. Bir yandan sıkıştığınız çerçevenin dışına çıkamıyor olmanızdan kaynaklanacak negatif psikolojik vaziyet, diğer yandan yaratıcılığınızın da aynı anda sınırlanıyor olmasından kaynaklanacak eksiklik. Bununla birlikte, potansiyelinizi bütünüyle kullanmanız, yani kendinize herhangi bir sınır koymamanız halinde ortaya koyabileceğiniz değerlerle insanlığa yapacağınız katkı. Hal böyle iken, foto-graf kulvarında bir insanın hem doğa, hem portre, hem kurgu, hem manzara, hem sokak vs çalışmasının önünde hiçbir engel yoktur. Tam tersi, bütün alanlarda çalışmak deneyim kazandırır, bilgilenmeye katkı verir. Nitekim buna ilişkin veriler sosyal medyada görünür haldedir; çok sayıda foto-grafçı kendisini herhangi bir alanla sınırlamıyor.
Mesele bu noktaya gelmişken, ‘doğrudan foto-graf’ ve ‘kurmaca foto-graf’ şeklinde bir ayırımın da yapıldığını söylemek gerek. İnisiyatif bireyin kendisindedir. Dilerse kendisini biriyle sınırlar, dilerse kendisini serbest bırakır. Söylenecek söz, bu itibarla son bulur.
Leonardo’yu düşünelim; Denebilir ki yapmadığı hemen hiçbir şey kalmadı. Onlarca çizim, tasarım. Onlarca başyapıt resim. Mimari, heykel, astronomi, matematik vs cabası. Picasso’ya baktığımızda benzer bir şeyle karşılaşıyoruz; resim, heykel, şiir vs. Örnekleri çoğaltmak mümkün.
Yaşadığımız çağ, disiplinlerarasılığın sadece tartışılmakla kalmayıp hayatın bütün alanlarına sirayet ettiği bir zaman; birden fazla alanla iştigal etmenin koşullarının daha da olgunlaştığı bir dönem. Yani, ‘hezarfen’ olmaya daha elverişli zamanda yaşamaktayız. Her alandaki bilgi ve deneyim, diğer alana katkı verir hiç kuşkusuz. Üstelik istesek de kendimizi herhangi bir şeyle sınırlayamayacağımız bir zamana gelip dayandık. Bireyin yeteneği varsa, çalışkansa, araştırmayı-okumayı seviyorsa, bıkmıyorsa, muhakeme kabiliyetini canlı tutabiliyorsa, düşünme eyleminden vazgeçmemişse pek çok alanda eser vermesi mümkündür. Öyle olması çok da iyidir. Burada özellikle altını çizerek belirmek isteriz ki, tek başına foto-grafın birkaç alanıyla ilgilenmekten dahi söz etmiyoruz, çünkü o zaten yapılmaktadır, vardır. Biz burada foto-grafla birlikte örneğin heykel, resim, şiir, öykü, roman, sinema, müzik gibi diğer alanlardan söz ediyoruz. Neden olmasın? Engel olan nedir? Hiçbir engel yok elbette ki. Bundan da öte, görsel alanın yanında yazın alanıyla ve düşün alanıyla ilgilenmek kadar doğru, isabetli bir şey olmasa gerektir.
Sanat insanının entelektüel düzeyi ne denli yüksek olursa, kendi tarzını oluşturması o denli kolay olur. Kimi zaman onunla da kalmaz, çığır açar/ekol oluşturur. Hiçbir sanat akımı, sanat ortamında yer alan sıradan kimseler tarafından geliştirilebilmiş değildir. Bütün sanat akımları, sanat ortamında yer alan ciddi anlamda entelektüel insanlar, meselenin düşün boyutunda mesafe almış kimseler tarafından ortaya konmuştur.
Saygıyla,
Tekin ERTUĞ
Teşekkür ederiz Tekin hocam,
Elinize, emeğinize sağlık.
Selam ve saygılarımla.