Zeki Oğuz’la ‘Konya Bozkır’larında Bir Gezgin: Yol Hikâyeleri’ üzerine söyleşi

    Röportaj: Ahmet Göğercin

    A.G. Sayın Oğuz, 2004 yılında yayınlanan, eski öykülerinizden oluşan “Seçme Öyküler” i saymazsak, Konya Bozkırlarında Bir Gezgin’den önce yayınladığınız son öykü kitabınız Dolavlı Yılmaz Güney; öyküye on yıldan fazla bir süre ara verdiğiniz görülüyor, neden?

    Z.O. Tespitin doğru, neredeyse 14 yıla yakın bir zaman var. 1972’de, öykü yazmaya yeni başladığım yıllarda, Toplum Yayınevi sahibi Remzi İnanç, küçük dükkânında yaptığımız bir sohbette “Zeki öykü yazmayı sürdür, lakin dergiciliğe hiç bulaşma” demişti. Bu uyarının anlamını 1997 Şubat’ında Çalı Dergisini yayınlamaya başlayınca öğrendim.

    Yazarlığın düşmanı dergicilik. Çok zamanını çalıyor insanın. Dağcılık, doğa gezileri derken bulaştığım fotoğrafçılık da öykümü engelleyen etkenlerden biri oldu. Karanlık odada çalışmak müthiş zevkliydi, bu yüzden boş zamanlarımdan çoğunu karanlık odada geçirmeye başlamıştım. O ara sık sık da fotoğraf sergisi açıyor, Çalı adına etkinlikler düzenliyorduk.

    ‘Dolavlı Yılmaz Güney’ öyküsünü Miço (Mustafa Saldı) ile görüştükten sonra Çalı’da yayınlamıştım. Konu bir öyküyle kalmayacak kadar ilginçti. Miço ile sohbetlere devam ettik ve ortaya Gümüş Saplı Bıçak Miço çıktı, 2009’da kitap olarak yayınlandı. Yani pek boş durmuş sayılmam.

    Bu ara 2001’de araştırmaya başladığım Sarı Keçili Yörükleriyle ilgili çalışmam da 2004’de yayınlandı. Toprak ve Gelenek ile Taşra ve Gezgin kitaplarımı baskıya hazırladık, çalışmaları da epey zamanımı aldı. Sözün kısası öyküyü ihmal etmem konusunda epeyce mazeretim var.

    A.G. Konya Bozkırlarında Bir Gezgin’in oluşum sürecinden biraz bahseder misiniz? Zira alışık olmadığımız bir şekilde sadece gezi hikâyelerinden oluşuyor… Bunun Yörüklerle ilgili çalışmalarınızla ilgisi var mı?

    Z.O. Çalı, yayınlandığı sürede bir okul gibiydi. Saydam gösterileri, şenlikler, imza günleri, Konyalı yaşayan değerleri anma günleri gibi yaptığımız etkinliklerden biri de doğa ve tarih gezileriydi. Bu gezilerde, bir fotoğrafçı, bir yazar olarak beni etkileyen şeyler oluyordu. Bunların çoğu öyküye dönüşüyordu. Ve bunların çoğu gezi öyküleri şeklinde ortaya çıkıyordu. Kitaptaki öykülerin tamamını Çalı’da yayınladım. İçlerinde bir derginin sayfaları arasında kalmasını istemediğim, sevdiğim öyküler vardı. Sonuçta bu kitap ortaya çıktı. Öykülerin içinde sadece ‘Zeynep cadımın hikâyesi’ doğrudan Yörüklerle ilgili çalışmalarımın sonunda ortaya çıktı. Yürek acıtan bir öykü, bu yüzden de başka gazete ve dergilerde yayınladım.

    Zeki Oğuz’la ‘Konya Bozkır’larında Bir Gezgin: Yol Hikâyeleri’ üzerine söyleşi

    A.G. Okurunuz sizi öncelikle öykücü olarak tanıdı ve sevdi. Sonradan neden Yörükler ve diğer araştırma konularına yönelmeyi tercih ettiniz?

    Z.O. Öyküde iyi bir yerde olduğuma inanıyorum. Türk öykücülüğünün dallarından birinde benim öykülerim de var. İlk ilgi alanlarımdan biri şiirdi. Şiir okumayı, özellikle bizim şairleri okumayı çok severim. Gülten Akın’dan Melih Cevdet’e bir liste yapmaya kalksam uzun bir liste tutar. Şiir yazmayı çabuk bırakıp öyküye yöneldim. Araya gezi yazıları, halk kültürü araştırmaları, fotoğraf girdi. Çok etiketli olmak çok başarılı olmayı getirmiyor ama Toprak ve Gelenek, Taşra ve Gezgin adlı çalışmalarım, konularında tek olmayı ve bir boşluğu doldurmayı sürdürüyorlar. Yeni çalışmalara yol açmasını ümit ediyorum.

    Konya Fotoğraf Amatörleri Derneği (KONFAD)’nin kurucu üyelerinden biriyim. Konya’da amatör fotoğrafçılığın yaygınlaşması 1995 yılında ilk sergimi açmamla başlar. Konfad’ın temeli de bu sergiden sonra atıldı. Tarihi-doğası ile Konya’nın ve Sarıkeçililerin en büyük fotoğraf arşivlerinden biri bende.

    Yörükler konusunu araştırmaya başlamamın ilk tanığı sensin. Senin araştırman istenmişti ama senin isteğin üzerine iş benim üzerime kaldı. İyi ki de öyle olmuş, çok farklı, çok güzel bir dünyaya götürdü beni. Yaylaların Özgür Çocukları Yörükler iki baskı yaptı ve bu konuda farklı bir çalışmam baskı aşamasında.

    Zeki Oğuz’la ‘Konya Bozkır’larında Bir Gezgin: Yol Hikâyeleri’ üzerine söyleşi

    A.G. Konya Bozkırlarında Bir Gezgin’i ilk öykü kitaplarınız Bebek, Hayrat, Âdemin Kaburga Kemiği, Ürkek Bir Keklik gibi öykü kitaplarınızla karşılaştırdığımız zaman üslubunuzun bütünüyle değiştiği görülüyor. Bu değişimi nasıl açıklarsınız?

    Z.O. O kitaplardaki öyküler çok duygu yüklüydü. Benim dünyamın yansımalarıydı. Yüreğimi acıtan şeyleri anlatmıştım. Yaşantımla da yakından ilgili öykülerdi. 1975-1990 arası mücadele yıllarıydı benim için. 75-80 arası beş kere sürgüne gitmiştim. 80-90 arası akşama kadar domates-biber satıp gece yarıları öykü yazdığım yıllar olmuştu. O kitaplar içindeki öyküler o zor şartlar içinde ortaya çıktılar. Kitaplarımı, gazetelerimi gündüz seyyar arabamın başında okuyor, gece çocuklar uyuduktan sonra öykülerimi yazıyordum. Sanırım en çok bu dönemde yazdığım öyküler yayınlandı ulusal dergilerde.

    90-95 arası kitaplaştı bunların çoğu, yazılış tarihleri daha eskidir. Üslup değişikliği Çalı ile birlikte başlar. Doğa ve tarih gezileri çok etkili oldu belki ama bu dönemdeki öykülerimde de duygu yönü çok yoğun öykülerim var. Okuyucu bu kitabımda görebilir bunu.

    A.G. Konya Bozkırlarında Bir Gezgin’de ilk dikkatimi çeken şey kadınlara bakışınız oldu; hemen her öyküde yanınızda bir kadın var ve gezdiğiniz köylerde özellikle kadınlar ele alınıyor, onlarla dertleşiyor, sorunlarını aktarıyorsunuz… Mesela ‘Halıcı Kızlar’ adlı öyküde onlardan bahsederken, “Asıl üzülen, yürekleri yanan kızlar. Hiç saklamıyorlar bunu da. Ömür boyu o tezgâhın esiri olduklarının farkındalar” (s.68) diyorsunuz. Neden özellikle kadınlar?

    Z.O. Eski öykülerimde de vardır kadın ama bu kitabımda daha yoğundur. Gurup olarak haftada bir ya da on beş günde bir gezilere giderdik. Genelde öğrenci kızlar olurdu çevremde. Çıkmış gelmiş başka şehirlerden okumaya. Sıkıntılarını anlatacak, yanında kendilerini güvende hissedecekleri birine ihtiyaçları var. Yani kimi zaman bir abi, amca oldum onlara. Kimi zaman dert ortağı oldum. Özellikle dağ köylerinde müthiş bir geçim sıkıntısı, işsizlik var. O köylerde bir delikanlı bulamazsınız. İş bulabilmek için başka şehirlere gitmişlerdir. Bu nedenle köyde sadece yaşlılar, kadınlar, genç kızlar ve çocuklar kalmıştır. Köyde yaşayanlar, üreticiler bunlardır.

    Köyler eskisi gibi kapalı, dünyadan bir haber topluluklar değildir artık. Televizyon dış dünyaya açılan bir penceredir onlar için. O pencereden farklı yaşamları görüyorlar. Yaşıtları bir delikanlı ile konuşacak, âşık olacak, evlenecek, cinselliklerini yaşayacak şanslarının ne kadar az olduğunu anlıyorlar.

    O gezilerde köylü cadılarımı dinlerken özellikle öğrenci kızların da onları dinlemesini sağlardım. Dinlesinler ki kendi sıkıntı ettikleri şeylerin ne kadar incir çekirdeğini doldurmayan şeyler olduğunu, ne kadar şanslı olduklarını anlasınlar.

    Halıcı kızlar lise mezunuydu ama üniversiteye gitme şansları hiç olmadı. Onlara düşen şey halı tezgâhının başında kısmet beklemek oldu.

    Zeki Oğuz’la ‘Konya Bozkır’larında Bir Gezgin: Yol Hikâyeleri’ üzerine söyleşi

    A.G. ‘Karadağ’ın eteklerinde’ adlı öykünüzde çok güzel bir sahne var, halıcı kızlara saydam gösterisi yaptığınız sahne: “Belediye başkanı söz vermişti gösteri için yardımcı olmaya ama o gün papazın bağında içki içme isteği ağır basınca bırakıp gitmişti. Biz de atölyedeki kızlara önermiştik gösteri yapmayı. İsteğimizi sevinçle karşılamışlar, pencereleri iğreti perdeleri örterek yapmıştık gösteriyi. En güzel alkışı, en içten sevgi gösterisini o atölyede görmüştüm. Sonraki her gelişimizde sevgiyle bağırlarına basmışlardı bizi” (s.101). Biraz da o anlardan bahseder misiniz? Köylü kadınlar ve genç kızlar sizi nasıl bu kadar kolay bir şekilde kendi dünyalarına kabul ediyorlar?

    Z.O. Onlara yüreğinizi açarsanız onlarda size güzel yüreklerini açarlar.

    Dağ köylerinde, Yörük obalarında yüzlerce cadımın arkadaşı, abisi, emmisiyim. En mahrem sırlarını bile anlatırlar, bilirler ki kendileriyle benim aramda kalacaktır o.

    Karaman Taşkale’de yaşamıştım o olayı. Gösteriden sonra köylü cadılarımın kurdukları harika bir sofrada bitirmiştik günü. Benzer şeyleri daha başka köylerde de yaşadım. Taşkent Çetmi’de bir okulda yapmıştım bir gösteri. Programa göre önce kadınlar sonra erkekler izleyecekti gösteriyi. Yaptım ama gösteri bitiminde kadınları salondan zor çıkardılar. Yeniden izlemek istiyoruz, diyorlardı. Gösteri sonunda müthiş bir incelik gösterdiler bize. Sahneledikleri köy seyirlik oyunlarını izlemeye doyamamıştık.

    Kitabın ilk öyküsü ‘Al kadife’ de o köyden ama o insanın yüreğini acıtan bir öykü. Kadınlarla birlikte çocuklar, özellikle köylü ve yoksul bölgelerde yaşayan çocuklar da öykülerinizde önemli bir yer işgal ediyor…

    Benim güzel kahramanlarım onlar. Yamalı entarili, gül yüzlü cadılarım, herif olmaya özenen oğlanlar. Daha çocukturlar ama her biri bir işin ucundan tutmaya başlamışlardır bile. Körpe yürekleriyle çılgınca koşarlar beni görünce, Zeki emmimiz gelmiş diye. Onlara götürebildiğim bir kitap, bir parça şekerleme müthiş mutlu eder onları, tabi beni de. Dağ köylerinde, obalarda kitapları okunan bir başka yazar var mı, bilmiyorum. Şunu gördüm oralarda, kitabı okuyup bir kenara atmıyorlar. Kilimlerin, ala çulların arasında saklıyorlar, eşsiz bir armağan gibi.

    Zeki Oğuz’la ‘Konya Bozkır’larında Bir Gezgin: Yol Hikâyeleri’ üzerine söyleşi

    A.G. Öykülerinizde dikkatimi çeken bir kelime var: cadı. Size eşlik eden genç kızlardan veya gezdiğiniz yörelerdeki küçük kız çocuklarından bahsederken sürekli olarak “cadım” ifadesini kullanıyorsunuz, belki de yüzden fazla kullandığınız görülüyor. Bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

    Z.O. Bu kelimeyi seviyor, hep kullanıyorum. Cadının olumsuz anlamını bilenler ilkin tepki gösteriyorlar ama söyleyiş tarzımı görünce benimsiyor, hep öyle seslenmemi bekliyorlar. Karaman Taşkale’de iki küçük kızla tanıştım. Ayşe ve Hasret. Şimdi genç kız oldular. ‘Armağan’ adlı öyküde anlattım onları. Köyü bana onlar gezdirdi her gidişimde. Hep kavga ederlerdi “Baş cadı benim”, diye. İkisini de çok sevdiğimi bilirlerdi.

    ‘Al kadife’ adlı ilk öyküdeki köylü kızı Emine sanki diğer öykülerinizdeki çaresiz, aciz, hep başkalarından kurtuluşu bekleyen mutsuz genç kızların ilk örneğini oluşturuyor, sanki diğerlerinin temsilcisi gibi görünüyor. Gerçekte var mı böyle birisi, yoksa hayal ürünü mü? Aşağıdaki satırlar gerçek bir drama işaret ediyor: “Belki bir beğeneni çıkar almaya kalkardı. Belki bir şehirli olurdu onu beğenen. Satma lafı ne zaman aklına düşse, ya da anası söylese afakanlar basardı.

    Aynayı çıkarıp yüzüne tutuyor Emine. Etli, dolgun dudaklarını aralayıp dişlerine bakıyor. Köye mal almaya gelen celepler de koyunları kucaklayıp ağırlıklarını tartar, dişlerini bakıp yaşlarını anlamaya çalışırlardı. Aynayı cebine koyup bir anasına bakıyor bir Deli Esma’ya. İlkin anasına sonra Deli Esma’ya benzeyeceğini düşünüyor. Yüreğini sızlatıyor içine düşen bu kaygı.” (s.10)

    Bütünüyle gerçek o öykü. Hatırladıkça yüreğim sızlar. Öykünün sonunda anası “Hadi git”, diyor şenlik yerine. Öykünün sadece burası doğru değil. Ben gönlümden geçtiği gibi sonlandırdım. Emine hiç katılamadı şenliğe. Kısa bir süre sonra komşu bir köyden bir genç tarafından kaçırıldığını duydum. Umarım mutludur.

    A.G. ‘Aladağlar’ adlı öyküde şöyle bir cümle kuruyorsunuz: “Torosların hangi köyüne yolum düşse “hısmımız gelmiş” diye, kucaklıyorlar” (s.15). Bu samimiyeti nasıl sağladınız, gece gündüz rastgele evlerine girebilecek derecede onların güvenini nasıl kazandınız?

    Z.O. Oralara vardığım zaman onlardan biri olduğumu hissettiririm. Sıcacık bir merhaba bile onların kalbini kazanmaya yeter. Aç değilsem bile, acıktım derim, çay isterim. Bu paylaşım bile yeter samimiyeti kurmaya. Ne zaman bir Yörük obasına varsam, kimse özel olarak ilgilenmeye kalkmaz. Ben fotoğraflarını çekerim, onlar kendiişlerini yaparlar. Zaman gelince sofra kurulur, çay demlenir. Aynı ailenin bireyleri olarak otururuz sofraya.

    Zeki Oğuz’la ‘Konya Bozkır’larında Bir Gezgin: Yol Hikâyeleri’ üzerine söyleşi

    A.G. Öykülerinizde yerel dili ustaca kullanıyorsunuz. Bugün ülkede birçok gencin belki de ilk defa gördüğü birçok kelime ve ifadeyi ustaca yerleştiriyorsunuz satırların arasına. ‘asarlık gelini’, ‘tol’, ‘yalanı toplamak’, ‘göbelek tutmak’, ‘usukmak’, ‘ipildemek’, ‘siyek’, ‘yandak’, “çalığını çekiştirmek’, ‘ığranmak’, ‘avar bozmak’, ‘düğücük yağmak’, ‘onmak’ gibi… Bu dili bilinçli bir şekilde mi kullanıyorsunuz?

    Z.O. Bilinçli bir seçim değil, günlük konuşma dilim bu. Ayrıca anlattığım konuları başka bir dille, başka kelimelerle anlatmak mümkün değil. Edebi olma kaygım yok, ağdalı yazmayı hiç sevmem. Kendi doğallığı içinde bir anlatım benimki.

    A.G. Kitabınızda Konya Bozkır’ının tam bir panoramasını çıkıyorsunuz, neredeyse uğramadığınız yer yok gibi. Gideceğiniz bölgeyi neye göre seçiyorsunuz? Bu gezilerin başlıca bir amacı var mı?

    Z.O. Yörükler üzerine yeni bir çalışmam var. Öncelikle onları bulabileceğim yerleri tercih ediyorum. Bir köye uzun zaman gitmemişsem dostlarımı yeniden görmek için gidiyorum. Vasıtam olmadığı için bazen yerel yönetimlerden yardım istiyorum. Genellikle yardımcı oluyorlar, gideceğim yerlere ulaştırıyorlar beni.

    A.G. ‘Kırgın Bir Yürek’ adlı öyküde “Armağan ettiğim, imzaladığım kitapları kimsenin okumadığını biliyorum” (s.115) diyorsunuz; gerçekten öyle mi?

    Z.O. Tabi ki öyle değil. İlk öykü kitabım Bebek yayınlandığında çok sevdiğim bir arkadaşıma imzalayıp vermiştim. Aylar sonra sorduğumda, okumadığını söyleyince çok üzülmüştüm. Demek ki bu yer etmiş içimde. Değilse öykülerimin sevilerek okunduğunu biliyorum.

    A.G. Bir gezgin olduğunuz ve gerçek hayattaki arkadaşlarınız ve çocuklarınızın öykülerinizde sık sık anıldığı dikkate alınırsa, Konya Bozkırlarında Bir Gezgin’in büyük oranda özyaşamsal unsurlar içerdiği görülüyor…

    Z.O. Bütün öykülerimde var ama bunlarda biraz daha fazla. Acı, tatlı yaşanmışlıklar özlemler. Beni tanıyanlar öykülerimde hemen fark ederler bunu. ‘Kırgın bir yürek’ öyküm gerçekten moralimizin bozuk olduğu günlerde ortaya çıktı. O günlerin tanıklarından birisin. Sanırım o günlerde/yıllarda beni ayakta tutan bu gezgin yanım oldu. Dağlarla, oralardaki dostlarımla paylaştım sıkıntımı, üzüntülerimi. Acılar paylaşılınca azalırmış, derler.

    A.G. ‘Aladağlar’ adlı öyküdeki Ender kim? ‘Uyan çocuk’ adlı öyküde de onu anlatıyorsunuz…

    Z.O. Hayatımda tanıdığım en güzel insanlardan biriydi Ender. Birlikte Torosları gezdik. Karadeniz yaylalarını gezdik. Onca zaman arkadaşlığımıza rağmen bir sayfayı tutmaz aramızdaki konuşma. Buna karşılık en iyi anlaştığım insanlardan biriydi. Gezi dönüşü bütün gezginler yorulur, bizim için gün yeni başlardı, yani ay rakı burcuna girerdi.

    A.G. Öykülerinizde dikkat çeken bir diğer isim de küçük Kader… ‘Halıcı Kızlar’, ‘Karadağlı Kader’, ‘Karadağ’ın Etekleri’, ‘Yaban atları’ adlı öykülerde ondan bahsediyorsunuz… Hatta ‘Kimsesiz’ adlı öyküde de ondan şu cümlelerle bahsediyorsunuz: “Karadağlı Kader geliyor aklıma gölün kıyısında fotoğraf çekerken. Keçilerden, anne ve babasından başka kimsesi olmayan küçük Kader’im.” (s.111)

    Z.O. Kader, Karadağ’da anne babasıyla yaşayan al yanaklı küçük bir Yörük kızıydı. 5-6 yaşlarındaydı tanıdığımda. Birlikte oynayabileceği bir arkadaşı bile yoktu. Babasına rica ettim, göç buralardan, bu çocuk bari kurtulsun, diye. Babası Kadir Çumra Akören’e göçtü. Kader büyüdü, açık liseyi bitirdi, eylül sonunda düğününü yapacağız.

    A.G. Peki ya ‘Zeynep Cadımın Hikayesi’ndeki Zeynep kim?

    Z.O. O gerçek bir Yörük kızı. Acı bir hikâyesi var. Şimdi dedesinin yanında büyüyor. Umarım bahtı açık olur.

    Zeki Oğuz’la ‘Konya Bozkır’larında Bir Gezgin: Yol Hikâyeleri’ üzerine söyleşi

    A.G. Sadece son kitabınızda değil, önceki yapıtlarınızda da bir insan olarak kendi yaşamınızı öykülerinize kattığınız hissediliyor; bir yazar olarak yaşamınızın yazdıklarınızdaki yerini nasıl açıklarsınız?

    Z.O. Kolay bir yaşamım olmadı. Bu öykülerime, fotoğraflarıma yansıdı. Belki onları yaşamış olmak da beni yoğurdu, biçimlendirdi.

    A.G. ‘Armağan’da çocuklarla vedalaşırken şöyle diyorsunuz: “Öykülerinizi, türkülerinizi, hoşça kalın çocuklar, hoşça kalın. Gezgin yürek kendi cehennemini yaşamak zorunda.” (s.21) Neden ‘cehennem’?

    Sıkıntılar, yaşanılan zor bir hayat… Öyle diyorum ama her seferinde o cehennemi yarıp çıkmak da güzel. Hapishane günlerinin ve 1980 darbesinin ardından yaşadıklarınızın siz de derin izler bıraktığı görülüyor. ‘Çocuk’ adlı öykünüzde de kızınıza şöyle diyorsunuz: “Babanı kimler mi götürdü çocuk. Elbette büyüyünce sen de tanıyacaksın onları. Bir şiir gelecek aklına mırıldanacaksın. ‘Onlar ki engerekler ve çıyanlardır’.” (s.31) Öncelikle bu şiir kime ait? Biraz da o günlerden bahseder misiniz? Neden içeri alındınız? Ne kadar kaldınız? Nasıl bir muamele gördünüz?

    Z.O. Şiir Ahmet Arif’in. Çok sevdiğim bir şiir. Memurlar Derneği (MEMDER) Konya temsilcisiydim. O gün bütün dernekçileri, sendika yöneticilerini aldılar. Bir ay kaldım, Meram Yeni Yol’da bir yere kapatmışlardı. Kötü muamele yoktu. Şansıma havacı bir savcı yaptı sorgumu, salıverildim. Sonra Dutlukırı’na nakletmişler gözaltındakileri. Orada çok baskı ve işkence yapıldığını anlatırlardı.

    A.G. ‘Kadınlarımız’ adlı öyküde rastladığım küçük bir bölüm sanki kitabın özünü oluşturuyor, yazılış amacını ortaya koyuyor, bu konuda siz ne dersiniz?

    Z.O. Masalarda kuş sütünün eksik olduğu bir toplantıda bir saydam gösterisi yaptığım bir 8 Mart’ta, gösteriden sonra biri kalktı itiraz etti izlediği görüntülere. “İyi de hiç mi çağdaş görüntü yok” diye. Çağdaş görüntü çektiğim karelerdeki son insan da çağdaş yaşama kavuştuğunda karşılarına çıkacak. Değilse her kare, “bana reva gördüğünüz yaşam bu mu” diye, haykırmayı sürdürecek.” (s.86).

    Şehirde her türlü varsıllığın içinde yaşayanlar kenar mahallelerde ya da kırsal kesimlerde yaşanan yoksulluğu görmüyor ya da görmek istemiyorlar. O bölüm bu tavra bir isyan aslında. Gezilerim sırasında öyle şeyler gördüm, yaşadım ki çoğu zaman insanlığımdan utandım. Anlattıklarım gördüklerimin yüzde biri değil. Ben anlatmazsam kim anlatacak onları?

    Yıllar önce bir otobüs dolusu insanla Bozkır’a doğru gidiyorduk. Yolun kenarında sabanla çift süren birini gördüm. Daha uzakta iken durdurdum otobüsü. İnip çift süren adama doğru yürüdüm. Gördüğüm şey karşısında insanlığımdan utandım. Bir kare bile çekemeden otobüse geri döndüm. Adam boyunduruğun bir yanına eşeğini koşmuş, diğer tarafı gelini çekiyordu. Beni görünce gelin azının içine oturuverdi. Adamda sabanın ucuna çöktü. Öyle melül mahzun bir duruşları vardı ki yürek dayanmaz.

    Zeki Oğuz’la ‘Konya Bozkır’larında Bir Gezgin: Yol Hikâyeleri’ üzerine söyleşi

    Zeki Oğuz biyografi

    Şair, öykü yazarı ve fotoğrafçı. 1951 Yılında Konya Tatköy’de doğdu. İlkokulu köyünde okuduktan sonra, Konya Erkek Sanat Okulunu bitirdi. 1968 Yılında Yeni Konya gazetesinde gazeteciliğe başladı. Yeni Meram, Yeni Konya, Manşet, Konya Postası, Memleket, Cumhuriyet Gezi, Siyah/Beyaz, İpek Yolu gibi dergi ve gazetelerde gezi ve köşe yazıları yazdı. İlk şiir kitabı 1970 yılında yayınlandı. İlk öykü kitabının yayın tarihi ise 1981. Edebiyatçılar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi üyesi ve Konya Fikir Sanat Kültür Adamları Birliği Derneği’nin kurucu üyesidir.

    Çalışmaları Yeni Konya, Yeni Meram, Somut, Varlık, Tan (Yugoslavya), Yaba, İnsancıl, Eşik, Aykırısanat, Gerçek Sanat, Çağrı, Minerva, Tavır gazete ve dergilerinde yayımlandı. 

    1989 Yılında fotoğraf sanatı ile ilgilenmeye başladı. İlk kişisel sergisini 1995 yılında Konya Güzel Sanatlar Galerisinde açtı. Konya Fotoğraf Amatörleri Derneğinin kurucu üyesi olup bugüne kadar elliyi aşkın kişisel sergi açtı, karma sergilere katıldı.

    Göçer yörüklerle ilgili belgesel çalışmalar yaptı. “Yaylaların Özgür Çocukları” adlı kitabı iki baskı yaptı. Bu konuda sergiler açtı, saydam gösterileri düzenledi. 1997 Yılında Konya Çalı Kültür Sanat Dergisini yayınlamaya başladı. Toplam 110 sayı yayınlanan Çalı Dergisinde yaşayan değerlerimizle ilgili özel sayılar yaptı. Düzenlenen imza günlerinde yazar ile okurun buluşmasını sağladı. Dergide sürekli olarak Konya kültürünün öne çıkması için çaba sarf etti. Dergi ve hikâye çalışmaları altı ayrı tezin konusu oldu.

    ESERLERİ:

    • Kavgadayız Her Saat (şiir 1970)
    • Bebek (öykü 1981)
    • Hayrat (öykü 1. Baskı 1990 ikinci baskı 1992 Kavram Yayınları)
    • Ademin Kaburga Kemiği (öykü 1994)
    • üreğimi Getirdim Armağan (öykü 1995 Toplum Yayınları)
    • Ürkek bir Keklik (öykü 1995 Yaba Yayınları)
    • Gezgin Yürek (şiir 1 baskı 1999 2.baskı Şafak Oğuz’un fotoğrafları ile 2005)
    • Gelenekleri Görenekleriyle Konya Dağ Köyleri (halk kültürü 1. Baskı 1997 2. Baskı 2000 İl Kültür Turizm Müdürlüğü)
    • Dolavlı Yılmaz Güney (öykü 2002 Çalı Kültür Sanat Dergisi)
    • Bir Bozkır Türküsü Beldeleri Yaylalarıyla Konya (gezi 2003 Konya BB Kültür Yayınları 52)
    • Yaylaların Özgür Çocukları Yörükler (araştırma 2004)
    • Seçme Öyküler (2004)
    • Toprak ve Gelenek (halk kültürü 2005 Çizgi Kitabevi)
    • Taşra ve Gezgin (gezi 2005 Çizgi Kitabevi)
    • Seçme Yazılar (2006 Çalı Kültür Sanat Dergisi)
    • Yüzler (albüm 2007 Çalı Kültür Sanat Dergisi)
    • Gümüş Saplı Bıçak Miço (Anı-roman 1. Baskı Ekim 2009 2. Baskı Mart 2015 Nüve Kitabevi)
    • Konya Bozkırlarında bir gezgin Yol Hikâyeleri (2016 Çizgi Kitabevi)
    • Konya’nın Kırk Gezilecek Yeri (2016 Konya BB Kültür Aş.)
    • Akdeniz’den Toroslara Sarıkeçililer (2016 Çimke Yayınevi)
    • Cadılarıma Türküler (şiir/albüm 2020 Çizgi Kitabevi)

    İLİŞKİLİ İÇERİKLER

    Ahmet Esmer ile fotoğraf üzerine söyleşi

    Günümüzde yaşayan fotoğraf ustaları ile ilgili yeni bir yazı dizisi başlattık ve ustalarımız ile söyleşilerin yanısıra, onların tecrübelerini de sizlerle paylaşmayı amaçladık. İlk konuğumuz, 1950 senesinde ailesiyle birlikte Bulgaristan’ın Kırcaali kasabasından anavatana göç etmiş bir ailenin çocuğu, duayen fotoğrafçılarımızdan Ahmet Esmer.

    Sarıkeçililer – Bin yıllık göç geleneği

    Bin yıllık göç geleneği dememe bakmayın siz. Aslında binlerce yıldan söz etmek gerekir. Çünkü biz Türkler, Orta Asya’daki Türk boyları, oralarda yaşarken de ekonomimizin temelini “göç” oluşturuyordu. Anadolu’ya geldikten sonra da bu değişmedi. Çoban kültüründe göçerlik, üretimin temel dayanağıydı.

    Zeki Oğuz

    Fotoğraf; düşüncenin biçim kazanmasıdır. İster doğrudan ister dolaylı…

    Fotoğrafın icadıyla sanatın içeriği değişmiş, fotoğrafsız bir sanat dalı düşünülemez hale gelmiştir. Kavramsal sanatın gelişmesinde de fotoğraf önemli olmuştur.

    Fotoğrafın Sanatla İlişkisi

    Bir zamanlar sanatçıyla zanaatçı arasındaki fark, sanatçıyı centilmenler sınıfına terfi ettirebilmek uğruna, zihinsel iş ve el işi ayrım çerçevesinde tanımlanıyordu.

    E-POSTA ABONELİĞİ

    Yorum Politikamız: Arthenos.com ekibi olarak tüm okuyucularımızı tartışmalara aktif olarak katılmaya teşvik etsek de, Davranış Kurallarımıza uymayan veya yayınlanan materyalin editoryal standartlarını karşılamayan herhangi bir içeriği Silme / Değiştirme hakkını saklı tutarız.

    YORUM YAPILDIĞINDA BANA BİLDİR
    Bana bildir
    guest

    2 Yorum
    Beğenilenler
    En yeniler Eskiler
    Satır içi geribildirimler
    Bütün yorumları göster
    Okyar Atilla
    Editör / Yazar
    Makale Puanlama :
         

    Sarıkeçililer yörüklerini araştırmaya başladığımda sayın Zeki Oğuz’un adıyla karşılaştım. Yaklaşık 20 yıl boyunca yörüklerle zaman geçirmiş. Bu birliktelikten yazılar, kitaplar, röportajlar ve fotoğraf sergileri çıkmış. Hızımı alamayıp kendisine ulaşıverdim. Sohbetten sonra yazılarını blog sayfamızda yayınlayıp yayınlayamayacağımızı sordum. Büyük bir içtenlikle “tabii ki yayınlayabilirsiniz” dedi. Bu ilk yazı değerli Anadolu insanı gazeteci, yazar, fotoğrafçı ve gezgin Zeki Oğuz’u okurlarımıza tanıtım yazısıdır. Kendisinin sayın Ahmet Göğercin ile yaptığı röportaj bir otobiyografi tadındadır. Kendisine teşekkürlerimi ve saygılarımı sunuyorum.

    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Öner BÜYÜKYILDIZ
    Makale Puanlama :
         

    Sayın Ahmet Göğercin vasıtası ile Zeki Oğuz hocamı tanıma fırsatını bizlere sunduğun için teşekkür ederim Okyar abim. Eminim ilerleyen zamanlarda daha nice yaşanmışlıklar, insan hikayeleri ve anılar çıkacaktır. Heyecanla bekliyorum.
    Teşekkür ederim.

    MANŞET

    POPÜLER İÇERİKLER

    2
    0
    Düşünceleriniz bizim için önemli. Belirtmek ister misiniz, lütfen yorum yapın.x