Merhaba Kristal.
Lütfi Özgünaydın Hoca saygı duyduğum bir büyüğümdür. Fotoğraf sanatına gönül vermiş, ülkemizin önemli gazete ve dergilerinde muhabirlik, köşe yazarlığı yapmış, kitaplar yazmış bir isimdir. Öğretmen kökenli olması, yetiştiği çağdaki bir avuç aydın insan arasında yer almasını, yazarlarla kurduğu dostluk ise pişmesini sağlamıştır. Bu sanata hizmet etmeye aşk ile devam ediyor.
Dostluğumuz var ve zaman zaman sohbet ederiz, fotoğrafın şekilci hale gelmesinden çok rahatsız olduğunu belirtmeliyim.
Fotoğraf sanatıyla tanıştığımda, genellikle fotoğrafın ne anlattığına bakılmıyor, kompozisyon kuralları temel alınarak fotoğraf inceleniyor ve sadece şekilci bir yaklaşımla eleştiriliyordu, içeriğe önem veren azınlıktaydı. Fotoğraf sanatı bu yaklaşımdan zarar gördü.
Fotoğrafı üç özelliğiyle incelemek gerekir. Yaşattığı duygu, kompozisyon ve estetik… Bu üçlü fotoğrafçının üçayağı (tripod) gibidir, birisinin olmaması sabitliği ve dengeyi dolayısıyla fotoğrafı bozar… Sadece bir unsuru temel almak ise çok daha yanlıştır. Kompozisyonu oluşturan şekiller; fotoğrafın izleyiciyle buluşması ve anlatımını güçlendirmesi açısından yardımcıdır, tek unsur olamaz.
İzleyiciye bir şey hissettirmeyen ancak estetik yapısı güçlü ve kompozisyonu mükemmel fotoğraf, üçlü değere sahip bir fotoğrafın karşısında ikinci plana düşecektir. Lütfi Hoca haklıdır, fotoğrafa şekilci yaklaşılmamalıdır!
Şekil denilince hafızam beni çocukluğuma, ilk gençlik yıllarıma götürür.
Divriği’de doğdum büyüdüm. Anadolu Selçuklu Beylikleri arasında yer alan, Mengücekoğlu Beyliğinin eşsiz kültür ve sanatının mirasçısı Divriği’de dünyaya gelmiş, O görkemli kültür ve sanat ortamında yetişmiş olmam şansımdır, temel harcımdır.
Dünyanın en önemli eserleri arasında yer alan UNESCO Dünya Mirası Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi özel bir mekândı. Cuma namazı orada kılınmaya çalışılırdı. Belki de yarım asır önce kadınların cemaatle Cuma Namazı kıldığı ilk ve tek camii Divriği Ulucami idi. Çocukluğumuzdaki ilk ziyaretlerimiz annemizin eşliğinde gerçekleşmiştir. İlk gençliğimizde ise arkadaşlarımızla gidip gezer olduk.
Heykelimsi kapılardaki taş işçiliği ve şekiller bizi çok etkilerdi. Taşlara sanki bir hamurmuş gibi şekil verilmiştir. Anadolu Beylikleri döneminde yapılan o motiflerin benzerlerini işleyecek ustanın çağımızda olmadığını konuşur, kopyalanamayan sanatını takdir ederdik.
Aslında bu takdirin eksik olduğunu, taşlara oya gibi işlenmiş o şekillerin bir şeyler anlattığını sonradan öğrendim.
İlk gençlik dönemimizde yaptığımız bir gezi sırasında, Cennet Kapısı (Giriş Kapısı, Kale Kapı, Doğu Kapı) önünde kültürlü ve bilgili bir insan, yabancı bir guruba desenleri anlatıyordu… Topluluk pür dikkat dinliyordu, bir detayı hiç unutmam. “Bakın” dedi eliyle taşlar üzerindeki desenleri göstererek, “Buraya bir yaprak nakşedilmiş, onun içine bir yaprak daha işlenmiş ve o yaprağın içinde de bir yaprak daha çıkıyor… Bu hayatın devamlılığını, bir birinden doğduğunu açıklıyor. Ayrıca bu kapı Cennet Kapısı, yaşamla olduğu kadar, doğayla cennetin ilişkisini ortaya koyuyor, doğaya ve canlıya saygı duymayı, yaşantımızda ve ahirette cennetle buluşmayı öğütlüyor…”
Bu sözler doğrusu ergen halim için bir depremdi. Ben onu yaşadım, iyi ki de yaşamışım…
Sonradan öğrendim ki her şekil, her desen bir anlama sahipmiş meğerse. Bunu sanat tarihçileri okuyabiliyor, merak edip bu konuda yazılan makale ve kitapları arayıp bulanlar ve okuyanlarda, bilgi sahibi olabiliyorlardı.
Ben de tam öyle yaptım, Sivas Valiliği ile Divriği Kaymakamlığı’nın web siteleri Kifayet Özkul’un felsefi Makalesi tatmin edicidir. Prof. Dr. Erdal Eser’in Divriği Yapı Topluluğu Kitabını konu alan Mehmet Kutlu’nun Araştırma Makalesi iyi bir kaynaktır.
Özellikle şunu belirtelim; kapıları çerçeveleyen taçlarda uzaktan bakınca simetrik gibi görülen desenler yakından incelendiğinde, detaylarda asimetri olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum ortak ve ilginç bir özelliktir ama daha önemlisi verilen mesajdır.
Bezemelerde yer alan on binlerce motifin hiç birinin bir daha kendini tekrar etmemesi; kâinattaki farklı varlıkların muhteşem bir ahenk ve denge içerisinde olduklarının taşa nakşedilerek gözler önüne serilmesidir. Ayrıca Darüşşifa kapısı üzerindeki klasik gotik tasarımın Avrupa’daki gotik ve barok sanatından 50 yıl evvel görülmüş olması ise şaheser özelliğin kanıtıdır. Caminin inşaatının durdurularak, hemen yakınına hamam-ı bala inşa edilmiş olması, abdestsiz işçi çalıştırılmamaya gösterilen özendir.
Cennet Kapı’daki anımızdan söz ettik, isterseniz o eşsiz kapıdaki şekillerin anlattıklarını özetleyelim. Gizemi tam olarak çözülememiş, en görkemli ve ihtişamlı kapıdır. Kapıyı çerçeveleyen taç üzerinde, yanlarda cenneti ve sonsuzluğu ifade eden güneş diskleri ile hayat ağacı motifleri işlenmiştir, Allah’a yöneliş kapısıdır. Ayrıca, altında ateş yanan kazanları gösteren motiflerle, Selçuklular’ da bolluk ve bereketin simgesine atıf yapılmıştır. Ahmet Şah bu kapıyı Anadolu Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’a armağan etmiştir.
En haşmetli kapıdan söz ettik, en gösterişsiz olan Şah Kapısını da anlatalım mı? Divriği Ulu Camii de Bey’in güvenlikli bir mekânda namaz kılmasını sağlamak için cami içinde yüksekçe bir mahfil yapılmıştır. Mahfilin giriş kapısı, en gösterişsiz ve küçük kapıdır. Şah girerken eğilmek zorundadır. Bunda kasıt, insanda tevazu ve kulluk bilincini ortaya çıkarmak, Şah’ın böbürlenmemesi gerektiğini vurgulamak içindir. Kapıda ”Mülk, Kahhar ve tek olan Allah’a aittir” ayeti yazılıdır. “Muktedir gücünle, yaptırdığın şaheserle gururlanma, gücünle kibirlenme, yenilmeyen yegâne kudret olan Allah’ın önünde saygıyla eğil!” denilmek istenmiştir.
Şifahane kapısının rozeti içerisinde şifahaneyi yaptıran Turan Melek ile camiyi yaptıran Ahmet Şahın minyatür maskları işlenmiştir. Maalesef yüzleri tahrip edilmiştir. Bu iki büstün ibadethaneye bitişik olan şifahane girişinde olması, bu eseri yaptıranların ne kadar açık görüşlü olduklarının ve kadın erkek eşitliğinin 850 yıl öncesinde Türkler tarafından benimsendiğinin göstergesi olarak kabul edilir. Şifahanede musiki ve su sesi ile psikolojik tedavinin yapıldığı Prof. Dr. Fatma Kömeç tarafından ve daha sonra o mekânda icra edilen tarihi tıp kongrelerinde dile getirilmiştir.
Çocukluğuma ulaşan ve kana kana içtiğim Ahmet Şah’ın kaynak suyu şebekesi ise öncü bir sistemdir. İçme suyunun önemini ve insana verilen değeri göstermektedir. Avrupa yakın zamana kadar gaita sızıntısıyla etkilenen kuyu suyu içerek koleradan kırılıyordu.
Bir gerçek var ki; mimari üslubu, süsleme ve örtü sistemlerinin dengeli ve uyumlu tasarımıyla önem kazanan, taşlarına aşk doldurulan bu şaheser, görülmeye değer eserlerin başında yer almaktadır. Birçok bilinmeyeni içinde taşıyan bu insanlık mirası başyapıtı anlama ve anlatmaya yönelik akademik çalışmalar devam etmektedir. Ancak Ortaçağ Anadolu Türk Toplumunun yaşam felsefesi, inançları, sanat ve estetik değerlerini kavramada hâlâ yeterli bilgi düzeyine ulaşamadığımız gerçektir.
Görenleri kendisine hayran bırakan bu eser, sanat tarihçileri tarafından “Divriği Mucizesi”, “Anadolu’nun Elhamrası” olarak tanımlanmaktadır. Unesco’nun Dünya Kültür mirasına aldığı ilk İslam mimarisidir ve T.C. Cumhurbaşkanlığı’nın koruması altındadır.
“Methinde diller kısır,
kalem kırıktır.”
UNESCO Dünya Mirası Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi’ni en iyi Evliya Çelebi anlatmıştır…
Evliya Çelebi bunları söylerken, gizli bir dili olan süsleme kompozisyonlarının anlatımında ben aciz kalırım…
Divriği Ulucami ve Şifahanesinde şekilleri görüyorduk, meğerse onların anlattıkları varmış ama biz anlamıyormuşuz.
Konumuz fotoğraf, başlangıca döneyim, fotoğrafta da şekillerin gücünden yararlanmak ama şekilci olmamak gerekir. Lütfi Hocanın söylediği ve benim de katıldığım nokta budur! Fotoğraf mutlaka izleyiciye bir şeyler anlatmalıdır, şekiller sadece destektir.
Ve son sözleri yine Lütfi Abimin memleketim için söyledikleriyle ona bırakıyorum…
“Yemyeşil bir ilçe Divriği… Müthiş konaklar var yeşilliklerin içinde. Çarşı içinden bir ‘Dünya Mirası’na çıkacaksınız. Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi… Tanıtım için güzel bir slogan bulunmuş, “Görmeden ölme…” Kapılar müthiş, Doğu Kapısı’nın fotoğrafını çekmek için sabah orada olmalısınız. ‘Batı’ ve ‘Taç Kapısı’ akşamüzeri güneş yatınca iyi çekilir. Rahmetli fotoğraf sanatçısı Prof. Sabit Kalfagil ‘Doğu Kapısı’nın yıl içinde sadece 21 Haziran’da tamamen güneş ışığını gördüğünü söylerdi. Bu müthiş eseri, şifahaneyi ve cami içini görüp ‘Kale’ye çıkın. Tüm Divriği ayaklarınızın altında olacak.”
Bu eşsiz sanat eserini görmeden ölmek istemeyenlere, yaptıranlara, yapanlara ve yaşatanlara selam olsun…
Mikdat Besni
Bütün çalışmalar çok güzel UNESCO Dünya Mirası Divriği Ulu Cami ve şifahanesi nin tanıtımı ile ilgili resimler ve yazı Şahane emeği geçenlerin yüreğine sağlık
Teşekkürler Abim, saygılarımı sunuyorum.
Doğru tespitlerde, göremediklerimize ışık tutan sanatçı ağabeyimi yürekten kutluyorum.
Teşekkürlerimi ve selamlarımı gönderiyorum.
Mikdat abim, bu nasıl güzel bir örneklemedir; fotoğrafta anlatımın gücünü Divriği Ulu Camii’deki motiflerin anlatım gücü ile benzeştirmek. Harika.
İnşallah en kısa zamanda o eşsiz eserin atmosferinde sohbetinizden istifade etme imkanı buluruz.
Ellerinize, emeğinize, yüreğinize sağlık.
Selam ve saygılarımla.
İnşallah Öner’ciğim, hedefimde albümünü çıkarmak var. İnşallah Corona sonrası hallederiz. Birlikte olmaktan mutluluk duyarım. İlginiz için teşekkürlerimi ve selamlarımı iletiyorum…
Taşın Kalem ile yontulduğu bir sanat eseri.Teşekkürler bize getirdiğiniz için.
Yerinde bir tanımlama ile katkıda bulunduğunuz için mutluluk yaşadım, teşekkürler Gülsen Hanım.